Namık Kemal hürriyet kasidesinde diyor ki;
”Ne efsunkâr imişsin ey didarı hürriyet
Esiri aşkın olduk gerçi kurtulduk esaretten”..
Anlaşılır şekle getirirsek; Hürriyetin büyüleyici yüzü senin aşkının esiri olduk amma bu sayede esaretten yani kölelikten kurtulduk…
Nefsinin kölesi olanlar konuşmaya devam ediyor; İzmir milletvekili Ali Aşlık Savcı Öz'e hitaben odasında ölü bulunan bir savcı yardımcısının sonuna benzemesin sonun diyebiliyor.
Ali Ağaoğlu; ”savcı Öz’ün 77 bin liralık Dubai tatili faturasını ben ödedim “ biçimindeki beyanat bana ait değildir önüme bir metin koydular okudum “diyor. Yani kumpaslara devam….
AKP son 10 yıl içinde bizi askeri vesayetten kurtaracak düzenlemeler yaptığını iddia ederek ensemizde boza pişirmeye devam ediyordu. Askeri vesayetten sonra sıra hukuki vesayete gelmiştir, şimdi sizi ondan da kurtaracağım diyor. Hatta bundan 4 sene evvel oynamaya başladığı yargı sistemine verdiği şekil ve oluşturduğu Hâkimler ve Savcılar yüksek kurulu ile Hukukun üstünlüğüne gerçek manayı kazandırdığını düşünerek aklına esen her işi yapabileceğini zannetmeye başlamıştı.
Kendi koyduğu kurallara göre çalışacak ve emrinden dışarı çıkmayacak bir yargı sistemi tasarladığını da artık 17 Aralık depreminden sonra ağzından dökülenlerden anlıyoruz. Başbakan’ın konuştuğu mevzular ve oğlunun sorgulanması konu olunca takındığı tavır sadece ve sadece nefsinin önemli olduğunu ortaya koymuyor mu? Bir tarafta 76 milyon insan öbür tarafta tek başına Tayyip Erdoğan ve ehli beyti… Bunun adına, düşünen beyinler; “bir çılgının hezeyanları” demesi gerekirken düşünmeyen beyinler yeryüzüne gönderilmiş bir halifenin fetvaları adını veriyor.
Yeryüzüne halife olarak gönderilmek bir şahsa münhasır değildir. Kuran’nen sabittir ki yeryüzüne gönderilmiş her insan bir halifedir. Hukukun üstünlüğüne tabi olursa halifelik sıfatı devam ediyor demektir. Eğer hukukun üstünlüğünü kabul etmiyor da “La yüsel” yani soru sorulamaz sorgulanamaz gibi bir değer taşıdığını düşünüyorsa O; sefillerin en sefili en aşağılığı olmayı tercih ediyor demektir.
Sümerler; M.Ö 4 bin yıllarında kurduğu şehir devletlerinde Ziggurat rahiplerinin kazandığı ayrıcalıktan rahatsız olmaya başlayınca bir arayış içine girerler. Çünkü Rahipler idare ettiği dini merasimlerdeki” vazgeçilmez adam” rolü ile toplumdaki bütün dengeleri alt üst etmiş REAYA’yı yani idare edilenleri ve idare edenleri perişan etmeye başlamıştı.
Dini bir vesayet toplumu anasından doğduğuna pişman etmeye başlamıştı. Bize kalan yazılı tabletlerden öğrendiğimize göre Lagaş kralı Urgakina bu oluşan vesayeti kırmak toplumda lazım olan dengeyi sağlamak adına ilk defa yazılı kanunlar hazırlatmış ve Yazılı hukuk dönemini başlatmıştır.
Yazılı hukuk herkesi bağladığı gibi Urgakina’yı da bağlamaktadır. Aklına estiği gibi davranmayı rahiplere yasaklayan hükümdar aynı zamanda kendine de bir sınır koymuştur. Babil Hükümdarı Hammurabi yine tapınak rahiplerinin şirretinden hem toplumu hem devletini ve hem de kendisini korumak için o meşhur Hammurabi Kanunlarını hazırlatmıştır.
Gelelim İslam tarihine; Peygamber efendimizin kutlu izini takip edersek görürüz ki İslam toplumunda bir “din adamı” profili yoktur ve asla oluşmaması için de bu konuda çok büyük bir duyarlılık gösterilmiştir. İslam da ruhban sınıfı olmadığına göre ve hiç kimse de “la yüsel” yani sorgudan muaf tutulmadığına göre hiç kimsenin bir imtiyaz ele geçirme gibi bir hakkı da olamaz.
