MHP Genel Başkanı Sayın Dr. Devlet Bahçeli’ye açık mektup -28-

Efendi BARUTÇU

Sayın Genel Başkan;

Yüksek malumlarınız olduğu üzere; Türkiye, 1876 yılından beri, 146 yıldır değişik tarihlerde 6 defa anayasa yapmış, her defasında büyük ümitler bağlanan bu anayasa değişiklikleri esnasında ülkemiz ciddi meselelerle karşı karşıya kalıp darboğazlardan geçmiştir.

Öteden beri Türkiye’de idari ve siyasi yapıdan kaynaklanan meselelerin “anayasa yaparak” veya “sistem değiştirerek” çözülebileceği yolunda güçlü bir anlayış oluşmuştur.

19. yüzyıl ortalarından itibaren “Kanuni Esasî”nin bütün meseleleri halledecek bir “gümüş kurşun” olduğunu düşünen, daha sonra, yaklaşık bir buçuk asırda 6 anayasa yapmakla kalmayarak bunları sürekli biçimde tadil eden, bu çerçevede “yasama-yürütme-yargı dengesi”nde sonu gelmeyen ayarlamalar yapan bir toplumun “anayasa ve siyasi sistemi kutsallaştırdığını” görmekteyiz.

Tarihi tecrübelerimiz, “anayasa ve sistem” değişikliklerinin idari ve siyasi yapıdan kaynaklanan meselelerin çözülmesinde sınırlı bir tesir icra ettiğini ortaya koymaktadır.

Bir buçuk asırdır, siyasi tartışmalarımızın “Anayasa” ve “sistem” değişimine odaklanması, fetişleştirmenin yanı sıra, bunların bir “amaç” haline getirilmesine, “Anayasa” ve “sistem”in demokrasinin araçları olduğunun göz ardı edilmesine sebep olmaktadır.”

Nitekim, 31 Mayıs 2007 tarihinde yapılan Anayasa değişikliği ile Cumhurbaşkanı’nın halk tarafından seçilmesi esasa bağlanmışsa da 10 Ağustos 2014 tarihinde doğrudan halk tarafından cumhurbaşkanlığına seçildikten sonra bu defa da Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın Anayasa’nın sınırları içinde kalıp kalmadığı tartışmaları giderek artmıştır.

Bu konuda da “en yüksek sesle yapılan itirazları”, MHP Genel Başkanı olarak zât-ı aliniz dile getirmekteydiniz.

Türkiye olarak 2010‘lara gelindiğinde ülkenin ve dünyanın içinde bulunduğu sosyal, siyasi ve ekonomik şartlara, toplumun ihtiyaçlarına cevap veren, parlamenter demokratik düzenin oluşumunu ve aksamadan işleyişini sağlayan hak ve hürriyetleri teminat altına alan mükemmel bir anayasaya sahip olmamız hususunda sosyal bir mutabakat oluşmuş görünüyordu.

Anayasa değişiklik tasarısı için geniş bir mutabakat ile (AKP, CHP, MHP) altmış küsur madde üzerinde anlaşma sağlamış olmalarına rağmen; Sayın Cumhurbaşkanı’nın -büyük bir ihtirasla- vazgeçilmez bir tutku haline getirdiği “Başkanlık Sevdası” ve iktidar partisinin genel başkanlarını “Ebedi Şef” mertebesine çıkarma konusundaki ısrarı sebebi ile bir neticeye varılamamıştı.

Millet olarak özlediğimiz cumhurbaşkanını fikri ahlakından toplumun her kesiminin emin olduğu, merhum Sezai Karakoç:

“Kökünü tarihimizin derinliklerinde bulan, kişilikli, yetkin, güçlü, sorumlu ama zorbalığa, diktatörlüğe, totaliterizme kapalı, hakikat, adaleti fazilet esasına dayanan sistemi başkanlık sistemini getirmek lazımdır. Başkanlık sistemi büyük medeniyet sistemimiz içinde yer alırsa, diktaya dönüşmez.” sözleriyle tarif etmekteydi.

