Bazen kaleme alacağımız yazının konusunda karasızlıklarımız olur. Hep düşünürüz yazacağımız konuların hangisini öncelik tanıyalım diye!
“Açtırma bana bayramlık ağzımı” deyimini bilmeyenimiz yoktur. “Beni kırıcı ve kötü sözler söylemek zorunda bırakma” anlamına gelen bu deyim, uyarı ve ikaz mahiyetindedir.
Malum, önümüz bayram olunca, ben de “Ramazan Bayramı” ile ilgili bugüne kadar yaşadığımız olumsuz algı ve davranışlarımızla ilgili bir yazı tasarladım. Böylece bayramların manâ ve değeri daha anlamlı ve şık olur diye düşündüm.
Eee o zaman bu yazı, bayramlık olmalı.
“Açtırma bana bayramlık ağzımı” deyimiyle söze neden başladığımı, yazının sonuna geldiğinde anlayacak, umarım sizler de bana hak vereceksiniz.
Değerli dostlarım!
Hepinizin bildiği gibi hafta idrak edeceğimiz Ramazan Bayramını içimiz buruk kutlayacağız. Tıpkı 19 Mayıs Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramını buruk ve hüzünlü kutladığımız gibi.
Hani o stadyumları dolduran kocaman bir ordunun taburları, bölükleri gibi sıra sıra dizilmiş Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün “ümidim” dediği gençler, bu defa yoktu.
Uygun adım tek yürek, resmigeçit tören yürüyüşleri yoktu.
Heyecanla, coşkuyla okunan bayram şiirleri yoktu.
Yöresel kostümleriyle bayramlara renk katan, halk oyunları ekipleri yoktu.
Efeler, Zeybekler, Seymenler yoktu.
Halay ekibi, Horon ekibi yoktu.
Okul bando takımlarının gösterileri, belediye bandosu, askeri bando yoktu.
Davul ve kös sesleriyle stadyumu inleten, “Ceddin deden, neslin baban / Hep kahraman Türk milleti” diye başlayan tarihi mehter takımı yoktu.
Fener alayları, elde ay yıldızlı bayrakları, yüzlerce gencin bir araya gelerek oluşturduğu Atatürk koreografisi yoktu.
Milli bayramlar, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş aşamasındaki önemli günleri temsil ederken, dini bayramlar da İslam dininin kutsal günlerini temsil eder. Geçtiğimiz 23 Nisan’ı, 19 Mayıs’ı koronaviris nedeniyle coşkuyla kutlayamadık ama ya önceleri… Milli bayramlarımızı gerçekten milli duygularla mı yoksa özünden uzak mı kutladık? Kuruluş hikâyelerimize yeterince önem verdik mi? Maalesef vermedik, veremedik.
Bayramda erken kalkmak, yeni ve temiz elbise giymek, sevindiğini belli etmek, karşılaştıklarımıza güler yüzle selam vermek, fakirlere sadaka vermek, dargınları barıştırmak, akrabayı, din kardeşlerini ziyaret etmek, onlara hediye götürmek gibi güzel öğütlerle büyümedik mi biz!
Ne oldu bize!
Milli bayramlarımız gibi, dini bayramlarımızı da buruk kutlamaya başladık. İslam dininin kutsal günlerini temsil eden bayram günlerini “tatil” olarak gördük. Anamıza, babamıza, atalarımıza değil, tatil beldelerine koştuk.
Koronavirüs nedeniyle; iki aydır camilerimiz kapalı, İslam dininde cuma günü öğle vakti cemaatle kılınması farz olan Cuma Namazımızı kılamadık. Ramazan boyu teravihler, kandiller hem boynu bükük kaldı.
Bu hafta sonu başlayacak mübarek Ramazan Bayramını bu duygularla kutlayacağız. Sokağa çıkma yasağı nedeniyle; büyüklerimize gidemeyeceğimiz gibi çocuklarımız, torunlarımız bize gelemeyecek. Evlerimiz şenlenmeyecek.
“Hoşunuza gitmeyen bir şeyde sizin için hayır, yine olur ki hoşunuza giden bir şeyde de sizin için şer vardır. Allah bilir, siz bilmezsiniz” ayetine inanıyoruz. "Vardır bunda da bir hayır" diyerek; dini ve milli bayramlarımızı özüne uygun kutlayacağımız günler dileğiyle, Ramazan Bayramınızı tebrik ediyorum.
Kalın sağlıcakla…