İnsanoğlu secde eden bir varlıktır. Yani rabıta anını secdede yakalar. Yaradan’a teslim olduğunu ve başka hiçbir güç karşısında secde etmeyeceğini beyan ettiği an olan secde hali aslında insanoğlu için hukukun üstünlüğünün başladığı andır. Hukukun üstünlüğüne inanan insan adildir. ”Kendisine yapılmasını hoş görmediği bir işi başkasına da yapmayan” insandır. Bu güzel huy onun hem adil hem de olgun olduğunu gösterir.
Olgunluk kişinin hem tavırlarında hem de sarf ettiği cümlelerde ve de takip ettiği istikamette belli olur. Eğer bir insan beraber iş gördüğü ortaklarıyla güzel bir sonuç yakaladıysa başarılıdır.Başarıda yönlendiren ve kontrol eden hakimiyeti elinden bırakmayan kişi olarak hissesi elbette büyük olur. Eğer ortaklarından birinin hak yediği ortaya çıkarda başarının bu yenen hak sayesinde gerçekleştiği şüphesi doğarsa hem o iş batıldır,hem de başarı batıldır yani geçersizdir. İmamı Azam Bağdat’ta ortağı ile beraber kumaş ticareti yapmaktadır. Bir gün ortağının müşteriyi tam bilgilendirmeden yaptığı bir satıştan haberi olur. Kar büyüktür veya küçüktür önemli değil fakat sermayesinin içine canı yanan bir müşterinin ahlı parası karışmıştır. Dünyanın en büyük hukuk alimi bütün sermayesini satıp paralarını da fakir fukaraya sadaka diye dağıtmış ve hukukun üstünlüğü prensibini ayağa düşürmemiştir.
Olgun insana düşen hukukun üstünlüğünü her halükarda korumaktır. Yanlışın faturasını yıkacak başka bir sorumlu aramak aciz ve sahtekâr insanın harcıdır.
Orduya kumpas kurmakta faydalandıkları kendi beyanlarıyla sabit olan bir savcının emrine son derece pahalı bir makam aracı tahsis etmek eğer bir rüşvet değilse o adamın kendi mantıklarına göre temininde güçlük çekilen eleman gibi bir özellik taşıması lazımdır. Hiç bir anormalliği yoktur.Fakat aynı savcının soruşturduğu bir yolsuzluk ve rüşvet ağının kendi oğluna kadar dayandığını fark ettiği anda gösterdiği telaş ve saldırganlık tam anlamıyla kendini ele vermektir.
“Oğlum vasıtasıyla bana ulaşmaya çalıştılar” lafı 17 aralık depreminin en çok yıkıntı meydana getiren artçı şoklarından biridir. Başbakan kendi ağzıyla kendini ele vermiştir. Kendinde (Arapça bir klişe sözdür ve hukuk sisteminin en büyük düşmanını ifade için kullanılmaktadır.)La yüs’el yani hesap sorulamaz insanüstü bir özellik taşıdığına inanmaktadır.
Tarihte bu kafa sahiplerine “Nemrut” denildiği görülmektedir. Sağlığında kendini tanrı ilan eden Neron, Caligula gibi sapık Roma çasarları da bu nevidendir.
Mahallenin çirkef çocukları vardır hepimizin çocukluğunda..Bunlarla oyun oynanmazdı.çünkü yenileceğini hissetti zaman ya oyunu bozar,ya oyunun kuralını değiştirmeye kalkar ya da yaptığı bir iyiliği başa kakardı.Yahut da ortak işlenen bir kabahati anlatmaya başlardı… İşte aynen o manzaralar gözümüzün önünde canlanmaya başladı.
Sen de Dubai’ye gittin otel masrafını da Ali Ağaoğlu ödedi hem de 77 bin dolar olarak. Bir sene içinde mahdut gelirli bir savcı 22 defa yurt dışına mı çıkarmış…Zaten o savcı orduya da kumpas kurmuştu gevezeliği hukukun nasıl Organize bir çete tarafından iğfal edildiğini gösteren bir itiraf değil midir? Vee en son olarak kendisine tahsis edilen pahalı bir zırhlı araç geri alındı.
