KUDÜS’ÜN TARİHTEKİ YERİ VE HZ. ÖMERİN, SELAHATTİN EYYUBİ VE YAVUZ SULTAN SELİMİN KUDÜS HALKINA VERDİĞİ AHİTNAMELER
Kudüs, tarihi öneme haiz mübarek bir şehirdir. Yahudiliğin, Hıristiyanlığın ve İslamiyet’in kutsal şehridir. Hz. İbrahim, İsmail, İshak, Yakup, Yusuf, Davud, Süleyman, Musa, Harun, İsa ve Hz. Peygamberimiz Muhammed ve daha nice Peygamberlerin gelip geçtiği mukaddes yerdir. Allah’ın mübarek kıldığı Peygamberler şehridir. Hz. Peygamberimizin Mekke’den mücizevi bir yolculuk yaparak Mirac ile Allah katına yükseldiği kutsal yerdir. Bu nedenle Mekke ile Kudüs sürekli bağlantılı olmuştur. Müslümanların ilk kıblesidir. Yüce Allah’ın kutsal kıldığı Mescid-i Aksa’nın bulunduğu şehirdir. Hz. Peygamberimiz üç mescid için ziyaretin yapılmasını buyurmuş, birincisi Mekke’de Kabe’nin yer aldığı Mescid-i Haram, ikincisi Medine’deki Mescid-i Nebevi, üçüncüsü de Mescid-i Aksa’dır. Kuranımız İsra Suresi 1. Ayetinde: “Bir kısım ayetlerimizi kendisine göstermek için, kulunu bir gece Mescid-i Haram’dan, çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa’ya götüren Allah Yücedir. Gerçekten O, işitendir, görendir” denilmektedir.
En eski medeniyetlerin yaşadığı bir yerdir. Dünyanın dini merkezi kabul edilen tarihi Kudüs şehrinde, din ve insanlık izleri bulunmaktadır. Birçok kavgalara, isyanlara, kanlı savaşlara, işgallere, katliamlara zulümlere sahne olan bu şehir yakılmış, yıkılmış ve tahribat görmüş, halkı sürgünlere gönderilmiştir. Babillilerin, Romalıların, Bizanslıların ve Avrupalı Katolik Haçlıların saldırıları ve işgaline, zulmüne uğrayan Kudüs, kimi zamanda Müslüman, Yahudi ve Hıristiyanlar bir arada barış, huzur içinde yaşamıştır.
Asırlar sonra Halife Hz. Ömer, 638 tarihinde görev verdiği İslam Orduları Komutanı Ebu Ubeyde b. Cerrah, Kudüs’ü fethetti ve Patrik Sophronios’dan şehrin anahtarını aldı ve Medine’den Kudüs’e gelen Hz. Ömer’e teslim etti. Hz. Ömer buradaki halka İslam’ı öğretmesi ve adaleti sağlaması için bir kadı tayin etti. Ayrıca, İslam dini esaslarına göre Kudüs’te yaşayan Hıristiyan ve Yahudi halkına ibadet ve inanç hakkı tanıyan, malına ve canına kesin güvence sağlayan ahitnameyi yanındaki sahabeler huzurunda hazırlayıp verdi. Ahitnamede şunlar yazılı idi:
“Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla,
Bu sözleşme, Müminlerin emiri ve Allah’ın kulu Ömer tarafından İlya (Kudüs) halkına verilmiş bir emandır. Onların canlarına, mallarına, kiliselerine, haçlarına, yerleşik ve göçebe olan bütün fertlerine verilmiş bir teminattır. Onların kiliseleri mesken yapılmayacak ve yıkılmayacak ve kısmen dahi olsa işgal edilmeyecektir. İçindeki kutsal eşyaya dokunulmayacaktır. Mallarına el sürülmeyecektir. Kimse dini inançlarından dolayı zorlanmayacak, kendilerine asla zarar gelmeyecek ve yurtlarına Yahudiler iskan olunmayacaktır. Buna karşılık onlarda cizye vereceklerdir. Bunlardan kim yurdunu ter etmek isterse, gideceği yere kadar mal ve can emniyeti sağlanacaktır. Yurdunda kalmak isteyenler ise güvende olacaklardır ve cizye vereceklerdir. İsteyen Rumlarla gidecek ve isteyen de toprağına dönecektir. Hasat elde edinceye kadar onlardan bir şey istenmeyecektir.
