'Genç yaşında milletin derdine yandı Metin
Her belaya ülküsü için katlandı Metin
Dâvâ, fikir adamı cenkte Kaplan'dı Metin
Bekâ yurdunda yeri en yüce uçmağ ola!
Tefekkür, hikmet ehli olgun insandı Metin'
(Hakkı Duran)
Yiğit Metin! Dünya Ahiret kardeşim, Fedakâr Metin!
Beni, “akrandan yetim” bırakıp gideli iki yıl oldu. Bulunduğun yer’in, benim bulunduğum ‘yer’den, bulunduğun ‘hâl’in benim bulunduğum ‘hâl’den daha iyi olduğundan eminim…
Değerli kardeşim sen, benim tanıyıp bildiğim en ‘mütevekkil’ (olmuş ve olacakların Allah’ın küllî irâdesine bağlı bulunduğuna inanarak her işinde O’nun istek ve rızâsını gözetmek sûretiyle üzerine düşeni yaptıktan sonra O’ndan gelene râzı olan, her hususta Allah’a güvenen, tevekkül eden) ve ‘fedâkâr’ (kendine âit şeyleri başka bir şey veya kimse uğruna vermekten, harcamaktan çekinmeyen, karşıdakinin menfaatini kendi menfaatinden üstün tutup, ona göre davranan) bir Ülkücüydün … Yâni “tevekkül ve fedâkârlığın timsâli” idin.
Aziz kardeşim sen benim tanıyıp bildiğim en ‘mazlûm’ (haksızlığa uğramış, zulüm görmüş hakkını alamamış) bir Ülkücüydün… Sen, suçsuz olduğun halde tutuklanıp, toplam on seneden fazla cezâ evinde yatmış ‘mâsum’ bir Ülkücüydün.
Ulu ve Yüce Allah, “çok âdil, asla zulmetmeyen, hakkaniyetle hükmeden, haktan başkasını söylemeyen ve yapmayan”dır.
O halde Ulu ve Yüce Allah, gösterdiğin ‘tevekkül’ün ve yaptığın ‘fedâkârlıkların" ve de gördüğün ‘zulüm" , uğradığın haksızlıkların, çektiğin çilelelerin karşılık ve mükâfatını –İnşâallah- hem de misliyle mutlaka verecektir!
Sen hayatını bir Büyük ülküye, Milliyetçi Büyük Türkiye ve Türk Dünyasının bağımsızlığına adamış yüce gönüllü bir Ülkücüydün.
Sen, bizler için hayatlarımızı anlamlı kılan cenab-ı Hakkın rızası yolunda Sevgili Peygamberimiz Muhammed Mustafa'nın izinde Oğuz Kağan atamızın "Gökyüzü çadırınız olsun Güneş bayrağınız" buyruğu doğrultusunda Devlet-i ebed müddet fikrine inanmış Türk Devletini güçlü Türk Milletini Mutlu kılmayı amaç edinmiş Ülkücülerdendin.
Temel şiarımız "Her şey Türk için, Türk’ e göre, Türk tarafından"idi.
Davamız bu topraklar üzerinde bütün bir insanlığın hasret ve ümitle beklediği bir iman ve aşk medeniyetinin inşası davasıydı.
Sen ve bizler "Gökkuşağı vurgunları"ydık.
İmanlı, şahsiyetli bilgili ve vatansever Aydınlar yetiştirecek Türk milletinin iki yüz yıllık makûs talihini yenecektik.
Devlet ve Millet hayatında "Ülkücü Dünya görüşünü" hakim kılacak "Tanrı dağlarının göz yaşları"nı dindirecektik ve böylece Türkistan semalarında dolaşan Atalarımızın ruhları şad olacaktı.
Senin ve bizim için hayat "bitmeyen bir koşu"ydu.
İnanıyorduk ki; Büyük Türk Milletine hizmet yolunda
"Mücadelenin zamanı yoktur.
Mücadelenin mekânı yoktur.
Mücadelenin mesaisi yoktur.
Felâkete uğramak, suikastlara maruz kalmak,
Zindana atılıp ipe çekilmek mağlubiyet sayılamaz.
Asıl mağlubiyet, bu felaketlerden yılıp, cesaret ve mücadele azmini kaybetmekle başlar ve gerçek bozgun da budur!..."
