Geçtiğimiz Çarşamba günü 24 Temmuz Lozan Barış Anlaşmasının 96’ncı yıl dönümüydü. Ülkemizin tapusu niteliğindeki bu anlaşmayı kutladık mı? Kutladıysak nasıl kutladık bilen varsa beri gelsin.
Örnek verecek olursak…
Aydın’da Lozan konulu bir açık oturum, sempozyum, seminer duyup gideniniz var mı?
Peki, kim yapacak bu organizasyonu?
Üniversitemiz, siyasi partiler, sivil toplum kuruluşları vs.
Ama özellikle de “Cumhuriyeti kuran partiyiz” diyen CHP…
Efeler Belediye Başkanımız Sayın Fatih Atay’ın, meydanlara astırmış olduğu Lozan konulu afişleri saymazsak “ihtiyaç görülmemiş” diyebiliriz.
24 Temmuz 1923, Osmanlı Devletinin yıkılmasından sonra milletçe vermiş olduğumuz Kurtuluş Mücadelesinin sonucu olarak kurulan, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin tapusunun emperyal güçlerin elinden alındığı gündür.
Konferansa; İngiltere, Fransa, İtalya, Yunanistan, Sırp-Hırvat-Sloven Krallığı ve Japonya hükümetleri ile boğazlar ile ilgili hususlar için Karadeniz kıyı devletleri SSCB, Bulgaristan ve Romanya katıldılar.
Amerika, o zaman da büyük abi rollerinde; gözlemci!
İsmet Paşa Lozan barış görüşmelerine ait hatıralarını anlatırken, o günleri havasını şöyle aksettirir.
“Güçlüğü hatırlamak için size söylüyorum. Orada bir akşam, İngiliz delegesi Lort Curzon, yanında Amerikan delegesi varken bana şöyle dedi:
-Aylardır müzakere ediyoruz. Arzu ettiklerimizin hiç birini alamıyoruz. Vermiyorsunuz. Anlayış göstermiyorsunuz. Memnun değiliz sizden. Ama ne reddederseniz, cebimize atıyoruz. Cebimize saklıyoruz.
-Memleketiniz haraptır. Bunları tamir etmek için yarın geleceksiniz. Kalkınmak için yardım isteyeceksiniz. O zaman bu cebime koyduklarımdan her birini birer birer çıkarıp size vereceğim…
-Ben cevap verdim:
-Çok emekle bu neticeye varmışızdır. İsteklerimiz milletimize göre haklıdır. Bunları hemen almalıyız. Biz bunları alalım. Siz şimdi verin. Sonra gelirsek, istediğinizi yapın…
Lozan antlaşmasının imzalanmasından sonra İngiltere’de New Conventıonal gazetesinde şu satırlar yazacaktır.
“Gerçekten Türkiye, teorik bakımdan bağımsız bir devlet oldu. Lakin bu, ticarette ve eğitimde kabiliyetsiz ve sermayeden yoksun ahaliyi bilenlerce malumdur ki, bu bağımsızlığın ömrü pek kısa olacak ve eski durumu bir başkası üzerine alacaktır”.
Şimdi 4 Şubat 1922’ye dönelim. Müttefiklerin verdiği sulh antlaşması tasarısı kabul edilemezdi. Konferans ise 3,5 aydan beri sürüyordu. Bunun ne demek olduğunu anlamak için, Birinci Dünya Harbinden sonra müttefiklerin, yenilen devletlerin hiç biri ile müzakere masasına oturmadıklarını ve istedikleri barış şartlarını adeta ayakta dikte ederek, hazırladıkları barış tasarılarını öylece imzalattıklarını hatırlamalıyız. Yeni Türkiye ile ise Lozan’da, işte 3,5 aydır didişip duruyorlardı.
Türkiye elbette ki Barış istiyordu. Ama dikte edilmeyi kabul edemezdi. Kaldı ki kendinden istenen şartların hemen hiç birine itibar etmemiştir.
