Sayın Genel Başkan;
Zât-ı alinizin de gayet iyi bildiği gibi siyasi hayatta insan başardıkça kendisine olan güveni daha da artar.
Çeyrek asırlık genel başkanlığınız döneminde, milliyetçi hareketin kurucu lideri Türkeş Bey’in vefatından sonra cenaze merasimindeki mahşeri kalabalığın, 1999 genel seçimlerindeki başarıya yansıması hariç tutulursa, ne yazık ki, hiçbir siyasi başarıya imza attığınızı göremedik.
Öyle zannediyoruz ki, bunun başlıca sebeplerinden birisini kendi iç dünyanızda, diğerini ise, MHP içinde yıllardır sürüp giden güven sorununda aramak gerekir.
Türkiye’de “siyasi partiler” ve “siyasi liderler” kısa veya uzun süreli iktidarları döneminde ortaya koydukları başarılar ve milletimize kazandırdıkları eserlerle haklı bir övüncü dile getirirler.
Bütün hatalarına rağmen merhum Adnan Menderes deyince akla önce millet iradesinin hâkim kılınması, ulaşılmaz merkezleri birbirine bağlayan yollar, sanayileşme hamleleri akla gelir.
Adalet Partisi hükümetleri ve genel başkanı merhum Süleyman Demirel denilince; Türkiye’nin enerji meselesine çözümler getirmeye çalışılan barajlar, yollar, yüksek kalkınma hızı ve sanayileşme hamleleri hatırlanır.
Ecevit iktidarları deyince; Türkiye Cumhuriyeti’nin önemli bir atağı olan Kıbrıs Zaferi hariç tutulacak olursa -2000’li yıllardaki hükümet ortaklığınız da dâhil- ekonomik yıkım ve özellikle 70’li yıllarda Ecevit+CHP=Zam, Zulüm, İşkence… akla gelir.
Acaba zât-ı alinizin 25 yıllık genel başkanlığınız döneminde Türk milleti ve Türk vatanı için “Şu şu başarılı projelere imza attık.” diye övünebileceğiniz bir husus var mıdır?
MHP içerisinde 25 yıldır genel başkanlık tartışmaları hiç bitmedi. Her dönemde birileri zât-ı alinizi yetersiz görmüş olacaklar ki, çıkıp MHP genel başkanlığına aday olduklarını ilan ettiler.
Tamamına yakını hain ilan edildi. Bazılarına saldırılar düzenlendi. Çoğu kurultay salonuna alınmadı. Böylece de ilk genel başkanlığınızda söz verdiğiniz “parti içi demokrasi (!)” nin müstesna örneklerini sergilemiş oldunuz.
Bakınız, dünya görüşünü ve icraatlarının büyük bir kısmını (başlangıçta ki;
Kıbrıs politikası,
Çözüm-Açılım süreçleri,
Oslo görüşmeleri,
Habur rezaleti,
Diyarbakır meydanında İmralı canisinin mektubunun okunması, Son yıllarda giderek artan ekonomik başarısızlıklar,
Gelir dağılımındaki adaletsizlik,
Devlet hayatında görülen akıl almaz israflar,
İdari kademelerin birçoğuna ahbap-çavuş ilişkileriyle ehliyetsiz ve liyakatsiz kadroların getirilmesi v.s.)
tasvip etmesek de AKP’nin genel başkanı Sayın Erdoğan’ın karşısına partisinin kurulduğu tarihten bu tarafa bir tek genel başkan adayı çıkabilmiş midir?
Partisini kurduktan iki yıl sonra tek başına iktidara taşımış ve 20 yıldır her seçimden başarıyla çıkmasını bilmiştir.
Son beş yıldır, zât-ı alinizin de olağanüstü destekleriyle yönettiği ülkemizi sonunda -Allah göstermesin- ekonomik yıkıma doğru götürse de bu ülkeyi 20 yıldır tek başına yönetmektedir.
Zât-ı aliniz ve seçkin (!) siyasi kadronuz ise, her seçimde binbir türlü mazeretin arkasına sığınarak siyasi mağlubiyetler zincirine yeni halkalar eklemektesiniz.
Unutulmamalıdır ki, hiçbir mazeret başarının yerini tutmaz.
Sayın Genel Başkan;
Sayın Abdullah Gül’ün, 28 Ağustos 2014’te cumhurbaşkanlığı süresinin dolmasına yakın günlerde kendisine cumhurbaşkanlığına yeniden aday olması halinde, destek vaadin de bulunuyorsunuz.
Sayın Gül de Sayın Erdoğan’ın karşısına aday olarak çıkamayacağını söylüyor ve size Sayın Ekmeleddin İhsanoğlu’nu aday göstermenizi tavsiye ediyor.
Her zaman olduğu gibi “Parti’nin yetkili kurullarıyla istişare etmeden” Ekmeleddin Bey’in ismini gazeteci Fikret Bila’ya açıklıyorsunuz.
Daha sonra da partimizdeki yetkili arkadaşlara Sayın İhsanoğlu’nun ismini gündeme getirmeden önce Türkiye Büyük Millet Meclisi arşiv ve albümlerini dikkatle incelediğinizi, yakın tarihin siyaset ve devlet adamlarının geçmişlerini araştırdığınızı ve sonuçta o tarihlerde İslam İşbirliği Teşkilatı genel sekreteri olan Ekmeleddin İhsanoğlu Bey’de karar kıldığınızı açıklıyorsunuz.
