Aynı mahallenin çocuklarıydık biz.
Aynı havayı teneffüs edip aynı çeşmeden su içmiştik. Birlikte okula gittiğimiz sokaklarda ağladığımız günler olmuştu.
Birbirimizden ne farkımız olabilirdi ki?
Birimizin ayağına çivi batsa, diğerimizin canı yanardı.
Evde kimse yoksa arkadaşımızın evine gider ekmeği teklifsizce paylaşırdık.
Kibir ve üstünlük yoktu, hava atmak gibi derdimiz ise hiç olmamıştı.
Hayatın içindeki insani yaşam biçimini, toplum olma bilincini Cumhuriyetimize borçluyduk.
Dahası Ulus devlet yapımız bize bu yaşamı aşılamıştı.
Peki nasıl değiştik, yabancılaştık birbirimize?
Bu hale nasıl geldik?
Büyüklere sorsanız; "dünya küreselleşti globalizm sardı dört bir yanı" diyorlar. Sınırların kalktığından bahsediyorlar.
Küreselleşmenin maneviyatımızı, dayanışma ve yaşam biçimimizi yok edebileceğini nereden bilebilirdik ki?
Dostluklarımızın yok olacağını aramızda düşmanca davranışların başlayacağını ayrıştıran farklılaştıran fikirlerle boğuşacağımızı nasıl kestirebilirdik.
Kol kola yürüdüğümüz, içten kahkahalarla ayak sektirdiğimiz neşe dolu duygu yüklü güzel günler şimdilerde en büyük özlemimiz oldu.
Eskiden, "amma da statükocusun ne çok kuralların varmış" derdik.
Bugün arıyoruz o eski kuralları. Gözünü sevdiğimin baba fırçasını anne sopasını.
Üniversiteye gittiğimiz 12 Eylül darbesinin olduğu yıllardı. Yönetime el koyan generaller üç yıl yönetimde kaldılar, kan kusturdular ülkemize. Neler olmadı ki bu topraklarda.
Can acıtan dramatik yıllardı seksenler.
1982 anayasası yüzde doksan iki ile kabul edilmişti. Sonrasında sivil iktidarın parlayan yıldızı Turgut Özal olacaktı. O yıllarda ailesi ile gündeme gelmişti Özal. Semra Özal'ın Papatyalar grubu televizyonlarda boy boy fotoğraf veriyordu. Davulcu damat Jaguar arabayla gündeme gelmişti.
Sonraları Korkut Özal, Bozkurt Özal ve yetim Hüsnü çıkmıştı sahneye. Ülke yönetimi neredeyse aile şirketine dönmüştü. Özal ve yönetimdeki aile bireyleri muhafazakâr kültürden geliyordu.
1983 yılının 6 Kasım’ında darbenin prensi olarak iş başına gelen Özal, ülkemizde Liberal ekonominin hızlı savunucularındandı. Devamında gümrük birliğine geçilecek ardından da gümrük duvarları yıkılacaktı.
Ülke hem yabancı sermayenin önünü açacak hem de ithalat rejimine geçecekti.
Artık kapalı ekonomiye son verilerek gümrük kapıları ardına kadar açılacaktı.
Bunun da prensesi Tansu Çiller olacaktı.
Peşinden hayali ihracatlar başlayacak ve vergi iadeleri ile hazinemiz soyulacaktı.
Ülkemiz küreselleşmeye hazır duruma getirilmişti.
Artık dünya konjonktüründe büyük değişiklikler olacak ve doksanlı yıllar son çeyreğe damgasını vuracaktı.
Sovyetler Birliği’nin devrilerek dağılacağı yıllar yaklaşmıştı. Dünya yirminci yüzyılın son çeyreğinde büyük rejim değişikliklerine şahitlik edecekti.
Artık yirmi birinci yüzyıla geçişte, farklılıklar bizi bekliyordu. Dünya gündeminin ortasına Sovyet lider Gorbaçov’un açılımları düşmüştü..
Eski politbüro üyesi Gorbaçov'un glasnost perestroyka söylemi Moskova sokaklarında yankılanacaktı. Çökmek üzere olan Sovyetlerin bu son şansıydı artık.
İlk zamanlar anlaşılmayan bu sloganların açıklık ve yeniden yapılanma manasına geldiği sonradan anlaşılacak ve bu iki kelime dünyaya verilen son mesaj olacaktı.
Sovyetler Birliği yıkılacaktı. İçi çürümüş kalın kabuklu kocaman bir ceviz parçalarına ayrılmak üzereydi.