Üstad merhum Sezai Karakoç’un özlemini duyduğu -bizimde büyük ölçüde katıldığımız- başkanlık sisteminin diktaya dönüşmemesi ancak “kuvvetler ayrılığı”nın sert bir şekilde uygulanması ile yani yürütmenin, kanun yapma (Yasama) gücünün (TBMM) ve yargının birbirinden bağımsız olması ve aralarında denge denetim mekanizmalarının kurulmasıyla mümkün olabilirdi.

Sayın Genel Başkan;

Ülkemizde ilk anayasanın ilan tarihi olan 1876’dan beri bu konuda yaşadığımız tecrübeler gösteriyor ki; yeni anayasa arzusunun her seferinde fetiş (kutsallaştırma) haline getirilmesi, bununla bütün meselelerimizin çözüleceğinin düşünülmesinin son derece yanlış olduğu yaşanan zaman içerisinde görülmüştür.

“Teklif edilen anayasa değişikliklerinin sosyal, kültürel ve tarihi karşılıkları bulunmuyorsa değişikliğin ruhunu ve zihniyetini toplum benimseyip kabullenmiyorsa kağıt üzerinde yazılanların uygulanma kabiliyeti sınırlı kalır, sonuçta yeni anayasa beklentileri sürüp gider.”

Sayın Genel Başkan;

Hatırlarsanız, 12 Eylül 2010’da yapılan anayasa değişikliği halk oylaması esnasında AKP cenahının en önemli gerekçeleri, 12 Eylül 1980 darbe anayasasını ortadan kaldıracaklarını, sivilleşmenin önünü açacaklarını, milli idarenin daha iyi tecelli etmesini sağlayacaklarını ve -özellikle de ülkücü milliyetçi kesimin- desteğini alabilmek için 1980 darbesi ile hesaplaşacaklarını ifade ediyorlardı.

Sonradan anlaşıldı ki, bütün dert ve davaları darbecilerle hesaplaşma değil, HSK’nın ve Anayasa Mahkemesi üyelerinin seçim usullerini değiştirerek buralarda “Paraler yapıya mensup yargıçların” hakim olmalarını sağlamakmış.

Bir hakkı teslim etmek bakımından ifade etmeliyim ki; zât-ı aliniz, 2010’da bu tuzağı fark edip takdir edilecek bir tavırla ve yerinde bir kararla “HAYIR” cephesinde yer almıştınız.

2017’ye gelindiğinde, “180 derece tavır değişikliğinizin” makul bir izahını bir türlü bulamıyoruz.

16 Nisan 2017 tarihinde yapılan halk oylamasında eğer kabul çıkarsa, ciddi bir sistem değişikliği ile karşı karşıya kalacağımızı ileri sürerek getirilmek istenen sistemin, millet ve devlet hayatımızda ne gibi fayda ve zararlara yol açacağı hususunun enine boyuna tartışılıp değerlendirilmesi ve kamuoyunu aydınlatması için milliyetçi aydınlara çağrıda bulunmuştuk, ama ne yazık ki, milliyetçi aydınların önemli bir kısmının adeta üzerlerine ölü toprağı serpilmiş gibi sessizliğe gömüldüklerine şahit olduk.

Bu suskunluğun önemli bir sebebi, 15 Temmuz 2016 sonrası ilan edilen OHAL kanunları ile gerçek suçluların yanı sıra darbe teşebbüsü ile hiç alakası olmayan sadece terör örgütü ile “iltisakı-irtibatı” iddiaları ile on binlerce insanın mağduriyetine yol açan “korku iklimi”nin yerleşmesiydi.

Bu süreçte “pareler yapı yargıçları”nın başvurduğu hukuksuz uygulamaları hatırlatan uygulamalar neticesinde toplu tutuklamalar, kamu görevinden ihraçlar, açığa almalar, mal varlığına el konulma v.b. gibi sebeplerle toplum, adeta bir korku tüneline hapsedilmişti.

Yapılan bir halk oylaması değil de adeta bir meydan savaşıymış gibi bir algıyla “EVET” diyenler kahraman; “HAYIR” diyenler düşman askeri telakki ediliyordu.