Bu, Allah’ın Resul’ünün, halifelerinin ve müminlerin Kudüs halkına verdiği eman ahdidir, vermekle mükellef oldukları cizyeyi ödedikleri müddetçe geçerlidir.” (1)
Daha sonra Hz. Ömer, Kudüs çevresinde yaşayan Hıristiyan halka da ayrıca bir ahitname vermiş ve şöyle demiştir:
“… Bu Ömer İbnü’l-Hattab’ın Kudüs’ü Şerifdeki Zeytun Dağ’ında, İsevi milletinin patriği Safranbos’a verdiği ve bütün reaya ile papaz ve patrikleri ihtiva edecek şekilde tanzim olunan yazılı ahitnamedir. Bütün papazlar nerede veya hangi şartlarda olurlarsa olsunlar, Biz Müslümanlar tarafından emana sahiptirler. Bütün gayri Müslimler, zimmet akdinin hükümlerine riayet ettikleri müddetçe emanları geçerlidir. Biz müminler ve bizden sonra gelecek olanlar onları korumakla mükellefiz. İtaat ve bağlılıkları devam ettikçe bu da devam edecektir.
Verilen bu emniyet ve eman ahdi kendileri için geçerli olduğu kadar kiliseleri, manastırları, dışarıda ve içeride bulunan bütün ziyaret mahalli olan kutsal mekânları için geçerlidir… Bu yazılı fermanda açıkladığımız emirler muhafaza edilsin, onlara riayet edilsin ve ellerinde kalsın! Müminlerden kim bu fermanınızı okur da, şimdi veya kıyamete kadar ona muhalefet ederse, Allah’ın ahdini bozmuş ve Habib’ine isyan etmiş olur.” (2)
Sayısız deprem ve işgallerle yıkılan ve zarar gören şehir, sırasıyla gelen İslam halifeleri tarafından yeniden imar gördü ve Mescid-i Aksa yeniden inşa edildi ve etrafı temizlendi ve bir düzene sokuldu. İslam coğrafyacısı el- Mugaddisi, Kudüs hakkında “Şehirlerin en yücesi” olarak tarif etmektedir. 1047 yılında Kudüs’e yolculuk yapan Persli Müslüman Nasir el-Khusrav, Tapınak tepesinin taşlarına bir yazı kazmış şöyle demektedir: “Bu Sakrah taşı Tanrı’nın Musa’ya kıble olarak buyurduğu taştır… Daha sonra Süleyman’ın dönemi gelmiştir-barış onun üzerinde olsun! O taşın kıble olduğunu görerek onun etrafında bir cami (İlk Tapınak) inşa edilmiştir… Böylece bizim Peygamberimiz Muhammed dönemine kadar kalmıştır.- kutsallık ve barış onun üzerine olsun! Bunun kıble olduğunu bilen kişiler dua ederken bu yöne doğru dönmüşlerdir; fakat Tanrı daha sonra kıblenin (Mekke’deki) Kabe evi olmasını buyurmuştur” (3)
İslam Halifesi Hz. Ömer’in, Kudüs’te yaşayan gayrimüslimlere adalet, merhamet ve insan haklarına dayalı verdiği ahitnameye nazaran, daha sonra Kudüs’ün başına kara bulutlar çöktü ve barbar Avrupalıların Haçlı Seferleri ile Anadolu’da ve Kudüs ve çevresindeki bölge şehirlerinde Müslümanlara yaptıkları katliam ve mezalim başladı. Bunları belgelerle bir bir anlatalım.