Bitmedi ve bitecek gibi de değil ey millet bizim devlet idare ediyor zannettiğimiz kişilerin itiraf gibi gelen savunmaları… Çok dehşet bir çöküş yaşıyoruz. Milletin kahir ekseriyetine güvenerek hukukun üstünlüğüne yeni bir anlam katan bir kafanın ortaya çıkardığı şeye bakın. Hukukun vesayetini de kaldıracağım diyen kafa yerine cehaletin vesayetini oturtmaya çalışıyor.
Hukukun vesayeti Yaratan’ın koruması altındadır. Bir devlet için olmazsa olmaz ne vardır diye sorulduğunda tek kelimeyle hukukun vesayeti olmalıdır. Hukukun kendisi değil onun Vasilik gücü Yani vesayeti su gibi, hava gibi bir ihtiyaçtır. Senin onu kaldırmaya ne gücün yeter ne de haddin değildir.
Askeri vesayet kanunlar çerçevesinde ve yemekteki tuz miktarı kadar lazım olan bir gölgeliktir. Tuz miktarı kadarına bile ihtiyaç yoktur demek kestirmeden söylersek düşman gel beni becer demektir. Vücuttaki kanın oranı yükseldiğinde bu sağlık belirtisi değildir. Düştüğünde hiç değildir. Lazım olan oranı vücut zaten kendisi kurmaktadır. Kanın içindeki hücreler yine belli bir oran dahilinde korunmak zorundadır. Kan bana yük oluyor bundan kurtulmak lazım demek ihanete yaklaştıran bir cehalettir. Hukuki vesayet hem devletin hem milletin hem yöneticilerin hem de yöneticilere danışmanlık hizmeti veren bütün sektörlerin canlılık garantisidir.
Şahıslar hukuk kurum değildir. Şahısları değiştirince hukuk kurumunda ıslahat yapmış olmuyorsunuz. Eğer hukuk sistemimizde birbirini nakzeden yani yalanlayan kurallar görür de onları yenilerseniz hukuk sisteminin yanlış işleyen tarafını düzetmiş olursunuz. BU hizmetiniz de tarihe geçen bir icraat olarak tescil edilmiş olur.
Ne ruhunu ne de kabuğunu anlayamadığınız vesayet meselesine girdiniz köke çattınız. Çamurlaştınız. Meclis Başkanı’nın itiraf ettiği gibi Devleti de bitirdiniz.T.B.M.M’yi de bitirdiniz. Mevzuatı da delik deşik ettiniz.Tek güvendiğiniz Halkın cehaletidir. "Ben Başbakanın “g…nün kılıyım” diyenlerin yalakalıklarıdır. Bu devir kötü bir rüya gibi muhakkak bir gün bitecektir. Sizleri başımıza musallat eden dış güçler sizi ayakta tutmak için epey yatırım yaptı.
1990 senesi idi. Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu Aydın’a bir konferans için gelmişti. Babam rahmetli de bizdeydi. Onu evde bırakıp gitmemek için babama da teklif ettim geldi, merak etmişti o güzel yüzlü insanı. Zafer sinemasındaki konuşmasını dinledi çok duygulandı ve konferans bitiminde kendisini bizzat tebrik etti.
Fakat yolda gelirken sormadan edemedi; Bu çocuk milletvekili değil fakat bir parti başkanı ağırlığında konuşuyor. Bunun masrafları karşılamaya yetecek bir geliri var mı, bir işi var mı diye bana sordu. Ben de bilmiyorum baba sorayım dedim. Rahmetli Satılmış Kara’ya sordum. O da var dedi. Ankara’da bir inşaat firmasında ortaklığı ve düzgün giden işleri, çalıştırdıkları taş ve kum ocağı olduğunu söyledi. Ben de aynen Babama aktardım ve babamın kafasında bir soru işareti kalmadı.
Aynı soruyu bugün AKP’yi kuran maaşlı il başkanına acaba kaç kişi sordu? Bu değirmenin suyu nerden geldi ve gelmeye devam ediyor dedi ?..Merak eden adama şu cevabı verdiler: ”Parası olmayan parti kurmaya kalkmasın” Yani Torbalı’da bizim bir dükkan komşumuz vardı Rahmetli Nuri Çömez; o ironi için derdi ki; “haram helal ver Allah, çoluk çocuk yer Allah…”