Bu halk oylaması esnasında ülkeyi yönetenlerin görüşlerinin aksine görüş beyan edenlere karşı uygulanan, siyasi linç kampanyası toplumda büyük tedirginliğe yol açmıştı. Halk oylamasında “evet” çıkması için “devletin bütün imkânlarının seferber edilmesi”nden namuslu vicdan sahibi her Türk insanı gibi biz de rahatsızlık duymuştuk.

Ayrıca bir önceki halk oylamasında yapılan usulsüzlük ve kanunsuzluklardan “en çok ve yüksek sesle şikâyet edenlerin başında zât-ı aliniz geliyordunuz.”.

Sayın Genel Başkan;

Toplum, aynı toplum; millet, aynı millet; iktidar, aynı iktidar; bu halk oylamasıyla olağanüstü yetkiler ile donatmak gayreti gösterdiğiniz Sayın Recep Tayyip Erdoğan, kısa süre önce anayasayı çiğnemekle itham ettiğiniz aynı Recep Tayyip Erdoğan idi.

Değişen, fikir ve tavır değiştiren sadece zât-ı alinizdi.

Biz bunun sebebini bugün bilemesek de tarih elbette kaydedecektir. Dileriz ki bu kayıtlar, sizin lehinize olsun.

16 Nisan 2016 Referandumu ile kabul edilen ve 9 Temmuz 2018 tarihinden itibaren uygulanmaya başlayan “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi”, TBMM`de görüşülürken “MHP Milletvekillerine Açık Mektup” başlığı ile yayımladığım beyannameyi, MHP milletvekillerinin Meclis’teki adreslerine ve e-postalarına göndermiştim.

MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİ MİLLETVEKİLLERİNE AÇIK MEKTUP | Efendi Barutçu (efendibarutcu.com)

Bir başka dikkat çekmek istediğimiz husus da OHAL şartlarında yapılacak bir anayasa değişikliği oylamasının tıpkı 1982 Anayasası’nın sıkıyönetim şartlarında oylanmasından dolayı uzun yıllar tartışıldığı gibi sürekli olarak tartışılacak olmasıydı.

Ayrıca anayasanın hükümet etme sisteminde bir değişiklik yapılacak ise, daha geniş bir mutabakatla yani %51 ile değil en az %70’in üzerinde bir mutabakatla geçmesinin daha sağlıklı ve doğru bir yol olacağını belirtmiştik.

Bunun yanında şayet evet oyları %50’den 1 fazla çıkarsa işte o zaman demokrasimizin büyük yara alacağını, sonu gelmez yeni tartışmaların, aşırı otoriterleşmeye -Allah göstermesin tek adam rejimine- (bunun siyaset dilindeki karşılığı diktatörlüktür) kapı açılmış olacağını yazmıştık.

Ne yazık ki bizim gibi düşünenler bu defa da haklı çıktık.

Bu halk oylaması esnasında gerek Türk milletinin birliğinden birinci derecede mesul olan ve gerekse yürürlükteki anayasaya bağlı ve tarafsız kalacağına namusu ve şerefi üzerine yemin eden Sayın Cumhurbaşkanı’nın, bu yeminini yok saymak bir yana, aleni olarak “Evet” kampanyasına katılması, “Hayır” oyu verecekleri terör örgütleri ile irtibatlandırması ayrı bir talihsizlik olmuştu.

Yine bu kampanya esnasında eğer “hayır” oyları fazla çıkarsa, ülkede büyük bir kaosun çıkacağı iddia edilmiş ve sanki bunu bir anayasa oylaması değil de Sayın Cumhurbaşkanı’nın ve Sayın Binali Yıldırım’ın başbakanlığındaki hükümetin oylanması algısı yaratılarak muhtemel bir istikrarsızlık tehdidi ile halkın “evet” oyu vermesi sağlanmaya çalışılmıştır.

Üzerine “Türk tipi” sosu eklenerek, milletimizin gözünü boyamaya çalışan bu sistemin gerçek başkanlık sistemi ile uzak-yakın bir ilgisinin olmadığını, getirilen sistemin düpedüz bir “tek adam rejimi” olduğunu yazmıştık.