Haçlı seferlerinde Anadolu, Kudüs ve çevresi çok büyük katliam yaşamış ve tahribat görmüş, yıkım yaşamıştır. Haçlı seferleri, Papa II. Urbanus’un 1095 yılında toplanan Clermont Konsilinde yaptığı teşvik, tahrik ve talebi edici konuşması üzerine 1096 ile 1272 tarihleri arasında Avrupalı Katolik Hıristiyanların, Müslümanların ellerindeki Orta Doğu toprakları (Kutsal Topraklar) ellerinden almak ve Türkleri Anadolu’dan atmak için karar aldılar. Bölge üzerinde askeri, siyasi ve iktisadi kontrol kurmak ve hâkimiyet sağlamak için, asırlarca devam eden ve milyonlarca insan kaybına ve devletlerin, şehirlerin ve medeniyetlerin tahribine sebep olunan yedi kere seferler düzenlediler.
Bizanslıların aciz imparatoru da, Latin kilisesinden yardım istemiş, bunları da fırsat bilen Haçlı ordusu İstanbul’a gelip şehri yağmalamıştır. Ortodoks Rumlara zulüm ve eza ettiklerinde, birçok Rum Trabzon ve başka illere kaçmışlar, en sonunda imparatorluk yöneticileri ve halkı “Roma Papa’sının tacını görmektense, Türk sarığı görmeyi tercih ederim” demiştir.
1096 tarihinde Kudüs’ü işgal eden Haçlı askerleri, 70.000 yakın insanı kılıçtan geçirmişler, yaptıkları bu katliama doymayarak Hz. Ömer Cami’ne kaçıp sığınan 10.000 civarındaki Müslümanları da şehit etmişlerdir.
I. Haçlı seferinde, Müslümanların katledilmesinin en başında bulunan Godefroy de Bouillon, şehit edilen Müslümanların etlerinin pişirilmesini tavsiye eden Papa II. Urbana yazdığı mektubunda vahşi anlatımında şöyle demiştir: “Kudüs’te bulunan bütün Müslümanları katlettik, malumunuz olsun ki, Süleyman mabedinde atlarımızın diz kapaklarına kadar Müslüman kanına batmış olarak yüzüyoruz.” (4)
Kudüs katliamı ile ilgili olarak başka bir eserde şöyle anlatılır: “Katliam korkunçtu!.. Öldürülenlerin kanları sokaklarda akıyor, atıyla gezenlerin üzerine sıçrıyordu. Akşam karanlığında Haçlılar, sevinçten haykırarak kiliseye geldiler ve kana bulanmış ellerini ayin için uzattılar.” (5)
İlk haçlı seferine katılan şövalyenin kaleme aldığı eserinde: “Böyle bir katliamı o güne kadar hiç kimse ne duymuş, ne de görmüştü! Ölüler piramitler şeklinde yığınlar haline getirilerek yakıldı. Sayılarının ne olduğunu Tanrı bilir” demektedir. (6)
Haçlılar, el-Bara şehrinde küçük- büyük, kadın-erkek demeden herkesi kılıçtan geçirmiş, Hayfa şehrinde ise, herkesi dikili bir haç etrafında toplamış ve vahşice öldürmüşlerdir. Ortaçağ tarihçilerinden Fulcherius Carnotensis bu durumu şöyle açıklamaktadır: “Şövalye ve askerlerimiz, öldürdükleri insanların midelerini deşip, bağırsaklarının içini boşaltılar ve sağken yuttukları altınları aldılar. Bütün evlere giren askerlerimiz, bir kişinin bile sağ kalmasına izin vermediler. Hatta bebeklerin ve yalvaran kadınların bile…” (7)
Bizans İmparatoru Alexis Komnen’in kızı Anna, Alexis Comnen’in Hayatı adlı eserinde, barbar diye anlattığı Haçlıları şöyle anlatmaktadır: “En büyük eğlencelerinden biri rastladıkları Müslüman çocukları öldürmek, kızartmak ve yemekti.” (8)
