Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti devletini Türk milliyetçiliği düşüncesi üzerine kurdu. Hüseyin Nihal Atsız, Cumhuriyet’in ilk elli yılında Türk milliyetçiliği düşüncesini eserleriyle yaşatan fikir adamı oldu. Alparslan Türkeş ise Tanzimat’tan bu yana ilmî, fikrî ve edebî bir hareket olarak toplum hayatımızı etkileyen Türk milliyetçiliği düşüncesini, siyasi platforma taşıyan düşünce ve inanç adamı olmuştur. Türkeş’in siyasi çalışmaları, eserleri ve yetiştirdiği kadrolar sayesinde bu düşünce, toplumun bütün kesimlerini ve devlet hayatımızı etkilemiş, bütün siyasi partiler tarafından savunulan bir düşünce haline gelmiştir.
25 Kasım 1917 tarihinde Lefkoşa’da dünyaya gelen ve 4 Nisan 1997 tarihinde Ankara’da aramızdan ayrılan Türkeş’in hayatı, Türk milliyetçiliği düşüncesinin siyasi iktidara taşınması mücadelesiyle geçmiştir. Bu mücadele sırasında sık sık yargılanmış ve hayatının değişiklik dönemlerinde mahkumiyetler ve sürgünler yaşamıştır. Bu süre içinde 1965-1969 yılları arasında Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi, (1969 –1980) ve (1993-1997) yılları arasında Milliyetçi Hareket Partisi ve 1987-1993 yılları arasında Milliyetçi Çalışma Partisi Genel Başkanlığı yapmıştır. Ayrıca yine bu süre içinde 1965’te Ankara, 1969 –1973 ve 1977’de Adana ve 1991’de Yozgat Milletvekilliği yapmıştır.
1878’den itibaren İngiltere sömürgesi durumunda olan Kıbrıs’ta 16 yaşına kadar çocukluk ve ilk gençlik yıllarını geçiren Türkeş, ilk milli duygularını, oradaki ilk ve ortaokul öğretmenlerinden aldı. Yabancı bir idare altında yaşamanın insan ruhunda oluşturduğu bunalım, onda Türklüğe, tek bağımsız Türk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’ne ve onun kurucusu Atatürk’e karşı yoğun bir sevgi ve ilgi uyandırdı. Bu, zamanla kendisinde Türk milletine, tarihine ve kültürüne mensubiyet şuurunu doğurdu. Bu şuur, genç Türkeş’i, daha Kıbrıs’ta iken romantik bir Türk milliyetçisi yaptı. Bu duygularla ailesi ile birlikte 1933 yılında Türkiye’ye, İstanbul’a döndü.
1944 MİLLİYETÇİLİK OLAYLARINDA “TABUTLUK”TA KALDI
1933'te Kuleli Askeri Lisesine kaydolan Türkeş, 1936'da oradan, 1938'de Harp Okulu'ndan mezun oldu. Bu arada Türkiye’de Türkçülük ve Turancılık düşüncesinin o dönemdeki en önemli temsilcisi Nihat Atsız ve kardeşi Nejdet Sançar’la tanıştı. Onların fikri çalışmalarını ve yayınlarını takip etti. 1944'te Isparta’da üsteğmen rütbesindeyken Nihal Atsız’a yazdığı bir mektuptan dolayı "Irkçılık-Turancılık" davasından yargılandı. 9 ay 10 gün Tophane Askeri Hapishanesinde ve bir süre de “Tabutluk” denilen hücrelerde kaldı. 1945 yılında Askeri Yargıtay kararıyla tahliye edildi ve 1947'de beraat etti.
Türkeş’in hayatı okuma, düşünme ve fikir üretmeyle geçti. O, Türk ve dünya gerçeklerinden kopmayan bir idealistti. Bir özelliği de, öngörüsünün kuvvetli olmasıydı. “Irkçılık-Turancılık” davasının duruşmalarında yapılan "Türk Birliği" tartışması sırasında hâkime söylediği şu sözler onun öngörüsünün ne kadar kuvvetli olduğunu açıkça ortaya koymaktadır: "Meselâ, 1917’de olduğu gibi, 1965’te veya 1990’da, Rusya’da bir ihtilâl zuhur edebilir. O zamana kadar, Türkiye, harp endüstrisi bakımından da, ilim ve irfan bakımından da ilerlemiş bulunur. Türkiye’nin de yardımı ile esir Türk devletlerinin birliğine doğru da yönelinebilinir."