Ben şahidim ki sen de hayatın boyuncu mücadele azmini kaybetmeyen gerçek bir dava adamıydın. Ben şahidim ki sen dayanılmaz acılar içinde kıvranırken bile bilgisayarının başında son eserin "Teşkilat" kitabını yazmaya devam ettin ve ne yazık ki gençlik yıllarımızda kitaplarını öğrenci harçlıklarımızla satın alıp zengin ettiğimiz bir yayınevi yayın politikamıza uygun değil diyerek “Teşkilat”ı yayımlamadı. Söz de milliyetçi geçinen bir başka yayınevi de siyaset ağalarından çekindiği için kitabını yayımlamaya cesaret edemedi.
Sen ahiret yurduna gittikten sonra bir vasiyetin kabul ettiğim son eserini “Teşkilat”ı yakında yayımlayacağız. Bazılarının sıradan bir propaganda kitabı zannettikleri bu eserin yayımlandığında – erbabının değerlendirmesi ile – alanında yazılmış çok nadir rastlanan akademik bir eser olduğu görülecektir. Her şey hazır şu anda kitabının sunuş yazısını yazıyorum. İnşallah ruhunu şad edecek bir şekilde yakın zamanda okuyucunun eline ulaşacaktır.
Sevgili Metin; sen yiğit-vakur duruşun ve bilge tavrınla gönüller fethetmeye devam ettin, son nefesine kadar da bu inançla yaşadın.
Vefatından bir ay kadar önce Bursa Şehir Hastanesine yatırıldığını duyunca beni bir an önce sana ulaşmak telaşı almıştı. Kış ayı hava şartları çok çetindi. Doğrusu Bursa’ya tek başıma arabayla gitmeyi gözüm kesmemişti. Konuyu senden bir yıl sonra ahirete yolcu ettiğimiz evladımız şehit Sinan ATEŞ’E açtığımda “derhal gidelim ağabey” dedi ve beni Bursa’ya Sinan’la yeğeni getirmişti. Hastanede doktorlardan izin alarak seni yoğun bakımda ziyaretine gelmiş ve sana şöyle seslenmiştim. “Metin KAPLAN! Biz seninle nice badirelerden geçtik, zindanlara atıldık, yıllarca idam talebi ile yargılandık. Cezaevi isyanlarına karıştık. -Bursa cezaevinde devrimci katillerin şişli bıçaklı saldırılarına uğradın. Karateci Metin olarak hepsini yere serdin.- Hücrelere atıldık. Sürgünlere gönderildik… Bunların hiçbirisi bizi yıldıramadı. Lütfen iyileş, ayağa kalk yüce Ülkümüz yolunda daha yapacak çok işimiz var.” Sense elini hafifçe salladın artık sona geldim elveda der gibiydin. Daha sonra vefat haberini aldığımda alelacele yetiştiğim Bursa gasil hanesinde görevliden izin alarak seni ellerimle yıkayıp alnından öperek yolcu edişim sana karşı son vazifemdi.
Ülküdaşım, kader arkadaşım, yol arkadaşım, dert ortağım, sırdaşım, dostum ve kardeşim! Seni çok özlüyorum.
Şöyle Mahpushane avlusunda -yine mazlum şehit Bakî YEŞİLOĞLU ağabeyin o hoş deyişiyle- "haydi gardaş bir voltaya çıkalım da Millet iki babayiğit görsün" demeyi, Sen, Mehmet KUTUCU ve Baki YEŞİLOĞLU ile birlikte “Eğilmez başınız"la göklere bakışınız ve vakur duruşunuzla voltaya çıkmayı, sonra avluda çömelip birer demli çay kapıp, karşılıklı birer sigara yakıp, dumanını savurarak, Uludağ’ın zirvelerindeki bulutları seyre dalarak öylece sessiz ve kelimesiz, gönül diliyle halleşmeyi ve hasbihal etmeyi çok özlüyorum … Sizler gelmeyeceğinize / gelemeyeceğinize göre ne yapsam? Ben mi yanınıza gelsem? Ha ne dersiniz?
Biz iman ederiz ki;
"Hepimiz Allah’tan geldik yine ona döneceğiz"
"Tekrar mülaki oluruz bezm-i ezelde
Evvel giden ihvana selam olsun!"
Fotoğraf:
Mayıs 1976 Bursa Kapalı Cezaevi avlusu
Atilla Öner- Efendi Barutçu -M.Metin Kaplan