Avrupalı tarihçi Raoul de Caen’de Haçlıların yaptığı katliam ve zulmü şu şekilde belirtiyordu: “Yetişkin Müslümanları kazanlarda kaynatıyor, çocukları şişe geçiriyor ve kızartarak yiyorlardı.” (9)
Fransız akademisi üyelerinden Funck Bretano Haçlılar hakkında: “Antakya önlerinde açlıktan şikâyet eden Haçlılara, Hıristiyan din adamı Pierre I’Ermit şu tavsiyede bulunur: ‘Açlığınızın sebebi korkaklığınızdır. Türk cesetlerini toplayın! Tuzlayarak pişirilirse daha lezzetli olur!..’ Bunun üzerine Haçlılar onun dediğini yaptılar” demektedir. (10)
Bu Haçlılar güruhunun Antakya da onbinlerce Türk’ü katletmesini ve camilerin yakılmasını bizzat gören Papaz Lemoine, bu durumu şöyle anlatmaktadır: “Bizimkiler sokakları dolaşıyor, rastladıkları çocuklarla, ihtiyarları paramparça ediyorlardı. Ancak o gün herkes boğazlanamadı. Ertesi gün bizimkiler geri kalanları kestiler.” (11)
Hıristiyan tarihçilerden Ch. Mills ise, Fransa Kralı I. Philippe’nin torunu olan Bohemond’un vahşi gaddarlığını şu şekilde açıklamaktadır: “Antakya’da Bohemond, birkaç Türk esirini boğazlattı, herkesin gözü önünde kızarttı. Sonra seyredenlere seslenerek, iştahını tatmin için geldiğini söyledi.” (12)
Halep’in Maarra kasabasını ele geçirdikten sonra, kana susamış vahşi Haçlı ileri gelenleri Papaya gönderdikleri mektuplarında: “Maarra’da hüküm süren kıtlıkta, karınlarını binlerce öldürdükleri Müslümanların etlerini yiyerek doyurduklarını” açık olarak çekinmeden yazıyorlardı. (13)
Alman tarihçi L. Heeren, bir Hıristiyan olmasına rağmen Haçlıların yaptığı vahşeti şöyle açıklıyordu: “Bunlar Moğollar veya dinsiz kavimlerin taşkınlıklarıyla meydana gelmiyor, onlardan daha da barbar olan Hıristiyanlarca yapılıyordu!” (14)
Kudüs’te, Şam’da ve Bağdat’ta Müslüman, Hıristiyan ve Yahudi birlikte yan yana yaşarken ve birbirlerine saygı gösterirken Haçlıların yaptığı insanlık dışı bu acımasız, vicdansız katliam ve zulüm, hangi dine, anlayışa sığıyordu.
Müslümanlara yapılan bu korkunç zulümden Ermeni, Rum, Süryani ve Yahudilerde nasibini almıştı. Arap tarihçi İbn el- Kalanissi Yahudilere yapılanı kanlı katliamı şöyle anlatır: “Yahudiler havralarında toplandılar Ve Frenkler (haçlılar) onları burada diri diri yaktılar.” (15) Haçlılar gelmeden önce bu bölgede Yahudi, Müslüman ve Hıristiyan barış içerisinde yaşıyorlardı.
1096- 1107 tarihleri arasında Anadolu da Selçuklu Sultanı Birinci Kılıç Arslan, büyük mücadele verdi. 600.000 kişilik Haçlı ordusuna karşı Sultan Kılıç Arslan, 20.000 kişilik ordusu ile yıpratma savaşlarına başladı. Anadolu’da Haçlıları en stratejik bölgelerde yakalayıp, ani baskınlarla imha hareketlerine girişti, pek çoğunu kırdı ve Haçlı ordusunu 50.000 kişiye kadar indirerek başarılı olmaya çalıştı. Haçlı orduları Türklerle savaşırken, Ortodoks halktan hiç kimse yardım etmedi. Latin idaresinden ve Katoliklerden şikayet eden Rumlar, Türlerin adaletini ve idaresini istediklerinden Selçuklu Sultanı Gıyasettin Keyhüsrev’e haber göndererek kendisine yardım edeceklerini bildirmişlerdir. Sultan Gıyasettin de bunun üzerine ordusu ile gelip 1207 tarihinde Antalya’yı Haçlıların elinden almıştır.