Bu konudaki düşüncelerimizi başta sizin de akademiden hocanız olan Prof. Dr. Atilla Özer olmak üzere;

Ülkemizin tanınmış anayasa hukuku hocaları Prof. Dr. Hasan Tunç, Prof. Dr. Kemal Gözler, Prof. Dr. Burhan Kuzu ve Yargıtay Onursal Başkanı Prof. Dr. Sami Selçuk, hukukçu araştırmacı ve yazar Sayın Taha Akyol’un gündemdeki anayasa tartışmaları ile ilgili yazmış oldukları makaleleri ve kitapları okuyarak kendimizce edindiğimiz kanaatlerimizi -eğer yaşıyorsak yazmanın, milletimize, vatanımıza, devletimize ve hatta insanlığa karşı bir mesuliyet olduğuna inanarak- yayımlamıştık.

Söz konusu mektubumuzda; yasama, yürütme ve yargı erkinin birbirinden kesin çizgilerle ayrılmadığı başkanlık sistemlerinin Güney Amerika ülkelerinde olduğu gibi bir “diktatörlük rejimine” dönüşeceğini, Prof. Dr. Burhan Kuzu’nun “Her Yönüyle Başkanlık Sistemi” isimli kitabından da alıntılar yaparak belirtmiştik.

Şimdi, ilahi adalet önünde “ilmi ile amil olmadığı için” hesap vermek durumunda olan Prof. Dr. Burhan Kuzu, televizyon ekranlarında ilim ahlâkına yakışmayan bir tavırla yazdıklarını inkâr edercesine getirilen sistemin “hararetli savunucusu” olmuştu.

Bu süreçte, TBMM’ye giderek bazı MHP milletvekillerini ziyaret edip, getirilecek sistemin yanlışlarını ve Türkiye’yi bekleyen muhtemel sıkıntıları anlatmıştık.

Ne yazık ki, yine haklı çıktık.

Bizim ve bizim gibi düşünenlerin bütün bu çabaları, zât-ı alinizce haddini bilmemek olarak değerlendiriliyordu.

Tabii biz, “Bilge Lider” olmadığımız için 2022 Türkiyesinin bütün dünyanın hayranlıkla izlediği göz kamaştırıcı, huzur ve refahını, kalkınma mucizesini tahmin edememiştik.

Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki ziyaretlerimiz esnasında, Meclis’teki odasında bulamadığımız bir MHP Sayın Genel Başkan Yardımcısı ile bir saate yakın telefon konuşması yaptık.

Bize hitaben:

“Ağabey ülkeyi artık bir devlet aklı yönetiyor. Endişelenmeyin” demişti.

Biz de ısrarla endişelerimizi sıralayarak meselenin şahıslarla ilgisinin olmadığını, yeni anayasa ile getirilecek olan geniş yetkilerin ne Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a ne Sayın Kemal Kılıçdaroğlu`na ne de Dr. Devlet Bahçeli`ye verilmemesi gerektiğini vurgulayarak; “Kuvvetler ayrılığının olmadığı bir başkanlık sisteminin, zaman içerisinde ülkeyi büyük bunalımlara götüreceğini” ısrarla belirtmiştik.

Aşağıdaki tablo, hararetle savunarak getirilmesine öncülük ettiğiniz cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin, Türkiye’yi göklere nasıl uçurduğunun değil de “uçurumun kenarına nasıl getirdiğinin” çarpıcı bir göstergesidir.

9 Temmuz 2018

9 Haziran 2022

Döviz

4.5 TL

17.20 TL

Enflasyon

%15.85

%73.50

Benzin

6.24 TL

26.23 TL

Mazot

5.69 TL

27.89 TL

İşsizlik oranı

%10.8

%11.3

Dış ticaret açığı

5 Milyar Dolar

32.5 Milyar Dolar

Bütçe açığı

72.6 Milyar

50.167 Milyar

Sayın Genel Başkan;

Bizim bu cüretimiz, cahil cesaretinden kaynaklanıyordu. Zira biz ne Sayın Cumhurbaşkanımız gibi ne de zât-ı aliniz gibi “ekonomist” olmadığımız için milletimizin yüzünün güldüğü (!) bugünleri tahmin edememiştik.

Büyük ölçüde zât-ı alinizin eseri olan “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” ile ne kadar övünseniz azdır!

Devam edecek...

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.