İşte o parçalardan sayısız devletçikler ortaya çıkacak adına da bağımsız devletler topluluğu (BDT) denilecekti.
"Aynı mahallenin çocuklarıydık" tan buraya nasıl geldiniz der gibisiniz.
Anlatayım müsaadenizle;
Küreselleşme dünyadaki ulus devletleri yolundan çıkarmıştı.
O günlerden başlayan küresel sular devletleri içine çekmiş, dünyada da işaret fişeği çakılmıştı. Çoğumuzun hatırlayacağı üzere, Sovyetler parçalandığında tankın üzerinde dans eden bir adam vardı. Adı Boris Yeltsin idi.
El şakalarıyla öne çıkan ilk başbakan sabırsız bir oyuncu gibiydi. Gorbaçov’un ardından meydanlarda kabus gibi boy gösteriyordu.
Dünya bu çılgın adamın gelişini hayretle izlerken Gorbaçov'un gidişini de şaşkınlıkla seyrediyordu. Sovyetler Birliği yıkılırken küreselleşmeye sıcak bakan devletlerin sayısı da hızla artıyordu. (Litvanya,Letonya,Estonya Gürcistan,Ermenistan vs.)
Ne oldu dünyanın ikinci büyük devletine? Nasıl yıkıldı bu koca dev ülke?
Yoksa dünya tek bir kutup etrafında mı dönecekti bundan sonra?
İşte, o günlerden geldik biz bu günlere.
Bizler dünyadaki bu büyük değişimi seyrederken, birçok ülke küresel yapıya ayak uydurmanın ve bu yapının bir parçası olabilmenin yollarını arıyordu.
Sovyetler parçalandığında on binlerce Rus, Gürcü ve diğer Sovyet bloku içindeki milletler çil yavrusu gibi dağılmıştı.
Bu insanların büyük çoğunluğu Türkiye'ye gelmiş açlıkla savaşıyordu.
Sokaklarda Rus pazarı diye adlandırdıkları pazarlarda getirdikleri malları satan yabancı kadınlar çok kötü durumda idiler.
Bu insanların tamamına yakını eğitimliydi.
Öyle ki içlerinde doktor, eczacı, mühendis olanlar vardı. Ülkelerinde açlıkla mücadele eden bu insanlar dışarıda çözüm bulamayacaklarını kısa sürede anlamış ve çok geçmeden de ülkelerine geri dönmüşlerdi.
Kökleri ve gelenekleri yüzyıllara dayanan Sovyet insanı kollarını sıvayarak ülkesini omuzlayacak ve yeni dünyadaki yerini alacaktı.
Alım gücü neredeyse sıfıra düşen halkın milli geliri en alt sıralara düşmüştü, gıda üretiminde ise çok geride kalmışlardı.
Teknolojileri eski birikimleri kıymetli olan Sovyet halkının pes etmeye hiç niyeti yoktu.
Köklü geçmişi olan bu insanlar Sovyetler Birliği’ni, Rusya yapacak ve bu büyük birikimi disiplin içinde kendi lehlerine çevireceklerdi.
Aradan tam yirmi dokuz yıl geçti.
O günden bugüne hiç durmadan çalıştı bu insanlar.
Bugün Putin'in Rusya’sı dünyanın ikinci büyük aktörü durumuna geldi.
Biz ise ne statik yapıdan tam kurtulabilmiş nede küresel yapıya tam ayak uydurabilmiştik.
Açıkçası ortada tuhaf bir şekilde kalarak yerimizde saydık. Doğal olarak da arkalara düşmüş olduk.
Birçok devlet bizden yıllar sonra müracaat etmesine rağmen Avrupa Birliğine girmiş, biz ise yıllardır kapılarda bekletilmiştik. Milli gelirini önemli ölçüde yukarı çeken devlet sayısı hızla artarken bazı ülkelerde sanayi içindeki mamul üretimini tamamlıyordu. Dahası, biz tarım ülkesi iken şimdi onlar tarıma dayalı sanayiyi gerçekleştirmişlerdi. Şimdi ise samanı, mercimeği, nohudu dışarıdan alan ülke biz olduk.
Biz nerede hata yaptık?
Oysa bu ülke için ne hayaller kurmuş ne çok umut beslemiştik.
Okuyup adam olmuştuk ama bu ülkeyi kurtaramamıştık.
Aynı mahallenin çocuklarına yazık olmuştu.
Geçen yıllara, umutlarımıza yarınlarımıza yazık olmuştu.