Selçukluların 25 yıl devam eden Kudüs’teki hakimiyetlerinde, birçok ülkelerden getirdikleri âlim ve din bilginleri ile şehir ilim merkezi oldu. İmam Gazali, İbn-i Arabi ve İbn-i Kayserani Mescid-i Aksa’da dersler verdi.
Kudüs’ün Haçlıların ellerine geçmesinden sonra, 1187 de Eyyubi Devleti Sultanı Selahattin Eyyubi, hazırladığı güçlü ordusu ile Kudüs’te kurulmuş olan Latin Hıristiyan krallığı üzerine yürüdü. 4 Temmuz 1187’de tükenmiş Haçlı ordusunu, Kuzey Filistin’de Taberiye yakınındaki Hittin’de sıkıştırdı ve bir hamlede yok etti. Akka, Beyrut, Sayda, Nasıra, Yafa ele geçirildi. Daha sonra 88 yıl Haçlılarda kalan Kudüs’te darbesini vurarak 2 Ekim 1187’de şehri teslim aldı. Yenilgiyi kabul edemeyen Haçlılar yeniden işgale kalkıştılar ise de tekrar bozguna uğradılar ve başaramadılar. Müslümanları hunharca katleden Haçlılar, Sultan Selahattin’in de kendilerine katliam ve zulüm yapacağını beklediler ve kendilerine yapılan iyi ve insani muameleye şaştılar ve sonunda eman istemek mecburiyetinde kaldılar. Sultan Selahattin yaptıklarını bildiği halde isteklerini kabul etti ve 28 Ağustos 1192 tarihinde, Hz. Ömer’in verdiği ahitnameye dayanarak bir ahitname verdi ve ibadetlerini serbestçe yapabilmelerini sağlayan ahitnamede şunlar yazılı idi:
“Kameme Kilisesi Ömer’in fermanı doğrultusunda Hıristiyanların elinde kalacak, üzerindeki patrik dairesi Mescit haline getirilecek, Kameme Kilisesinde ki Hıristiyan ayinleri Müslümanlara haber verilerek açılacak, diğer günlerde kapıları kapalı tutulacak ve Müslüman kapı görevlisi görev yapacaktır.” (16)
Kameme Kilisesinin üzerindeki mescide çevrilen yer bugün “Selahattin Mescidi” diye anılmaktadır. Yenilen haçlı ordusunun başında bulunan Kral Richard’ın hasta olduğunu öğrenen Sultan Selahattin, İslam dininin verdiği büyük hoşgörü ve merhametle, ona hekim göndermiş ve hastalığının tedavisini sağlamıştır. Kral gördüğü bu iyilik ve yardım karşısında “Ben insanlığı Selahattin’den öğrendim” demiştir. (17)
Osmanlılar döneminde Osman Gazi, oğlu Orhan Gazi’ye “Alemi adaletle şenlendir” vasiyeti üzerine, kendisinden sonra gelen padişahlar da, aleme nizam veren adaleti ve huzuru göstermişlerdir.
İstanbul’u 1453 tarihinde fetheden Fatih Sultan şehre girmekte olan askerlerine “Bize silah çekmeyen, bize mukavemet etmeyen kişilere hiçbir şekilde dokunmayın” demiş, ayaklarına kapanan şehir halkına da “Kalkınız! Ben Sultan Mehmed, hepinize söylüyorum ki, bu andan itibaren artık ne hayatınız, ne de hürriyetiniz hususunda gazab-ı şahanemden korkmayınız” diyerek, şehir halkına da “Hıristiyan ahalisinin mallarına, canlarına, kiliselerine ve ibadetlerine kimse dokunmayacak” diye ahitname vermiştir. 1463 tarihinde Bosna’yı fethedince de, Bosna Ruhbanlarına da aynı hakları tanıyan ahitname sunmuştur. Türk Milletinin asaletini, adaletini, himayesini, hoşgörüsünü, merhametini, hakkaniyetini ve insani yaklaşımını ortaya koymuştur.