Bizim Sayın İhsanoğlu’nun yakın çevresinden edindiğimiz bilgiye göre ise; “Ekmeleddin Bey’in bu adaylığa altı ay, hatta bir yıl öncesinden hazırlandığı” şeklindedir.
Gerek İslam ülkeleri gerekse milletlerarası camiada az çok tanınırlığı olan bir ilim adamının tercih edilmesi başlangıçta isabetli görülse de Sayın İhsanoğlu’nun Türkiye siyasetindeki tecrübesizliği göz önüne alınınca, siyasetin kurdu sayılan Sayın Erdoğan karşısında pek fazla şansı olmayacağı baştan belliydi.
Sayın Erdoğan ve kadrosu, Ekmeleddin Bey’e, Mısır’ın devrik cumhurbaşkanı Muhammed Mursi lehine ve darbeci General Sisi aleyhine tavır almadığı için diş biliyorlardı.
Ayrıca, MHP içinden bir başka şahsı da cumhurbaşkanı adayı olarak gösterdiğiniz taktirde, seçilemese bile alacağı yüksek oylarla ileride “zât-ı alinize rakip olacağı endişesi” de ağır basıyor.
Bir bölümü Ramazan ayına denk gelen iki aylık seçim kampanyası esnasında, devletin bütün imkânları Sayın Erdoğan lehine kullanılmıştı.
Önce CHP’nin adayı olarak teklif ettiğiniz daha doğrusu “çatı aday” olarak gündeme getirdiğiniz Ekmeleddin Bey’in kampanyası esnasında, seçimleri kazanması için olağanüstü bir gayret göstermediğinizi, yasak savmak kabilinden birkaç ilde yapılan toplantılardan sonra havaların çok sıcak olduğunu ileri sürerek sahadan çekilip, “Sayın İhsanoğlu’nu kaderi ile baş başa bıraktığınızı” dünya âlem bilmektedir.
Daha sonra kendilerini 2015 genel seçimlerinde MHP’den milletvekili seçtirmeniz ise, teselli ikramiyesi kabilinden bir tavır olmaktan öte bir anlam taşımamaktaydı.
O tarihlerde sizin tabirinizle henüz “zillet” olmamış olacak ki, müttefikiniz CHP Ekmeleddin Bey’in cumhurbaşkanı seçilmesi için daha çok gayret göstermekteydi. Bunu Kemal Kılıçdaroğlu’nu veya CHP’yi kayırmak adına değil de, bir hakkın teslimi açısından belirtmem gerektiği inancındayım.
Aziz milletimiz, 2014’de ittifak kurmakta hiçbir beis görmediğiniz CHP’ye bugün “zillet” diyerek ötekileştirmenize bir anlam verememektedir.
Zira, “2014’teki Kılıçdaroğlu ve CHP ile 2022’deki Kılıçdaroğlu ve CHP, aynı Kılıçdaroğlu ve aynı CHP değil midir?” diye sorulmaktadır.
Sayın Genel Başkan;
Siyasi hayatınızdaki bu ifrat ve tefritlerinizden dolayı MHP’liler olarak yorgun düştük.
Yıllardır sergilediğiniz birbirine yüzde yüz zıt siyasi manevralarınıza bir türlü yetişemiyor ve ayak uydurmakta güçlük çekiyoruz.
Öyle anlaşılıyor ki, zihin dünyanızda siyah ve beyazdan ibaret iki hâkim renk bulunuyor.
Dün “kara” dediğinize, bugün “ak” diyorsunuz; dün “ak” dediğinize, bugün “kara” diyorsunuz.
2004 yılı Kasım ayında MHP Genel Merkezi’ndeki son görüşmemizde bize: “Hiç Allah’tan korkmuyorsunuz, AKP’ye bir şey demiyorsunuz, hep MHP’yi eleştiriyorsunuz.” diye çıkışmıştınız.
Sayın Genel Başkan;
Biz, o gün de bugün de AK Parti’nin hatalı politikalarını eleştiriyor, başarılı icraatlarını takdir ediyoruz. Ama ne yerin dibine batırıyoruz ne göklere çıkarıyoruz.
Zât-ı aliniz ise, biz MHP’lilerden bu ifrat ve tefritlerle dolu tavırlarınızı coşkuyla alkışlamamızı bekliyorsunuz.
Dün bize, “AK Parti’ye sövmüyorsunuz!” diye kızıyordunuz; bugün “AK Parti’yi övmüyorsunuz!” diye öfkeleniyorsunuz.
Atalar beyhude kelam etmez: “Öfke; aklı zail eder!”.
Siyaset, “öfke” duygusunun en üst seviyede dalgalandığı alandır. “Öfke; gözü görmez, kulağı duymaz eder!”
Zât-ı alinizin, ülke siyasetine dair körüklediği gerilimli politikalar, zehirli sarmaşık gibi kalpleri ve beyinleri kuşatıyor. “Sevgi”nin yerini nefret, “merhamet”in yerini öfke, “hikmet”in yerini kaba söz alıyor.
Her vesileyle ifade ettiğiniz uluslararası kuşatmaları yarıp ülkemizi düze çıkarmak, milletimizi aydınlığa kavuşturmak her şeyden önce içeride birlik ve huzurun tesis edilmesi, hukukun ve kardeşlik duygularının hakim kılınmasıyla mümkün olabilecektir.
Son derece sorumsuz bir tavırla üç günlük dünya saltanatı için insanlarımızın arasına kin ve nefret tohumlarının atılması, düşmanlarımızın ekmeğine yağ sürmekten başka bir anlam taşımamaktadır.
Devam edeceğiz ...