Bilindiği gibi, Sovyetler Birliği, 1980’lerin sonunda dağıldı ve egemenliği altındaki Türk devletleri bağımsızlıklarını kazandılar. Türkeş, Türkiye dışındaki Türklerle daima ilgilenilmesini, “dilde, fikirde, işde birlik” yapılmasını, fakat bunları yaparken, kesinlikle Türkiye Cumhuriyeti devletinin tehlikeye sokulmamasını istemiştir.
TÜRKEŞ’İN MİLLİ DOKTRİNİ : 9 IŞIK
Türkeş, hayatı boyunca Türk milliyetçiliği ülküsünü siyasi hayatımıza hakim kılmaya çalıştı. Ona göre Türk milliyetçiliği, her çeşit taklitten arınmış, kendi cemiyetinin değerlerine bağlı ve o değerleri geliştirici bir düşüncedir. Türk milliyetçiliği, Türk milletine bağlılık ve sevgi, Türkiye Cumhuriyeti devletine sadakat ve hizmettir. “Her şey Türk milleti için, Türk milletiyle beraber ve Türk milletine göre” ilkeleri, onun milliyetçiliğinin özetidir.
Türkeş, Türk milletini en ileri, en medeni ve en kuvvetli bir toplum haline getirme ülküsünü benimsemişti. Bu ülkü, Atatürk’ün “Türkiye’yi muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkarma” hedefinden esinlenmişti. Türkeş, Türkiye’nin bu ülküye ulaşabilmesi için kendine özgün bir milli doktrin oluşturdu. “9 Işık” adını verdiği doktrininin dokuz ana ilkesi şunlardı: “Milliyetçilik, Ülkücülük, Ahlakçılık, İlimcilik, Toplumculuk, Köycülük, Hürriyetçilik ve Şahsiyetçilik, Gelişmecilik, Endüstri ve Teknikçilik”.
Türkeş, gençliğe çok büyük bir önem verirdi. Çünkü ona göre, “Türk Devletinin yenilmez, zinde hayat gücü ve Türk milletinin teminatı ve istikbali gençliktir”. Bu yüzden, savunduğu Türk milliyetçiliği düşüncesini Türk gençliğine benimsetmeyi birinci amaç olarak benimsedi. Bu sebeple 1965 yılında siyasi hayata atıldıktan sonra sürekli gençlere yönelik konferanslar verdi. 1968’den sonra kurulan Ülkü Ocakları’nda da, gençlere Türk milliyetçiliği, Türk tarihi ve kültürü ile Türkiye’nin meseleleri konularında seminerler verilirdi. Türkeş, etkili karizmasıyla milliyetçi ve ülkücü bir gençlik grubunun yetişmesini sağladı. Gençlik, her zaman Milliyetçi Hareket Partisi’nin dinamik gücü oldu. O, bilinenin aksine, gençliğin birbiriyle çatışmasını değil, bozgunculuk, tembellik, ahlaksızlık, cehalet ve yalancılıkla savaşmasını ve sürekli kendilerini geliştirmelerini istemiştir.
MİLLİ BİRLİK VE BÜTÜNLÜKTEN YANAYDI
Türkeş’in milliyetçilik anlayışı, hiçbir zaman ırkçı olmamıştır. Daha doğrusu, Türk milliyetçiliği, hiçbir zaman ırkçı olmamış, her zaman birleştirici bir fikir olmuştur. Türkeş, Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan bütün insanları, Türk milletinin ferdi kabul eder. Kürt vatandaşlarımız konusunda da, çok yapıcı ve tutarlı bir politika izlemiştir. Hayatı boyunca Kürt vatandaşlarımızla bölücü terör örgütünü büyük bir özenle ayırmıştır. Her zaman Kürt vatandaşlarımıza sahip çıkmış ve “Kürtler bizim öz kardeşlerimizdir. Türkle Kürt etle tırnak gibi kardeştir. Biz ne kadar Türksek, onlar da o kadar Türk, onlar ne kadar Kürtse, biz de o kadar Kürdüz. Aynı kutsal kitaba sahibiz, aynı kıbleye yöneliyoruz. Laz, Kürt, Çerkez, Abaza, Çeçen bir ağacın dallarıdır. Bu ağacın adı da, Türktür” demiştir. O, her zaman Türkiye Cumhuriyeti’nin “ulus devlet” ve “üniter” yapısından yana olmuştur.