Endülüs’teki Müslüman devlet idaresinde adalet ve huzur içinde yaşayan insanlar, İspanya ve Portekizlilerin 1492 de kanlı kıyım ve zorbalıkla, son İslam yönetimi Gırnata bölgesini ele geçirmeleri üzerine Müslümanlar ve Yahudiler büyük sürgün ve göçe zorlanmışlardır. Yıllardır yaşadıkları bu topraklardan kovulan ve hiçbir ülke tarafından kabul edilmeyen Yahudileri, Padişah II. Bayezıd Osmanlı topraklarına yerleşmelerine izin verdi. Kemal Reis, kan dökücü Hıristiyan Haçlıların elinden kurtardığı Müslümanlarla birlikte Yahudileri de gemilerle alıp getirdi ve Türklerin adaletini, hoşgörü ve merhametini gösterdi.
Amerikalı eğitimci ve yazar Cyrus Hamlin Türkler hakkında: “Avrupa’nın bizzat Hıristiyan kanı döktüğü ve inançları değişik olanlara vahşice zulümler yapmaktan zevk duyduğu bir devirde, Osmanlı devleti engizisyonun bulunmadığı yegâne memleket oldu. Hıristiyanlar tarafından her yerden kovulan, tard ve takip edilen Yahudilerin sığınak bulabildiği tek memleket de barbar dedikleri Türkiye olmuştur” demiştir. (18)
Daha sonra Yavuz Sultan Selim Mısır seferi sırasında, Osmanlı ordusu 28 Aralık 1516’da Sinan Paşa önderliğinde, Kudüs’e girdi. Kudüs’ün fethinden sonra Yavuz Sultan Selim mukaddes Kudüs şehrini 31 Aralık 1516 tarihinde ziyaret etti ve şehrin ismini Kudüs-ü Şerif olarak değiştirdi. Bölgede yaşayan gayrimüslimlere, daha önce Hz. Ömer’in, Selahattin Eyyubi’nin, Fatih’in verdiği ahitnamelere benzer şekilde, dönemin kadısı Muhammed tarafından hazırlattığı can, mal ve ibadetleri gibi konularda haklar sağlayan bir ahitnameyi verdi. Kudüs’te ayrı dinlerden Rum Patrik Atalye ve Ermeni Patriği Serkiz’e verdiği iki ayrı ahitnamede şunlar yazılı idi:
“Emr-i şerifim doğrultusunda, her kim bir başka şekle giderse ve bozarsa, Allah-u Teala’nın kılıcına uğrasın!...
Allah-u Teala ve Resulünün yardımıyla, Kudüs-ü şerife gelip saferül-Hayr ayının 25. Gününde kapı feth olunup, Ermeni taifesine patrik olan Serkiz namlı rahip, bütün ruhban ile beraber reaya ve beraya gelip, bağış ve nimetlerimden rica ve temenni kılmışlardır. Evvelki şartları olup, ellerinde olan kilise ve manastır ve sair ziyaretleri ve içeride ve dışarıda bulunan kilise ve mabethaneleri, önceden zapt ve tasarruf edegeldikleri minval üzere, Ermeni taifesine patrik olanlar zapt ve tasarruf eyleyeler.
Hz. Ömer’in olan ahitname-i hümayun ve merhum melik Selahattin zamanından beri verilen şerefli emirler mucibince zapt ve tasarruflarında olan Kamame ve Beytül-lahm mağarası ve kuzey tarafındaki kapı ve büyük kiliseleri, Mar-Yakup ve Deyrüz-Zeytun ve Habsül-Mesih ve Nablus ve kiliselerine tabi milletlerden olan Habeş ve Kıbti ve Süryani milletleri, Mar Yakup kiliselerinde mekan tutmuş olan Ermeni patrikleri tarafından zapt ve tasarruf olunup, başka milletlerden bundan sonra bir fert müdahale ettirilmemek babında, bu saadetli nişan-ı hümayunumu verdim….