Müttefikler, hem de ültimatom şeklinde şartlandırılmış bir antlaşma tasarısıyla, Türk delegasyonunun karşısına dikiliyor ve İsmet Paşadan bunu imzalamasını istiyorlardı.
İsmet Paşa bu tasarıya eğer imzasını koyarsa Türk İstiklal Savaşının sonuçlarını memleket aleyhine kötüye kullanmak durumuna düşecekti. Eğer imza koymazsa, aylardan beri sürüp giden barış görüşmeleri birden kesilecekti.
Bunun arkasından savaş yeniden başlayabilir miydi?
Belki ve niçin olmasın?
Galip Türk Ordusu ise, son taarruzda son mermisini bile saffetmiş gibiydi. Daha Kocatepe’de Gazi, cephane durumunu sorup da hiç de cesaret verici olmayan bir cevap alınca:
“Tek mermi kalıncaya kadar ateşe devam! Cephane ikmalimizi düşmandan yapacağız…” dememiş miydi?
Gelecek karanlıktı. İsmet Paşanın başının üstünde, büyük bir sorumluluk asılıydı ve karanlık bir belirsizlik dalgalanıyordu. Kara bulutlarla kaplı çileli bir gün yaşanmaktaydı ve an, bir karar adamı istiyordu.
Büyük Millet Meclisinin, Hükümetin ve Gazi Mustafa Kemal’in, o saatlerde Lozan’da İsmet Paşayı desteklemelerinin derece ve şekilleri ise, İsmet Paşa için hiç de aydınlık değildi. Halk, Hükümet ve Millet Meclisinin bütün gözleri kendi üstündeydi.
Bu gözlerde okunan şeylerin, hiddet, şüphe ve güvensizlik olduğunu çok iyi biliyordu. Gelecekte bunlar bir sorumlu arayacaklardı. Belki de bir kurban isteyeceklerdi. Bu kurban ise elbette İsmet Paşanın kendisi olacaktı…
İşte böyle bir ortamda görüşmeler kesintiye uğrayıp, yeniden başlamıştı.
En kötü karar kararsızlıktan iyidiri mi?
En çok bizi mutlu edecek kararı mı?
Emperyalistlerin istedikleri kararı mı?
Orta yolu bulacak bir kararı mı alacağız?
Bir karar adamı aranıyordu. Peki, kimdir karar adamı? Karar adamı elbette ki, kritik anlarda, tehlikeli alanlarda, tehlikeli dönemeçlerde, tehlikeli geçitlerde, arkasından gelenler yahut kendisini gözleyenlere karşı, sorumluluk kabul eden ve kararı verebilen adamdır.
Lozan’dan sonra, Türk siyaset sahnesinde, artık bir ikinci adam vardır. Bu ikinci adam, “Tek Adam’ın ardında, hatta bazen karşısında, ama daima yanındadır”.
“İki ayyaş” Lozan’ı başarabilmiş, ardından Türkiye Cumhuriyetinin tescili yapılmış, yani tapu alınmıştır.
Lozan Barış Antlaşması ülkemizin tapusudur.
İçinde bulunduğumuz an itibariyle emperyal güçler, haçlılar tapuyu delme gayreti içindeler. Yüz yıldır, ülkemizi parçalayıp birden fazla post çıkarıp yeni tapular yaratma peşindeler.
Son 35-40 senedir yapmış olduğumuz siyasi hatalar nedeniyle savaşın eşiğine gelmiş bulunuyoruz.
Milli davamız olan Kıbrıs’ı peşkeş çekmeye kalktık. “Yes be annemciler” ile Kıbrıslı kardeşlerimizi Rumlara ilhak etmeye zorlamadık mı?
Kıbrıs davasının simge ismi Rauf DENKTAŞ’I, “çözümsüzlük çözüm değildir” diyerek ABD ve Batı istedi diye Ergenekon davasına iliştirip, içeri tıkmaya çalışmadık mı?