Türkeş, hiçbir zaman taraftarlarını kin ve nefret duygularıyla kutuplaştırma yoluna gitmemiştir. Çünkü kin ve nefret dilinin, toplumu kutuplaştıracağını ve böleceğini biliyordu. O, her zaman Türk milletinin birlik, beraberlik ve bütünlüğünden yanaydı ve sürekli bu duyguları güçlendirmeye çalışırdı. Bunun en somut örneklerinden birini, son döneminde bir toplantıda milliyetçi kesimin yıllarca “vatan haini” olarak gördüğü Nazım Hikmet’in, İstiklal Harbimizin tek destanı olan Kuvayı Milliye Destanı isimli kitabından “Dört nala gelip uzak Asyadan / Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan / Bu memleket bizim…” mısralarını okuyarak, bu şairimiz hakkındaki tabuları yıkmıştır. Bu da toplumdaki kutuplaşmanın etkisini azaltmasına yol açmıştır. Onun ömrünün son yıllarında gerek merkez sağda, gerekse bazı sol muhitlerde ülkücü camiayı aşan bir saygı görmesi ve bir “siyaset bilgesi” kabul edilmesi, onun yapıcı ve birleştirici politikalarının eseridir.
Türkeş, kendisini tanımayan karşıt düşünceli kişiler tarafından sert ve kavgacı mizaca sahip bir kişi olarak tanınmış ve tanıtılmıştır. Halbuki o, yapıcı, uzlaştırıcı ve ılımlı bir politikadan yanaydı. Onu yakından tanıyanlar, ne kadar sağduyulu, hoşgörülü ve demokrat bir insan olduğunu çok iyi bilirler. 27 Mayıs 1960 ihtilalini yapanlar arasında bulunmasına rağmen, “En kötü hukuk düzeni, en iyi ihtilal düzeninden daha iyidir” diyerek demokrasiden yana olduğunu ortaya koymuştur. İhtilali yapan Milli Birlik Komitesi’nin Başkanı Cemal Gürsel ve arkadaşlarının, kendisini ve arkadaşlarını yurt dışına sürmelerine rağmen, hiçbir zaman onların aleyhinde konuşmamıştır. 12 Eylül 1980 İhtilalinden sonra “MHP Davası”ndan 4,5 yıl hapis yatmış, ama hapisten çıktıktan sonra bir gün bile Kenan Evren ve arkadaşları, özellikle de Türk ordusu aleyhinde hiçbir olumsuz söz söylememiştir. Bunda da Türkeş’in orduyu yıpratmamak ve milli birliğe zarar vermemek hassasiyeti vardır.
Alparslan Türkeş, karşılaştığı sayısız olumsuzluğa rağmen, inandığı davadan ve ülküden dönmeyen, sabırla, tahammülle, cesaretle ve inatla hedefine yürüyen bir inanç ve dava adamıydı. Aynı zamanda inandığı davanın felsefesini oluşturan, dünya görüşünü belirleyen ve bu bağlamda Türk ve dünya meselelerine çözüm reçeteleri sunan bir düşünce adamıydı. Ülkesinin bütünlüğünü ve milletinin birliğini her şeyin üstünde tutan bir devlet adamıydı. Bu çok yönlü kimliğiyle, politikaya atıldığı 1965’ten vefat tarihi olan 1997’ye kadar geçen sürede, Türk milletinin siyasi kaderini derinden etkilemiştir. Davası uğrunda yıllarca tutuklu kalan Türkeş’in emekleri ve onun izinden gidip binlerce şehit veren ülkücü gençliğin emeği boşa gitmemiştir. Türk milliyetçiliği düşüncesi, bu sayede bugün bütün siyasi partilerin sahip çıkmak veya sahip çıkıyormuş görünmek zorunda kaldıkları bir fikir durumuna gelmiştir.
Büyük Türk milliyetçisi Başbuğ Alparslan Türkeş’i aramızdan ayrılışının 24. yıldönümünde rahmetle, minnetle ve şükranla anıyoruz.