… Verilen saadetli Nişan-ı hümayunum mucibince amel olunup, ol babda evlat ve atalarımdan veya büyük vezirlerimden ve Salihlerden ve kadılardan ve beylerbeyi ve sancak beyi ve mir-i miran ve voyvadaları ve beytülmal ve adamları ve subaşıları ve zeamet ve tımar erbabı ve mal mutasarrıfları ve diğer kapım kullarından ve gayrıdan hasıl olan konmuş ve kalkmış ve büyükden hiçbir fert veya fertlerden kim olursa olsun, hangi tarafta olursa olsun ve hangi sebeple olursa olsun girip ve taarruz kılmayıp bozmayalar ve değiştirmeyeler. Her kim müdahale ve taarruz eder ve bozar ve değiştirirse, Melikül-Muin olan Allah’ın katında mücrimlerden ve asi sayılanlardan sayılalar!
Şöyle bileler, hükmümdeki tuğramı görenler gerçek ve içindekileri doğru bilip alameti şerife (Tuğraya) itimat kılalar.” (19)
1502 tarihinde İspanya Kralı Ferdinand ve eşi Kraliçe İzebella, ülkesinde İslam dinini yasakladı ve bu dine inanların bulunduğu takdirde, cezalarını ölüm olduğunu söyledi. Camiler bir bir yıkıldı, Arapça yasaklandı, Kuranlar ve İslami eserler toplatıldı ve yakıldı. Müslümanlar için üç tercih koymuşlardı. Ya Hıristiyan olacaklar, ya bu ülkeden gidecekler, ya da öleceklerdi. Hıristiyan olduk diyenlere inanmıyorlar, namaz ve oruç ibadet yapıyorlar mı diye sıkı kontrol ediyorlardı.
Kral Ferdinand’ın yaptığı bu zulme karşılık ve Orta Avrupa ve Balkanlarda Hıristiyanların Müslümanlara yaptıkları ezalar karşısında, Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim, büyük hiddet duyarak aynı ile karşılık vermek istedi ve toprakları üzerindeki kiliseleri cami haline çevirip, Hıristiyanları da Müslüman olmaya zorlayacaktı. Ancak bu konuda fetva istediği Şeyhülislam Zembili Ali Efendi “Dinde zorlama yoktur, iman ile küfür birbirinden kesin olarak ayrılmıştır, zinhar düşünülmesi dahi caiz değildir. Mademki onlar hükümdar idaresine girmeyi kabul etmişler, İslam’a göre onların can, mal ve ırzlarını kendi can, mal ve ırzlarımız gibi korumağa mükellefiz. Bu yolda onları cebretmek Şeri şerife aykırıdır!” diyerek padişahın kararına engel olmuştur. (20)
Kanuni Sultan Süleyman Mescid-i Aksa çevresine 4 km uzunluğunda, 12 m. yüksekliğinde ve 1.5 m. kalınlığında surlar yaptırmış, kutsal mabedin dış yüzünü mermer ve çinilerle bezemiş, eşi Hürrem Sultanda büyük imarethane, dükkanlar, medreseler, tabhaneler ve camiden oluşan bir külliye yapımını sağlamıştır. 1870 yılından itibaren başlayan Yahudi göçü ile Kudüs’ün hayatı bozulmaya başlamıştır. Padişah IV. Murad, III. Osman, I. Abdulhamid, II. Mahmut, Abdulmecid, Abdulaziz Kudüs’ün yeniden inşa ve onarımında büyük hizmetler vermişlerdir. II. Abdulhamid, şehrin imarı için çalışmış ve Yahudi göçünü engellemek için çok uğraşmıştır. 11 Aralık 1917 yılında İngilizlerin Kudüs’e girmesi ile artık karanlık ve felaket yıllar başlamış oluyordu ve Türklerin ve Müslümanların hâkimiyeti de sona eriyordu. 1948 yılında kurulan İsrail Devleti ile Kudüs yeniden kanlı savaşlara sahne oluyordu. Amerika, İngiltere ve Fransa’nın desteği ile 1956 da Mısır’a karşı, 1967 de Mısır, Suriye ve Ürdün’e karşı, 1968 de Ürdün’e karşı, 1973 de Araplara karşı savaşmış, 1982 de de Lübnan’ı işgal etmiş ve birçok Müslüman kanı dökmüş, halende Filistin’le çatışma içinde Müslümanlara zulüm ve katliam içinde olmaktadır.