Saddam Hüseyin’in devrilip, Irak’ın üç parçaya bölünmesine her kademede katkı sağladık. Irak’ta 36. Paralelin üzerindeki Kürtlerin güvenliğine yönelik oluşturulan Çekiç güç’ün görev sürelerinin 6 aylık TBMM uzatmalarıyla, ABD’nin kurmak istediği Kürdistan’ın birinci ayağının oluşmasına izin vermedik mi?
2011’den bu yana uygulamış olduğumuz yanlış Suriye politikaları, Kürdistan’ın ikinci ayağının oluşmasına doğru evirilmiştir. Bizim VİP salonlarından geçirdiğimiz İŞİD mensupları emperyalistler lehinde görevlerini yerine getirip, ABD’nin tuttuğu otobüslerle güvenli yerlere ve ülkelere gönderildiler. Fırat’ın doğusunda PYD/PKK özerk bölgesi yaratıldı. Arkalarında Fransız topçu bataryaları ve ABD güçleri mevzi almış, Türk Ordusunu bekler haldedirler.
Fırat’ın doğusundan Suriye’ye girsek, ABD ile savaşacağız.
Girmez isek, Suriye’nin bölünmesi kaçınılmaz hale gelecek.
Yeni Osmanlıcılık ve Genişletilmiş Misakı Milli havuçları ile Irak ve Suriye’nin bu hale getirilmesinde Türkiye kullanıldı.
“Aldatıldık”.
İktidara gelebilmek için Batı ve ABD ile iş tutarsanız sonuç kaçınılmazdır.
Mısır Müslüman Kardeşleri (İhvan) tasfiye edip Akdeniz sularında fosil yakıt çıkarmak için Münhasır Ekonomik Bölge ilanları yaparken, biz, ABD’nin verdiği Esad’ı devirme görevi ile meşguldük. Bu nedenle, Doğu Akdeniz’de Münhasır Ekonomik Bölge ilanında geciktik.
Ülkemiz K.IRAK, K.Doğu Suriye, Kıbrıs Rum Kesimi ve Doğu Akdeniz üzerinden kuşatma altındadır.
Kurtuluş savaşından beri en tehlikeli bir dönemden geçmekteyiz. Üniter yapımız tehdit altındadır.
Şimdi hataları sorgulama zamanı değildir. Gün, birlik olma günüdür
Buradan çıkış üretmeliyiz.
Çıkış halen vardır.
Atatürk ve İsmet Paşanın partisi elini taşın altına sokmalıdır.
CHP heyeti Suriye’de ESAD ile 2013’de bir görüşme yapmıştır. Bu görüşmenin yeterli ve yararlı olmadığı, yasak savmadan öteye gitmediği ortadadır. Daha üst düzeyde olabilmeliydi.
CHP Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçtaroğlu, Suriye Devlet Başkanı ESAD ile görüşebilmeli demiyorum.
Yarın çok geç. Hemen bugün görüşmelidir…
Tarihi sorumluluktan kaçamazsınız!
Aksi takdirde bu ateş sadece iktidarı değil, bizim ülkemizi de yakacaktır.
Suriye’den sonra Ülkemizin bölünme sürecine girmesi, Sizi ve Partinizi mutlu edecekse sözlerimi geri alıyorum.
CHP S-400 meselesinde ABD’nin yanında yer alan açıklamalardan kaçınmalıdır. ABD’ye şirinlik yapmak CHP’ye yakışmaz. Emekli Büyükelçi, CHP Genel Başkan Yardımcısı Sayın Ünal Çeviköz, ABD’ye gücendirmeyelim anlamında neredeyse ağlayacak demeçler vermektedir.
Antiemperyalist savaş vermiş, Lozan’dan üniter bir devlet çıkarmış, Atatürk ve İsmet Paşanın partisine eyyamcılık yakışmaz.
Sayın Kemal Kılıçtaroğlu ve CHP’den beklenen, Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK ve İsmet İNÖNÜ’nün kemiklerini sızlatmayacak, antiemperyalist politikalar üreterek iktidarı ortak akla yönlendirmektir.
KAYNAK: Şevket Süreyya ADEMİR İkinci Adam