Yeni nesillere bir sorsak,
“Bu kelimelerin anlamı nedir?” diye
Bilen çıkar mı ki? Çıkacağını hiç sanmam,
Çünkü, “laiklik” ve “istifa” sözcüklerinin literatürümüzden kalktı ve kalkalı yıllar oldu.
“Laiklik” için kısaca izah yaparsak;
Memleketimizi yönetmek için parlamentoya gönderdiğimiz vekillerimiz, Milletvekili olabilmek için öncelikle usul gereği bir yemin etmeleri gerekiyor.
Bu yemin Anayasamızın 81. Maddesinde;
"Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma; hukukun üstünlüğüne, demokratik ve laik Cumhuriyet'e ve Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağıma; toplumun huzur ve refahı, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması ülküsünden ve Anayasa'ya sadakatten ayrılmayacağıma; büyük Türk milleti önünde namusum ve şerefim üzerine ant içerim"
Şeklinde olacağını öngörür.
Sayın vekillerimizin iktidar olmuş, muhalif kanatta kalmış, hiç fark etmeksizin bu metni kürsüde okuyup ballı vekil maaşı almak ve yasaların vekillere tanıdığı ayrıcalıklardan yararlanabilmeleri için bu yemin metnini mutlaka okumaları gerekir.
Yemin okurken ağızlarına almış oldukları laiklik sözcüğünü bir kez olsun tekrar telaffuz ettiklerini duyan ya da gören var mı?
Laiklik bilindiği üzere Mustafa Kemal Atatürk’ün cumhuriyetimizi kurup, Türk halkının muasır medeniyet seviyesine ulaşmasının temini için, insan yaşamında su ve oksijen kadar gerekli olduğunu bildiği için mevzuatımıza konulan bir kavramdır.
Öyle çok basit, herkesin ilk söylediği gibi “Din ve devlet işlerinin ayrılığı” şeklinde tanımlanıp geçiştirilemeyecek kadar derin ve anlamlı niteliği olan bir kavramdır ve uygulanması insanlık için elzemdir.
Vekilleri bir yana bırakalım, Atatürk’ün kurduğu Partiye on yılın üzerinde genel başkanlık vazifesi ifa eden zat-ın ağzından bile bir kerecik olsun ben bu sözcüğü duymadım.
Duyan var ise söylesin, ben bu son cümlemi geri alacağım.
Ülke insanını bile isteye cahil bırakan sitemin temsilcileri, çıkarlarının gereği, amaçlarına ulaşmak için “laiklik dinsizliktir”. Bu kelimeyi ağzımıza alırsak “halk bize oy vermez ve biz de muvaffak olamayız” gibi özünde çok yanlış ve ikiyüzlü bir anlayışlarını devam ettirmektedir.
Gelelim “İstifa” sözcüğüne;
TDK Sözlüğünü göre, “Kendi isteğiyle işten veya bir hizmetten ayrılma; çekilme” anlamını taşır. “Bir görevden kendi isteğiyle ayrıldığını belirten dilekçe ‘istifaname’ ” ile yürürlüğe gireceği için tek taraflı, kişinin kendi özgür iradesi ile almış olduğu bir kararın uygulamaya geçmesi için açıkladığı irade beyanıdır.
Tabii ki böyle bir irade beyanı ortaya koyacak zatın birey olduğunu, kendine özgü bir kişiliği, kariyeri ve ilkeleri olduğunun farkında olması gerekir.
Biat kültürü ile yetişmiş, kendi menfaatleri için belli kesimlerle aidiyet ilişkisi kuran, güçlüyü kutsayan, güce bağlı yaşam tarzını kabullenen sözüm ona birey olamamış kişilerden öyle kendi öz başına karar alıp uygulamaya koymasını beklemek nafile bir beklenti olsa gerek.
İstifa sözcüğünün kullanılmaması ve unutturulması için, “Görevden azlini istedi, azil talebi kabul gördü” gibi daha da komik olan bir uyduruk kavramlar icat edildi.
Son yıllarda yaşadığımız binlerce insanımızın yaşamına mal olan facialarda hiçbir kamu görevlisinin,
“ Bu işte benim sorumluğum var, ihmalim oldu, vicdanım sızladı, ben bu vazifeyi ifa etmekte acizim, ben bu makama layık ve ehil değilim, istifa etmem gerekir” diyerek, onurlu bir davranış gösterip görevini bırakan her hangi bir şahsiyetin olduğuna tanık olmadık.
Son Kartalkaya faciasında da bir istifa kararı görmeyeceğiz elbette.
Fransız yazar ve düşünür Albert Camus ne demiş biliyor musunuz?
“Bir ülkeyi tanımak istiyorsanız, o ülkede insanların nasıl öldüklerine bakın!”
Ne kadar doğru ve yerinde bir yaklaşım değil mi?
İstifa sözcüğünün tedavülden kalkmasından buyana Maden ve Tren kazaları, Orman ve otel yangınlarını tek tek burada yazamam çünkü olaylar olduğu günlerde gündemde kalıyor, Asrın felaketi dediğimiz Kahramanmaraş depremi gündemimizde ne kadar kaldı. Yaraları yeterince sarılabildi mi?
Yaşanılan facialar, “Ah. vah, tüh, Allah rahmet eylesin, yakınlarına sabır ve başsağlığı, kader, işin fıtratı vs.” sözcüklerle geçiştirildikten sonra unutulup gidiyor ve ölenlerin öldüğü kalıyor.
Ölümde sorumluluğu olanların hiç birinin istifa etmediği gibi hukuki ve idari hesap bile sorulmadığını görmek geri kalmış ve geri kalmaya ısrarla mecbur bırakılmış bir toplum olduğumuzun belirtisi değil mi?