400 yıl süren Türk İslam medeniyetinde ki adaleti, barışı, hoşgörüyü ve insanlığı asırlar geçse de, bugün Kudüs’te yaşayan insanlar özlemle aramakta, Türklerden övgü ile bahsetmektedirler. Türkler, Kudüs ve bölge toprakları üzerindeki hâkimiyetlerin de ırk, dil, din farkı gözetmeksizin herkese adaletli bir yönetim izlemiş, insanlara saygı göstermiş ve Kudüs’ün Şam kapısında kale duvarındaki kitabeye “Allah’tan başka ilah yoktur ve Hz. İbrahim de O’nun dostudur” ibaresini yazdırmıştır.
1047 yılında Kudüs’e yolculuk yapan Persli Müslüman Nasir el-Khusrav Tapınak tepesinin taşlarına bir yazı kazmış şöyle demektedir: “Bu Sakrah taşı Tanrı’nın Musa’ya kıble olarak buyurduğu taştır… Daha sonra Süleyman’ın dönemi gelmiştir-barış onun üzerinde olsun! O taşın kıble olduğunu görerek onun etrafında bir cami (İlk Tapınak) inşa edilmiştir… Böylece bizim Peygamberimiz Muhammed dönemine kadar kalmıştır.- kutsallık ve barış onun üzerine olsun! Bunun kıble olduğunu bilen kişiler dua ederken bu yöne doğru dönmüşlerdir; fakat Tanrı daha sonra kıblenin (Mekke’deki) Kabe evi olmasını buyurmuştur”
Sicilyalı Türkolog Dr. Giovani Pampani çok güzel tespitinde şöyle demektedir: “Barış ve adalet içinde birlikte yaşamak konusunda bugün dünya Osmanlının çok gerisindedir.” (21)
Günümüzde demokrasinin, insan haklarının, özgürlüğün, medeniyetin savunucusu ve öncüsü olan ve dünyaya kendilerini bu şekilde sunan batılı devletlerin ve Yahudilerin nasıl bir din anlayışına sahip oldukları, nasıl bir mili kimliğe ve geçmişe sahip oldukları ve soylarının ve atalarının kimler olduğu tarihi belge ve bilgilerle görülmektedir. Bugün bu mukaddes bölgelerde ki insanlar Türklerin adalet, merhamet ve hoşgörüsüne muhtaç haldedirler.
KAYNAKLAR
1-2-4- 5-21 Arası- Önder Şuşoğlu- Türkler Geliyor- Kum Saati Yay.- İst.2007-S.104-71-72-73-76-83-84-74-76-106-112-114-121
3- Simon Goldhill- Çeviren İbrahim Şener- Kudüs Tapınağı- Doruk Yay.-İst.2011-S.110
Süleyman Gündüz – Tanrı Şehri Kudüs- Sakarya Büyükşehir Belediyesi - 2015
Yasemin avcı- Değişim Sürecinde Bir Osmanlı Kenti Kudüs- Phonix Yay.- Ank.2004
Stratis Tsirtas- Çev. Aykut Derman- Kudüs- Can Yay.- 2012
Sefer Turan - Allahaısmarladık Kudüs - Pınar Yay.- 2011
Ali Hardar Aksal - Ah Kudüs - Pınar Yay.- 2010
Türkler Ansiklopedisi - Mili Eğitim Bakanlığı Yay. - Ank.
Süleyman Kocabaş - Tarihte Adil Türk İdaresi - Vatan Yay.- İst. 2005