Peki 12 Eylül öncesi veya sonrası devleti yönetenlerin Ülkücülere kastı neydi?
Bize ısrarla şu soruyu soruyorlar:
“Anladık, 12 Eylül’den sonra devlet aşırı solu devlet düşmanı olduğu için ezdi. Sizler Ülkücüler, vatanın bütünlüğünden, milletin birliğinden, devletin bekasından yanaydınız, devlet sizi neden ezdi?”
Bizce bu sualin cevabı şudur:
Bizim varlığımızdan ve mücadelemizden sadece Sovyetler Birliği taraftarları değil; batıcılar, kapitalist emperyalistlerin yerli işbirlikçileri ve ABD muhipleri de rahatsızdı. (Lütfen yazımızın üçüncü bölümündeki ABD’nin Türkiye Büyükelçisi’ Jamies Spain’in itiraflarını Sadi Somuncuoğlu ‘nun anlattıklarını darbeci generallerden Nurettin Ersin’in söylediklerini gazeteci Ufuk Güldemir ‘in Cumhuriyet Gazetesi'nde ki ABD Büyükelçisi ile yaptığı röportajı, gazeteci Engin Ardıç ‘ın 27 Ocak 1990 tarihli Sabah Gazetesi'nde ki yazısını, Prof. Dr. Mehmet Akif Okur'un “ ABD belgelerinde Türkeş” başlıklı araştırmasını bir daha okuyunuz.)
ABD ve dostları dünyanın her tarafındaki milliyetçi hareketlerden rahatsız olduğu gibi bizim varlığımızdan da rahatsızdı. Çünkü Anadolu’dan büyük şehirlere yükseköğrenim için gelen on binlerce genç insan ve aydın Türkiye’yi ve dünyayı sorgulamaya başlamış, Türkiye’nin iktisadi ve kültürel geri kalmışlığı üzerine milli ülküler etrafında toplanarak Türk Devleti'ni önce bölgesinde sonra dünyada daha güçlü bir ülke haline getirmek amacını her ne pahasına olursa olsun bir hayat gayesi haline getirmişlerdi.
Belki dünyayı yeteri kadar tanımıyorlar bilgi birikimleri, siyasi tecrübeleri yeteri kadar yoktu ama kıblelerinin doğruluğundan ve yegane istikametlerinin Türkiye’yi kalkındırmak ve yükseltmek yolu olduğundan da kimse şüphe etmemelidir.
12 Eylül askeri darbesinden sonra bizzat yaşadık ve yıllardan beridir görüyoruz ki “Darbeci anlayış sistemi felç etmiş ve bunu fırsat bilen ihanet çeteleri için gün doğmuştur. İlkesiz, iddiasız ve gayesiz bırakılan gençlik sonunda kendi milli kimliğine karşı kurulan komploların bir parçası haline gelmiştir.
O günden bugüne gençliği milli, İslami, insani, ahlâki ve manevi değerlerden ve çağdaş bilgilerle donanmaktan mümkün oldukça uzak tutma gayretlerinin ardında küresel güçlerin ve yerli etki ajanlarının rolü sanıldığından da fazla olmuştur.
Burada bir parantez açıp şu hususu açıklıkla belirtmemiz gerekiyor: “dış güçlerin Türkiye ve benzeri ülkeler üzerinde nüfuz alanlarını genişletme ve bu sebeple de bu ülkelerin kalkınma hamlelerini baltalama çabaları kendi milli menfaatleri açısından anlaşılır bir durumdur. Ama Türkiye’nin kalkınamayışının yegane sebebini yalnız başına sadece dış güçlerin engelleme çabalarıyla izah etmekte pek gerçekçi değildir.
Millet iradesine on yılda bir yapılan müdahaleler tecrübeli siyasi kadroların dağılmasına ve her şeye yeniden başlanılmasına sebep olmaktadır.
Siyasi partilerde tek parti döneminden beri kötü bir gelenek olarak devam eden lider sultası ve genel başkanın erişilmez, tartışılmaz,yanılmaz olduğu anlayışı liyakatin öne çıkmasına mani olmaktadır.
Birkaçı hariç sayısının çokluğuyla öğündüğümüz Üniversitelerimizin çağın icab ve gelişmelerine uygun ilim müeesseleri durumuna gelememesi kalkınma yolunda büyük bir handikaptir.
Akademi her geçen gün biraz daha değersizleşmektedir.Üniversiteler ilim müesseseleri olmaktan bir hayli uzak siyasi iktidarın birer yan kuruluşu durumuna düşmüştür.
Çok iyi yetişmiş binlerce uzman Türkiye’de kendilerini mesleki yönden geliştirme imkanı bulamadıkları ve maddi yönden tatmin edilemedikleri için yurtdışında kendilerine daha geniş imkanlar sağlayan ülkeleri tercih etmektedirler.Bunun adı BEYİN GÖÇÜDÜR.
Bu gidişin en önemli sebeplerinden biride bu insanların Türkiyenin geleceği konusunda duydukları derin endişe ve ülkede temel hak ve hürriyetlerin büyük ölçüde askıya alunması karşısında yaşadıkları deri endişelerdir.
Yerli sermayede aynı endişelerle hızla yurtdışına çıkmaktadır.
Türkiye’de siyaset çoğu zaman millete hizmet alanı olmaktan ziyade rant aracına dönüştüğü için ülkenin son derece de sınırlı kaynakları buharlaşmaktadır.
Muhalefetteyken iktidara geldikten sonra bütün yolsuzlukların hesabını soracağını vadeden siyasetçiler;iktidara geldiklerinden sonra bu sözlerini unutmakta ve bu soygun ve talan düzeninin birer parçası haline gelmektedirler.
Ülkede Yatırım için gerekli olan iç tasarruf meyli çok düşüktür. Gerekli yatırım sermayesi oluşturulamamaktadır.Devlet ve vatandaşlar konfor düşkünlüğü ve sınırsız israf içindedir.
Cumhuriyetin ilk yıllarından beri devletin geniş desteklerine mazhar olmuş birkaç holding bir türlü yerli milli burjuvazi özelliğine kavuşamamış yabancı ülkelerin büyük sanayi kuruluşlarının acentesi durumundan kurtulamamıştır.
Dışarıdan gelen yabancı sermaye ise katma değeri yüksek teknoloji yatırımları yerine iç tüketimi daha da kamçılayacak alanları tercih etmekte ve kriz anlarında hızla yurt dışına çıkarak iktisadi mali krizlerin daha da derinleşmesine sebep olmaktadır.
Bu ve benzeri bir çok sebepler ayrı bir çalışma konusudur. Özetle şunu söylemek gerekirse:"millet olarak başımıza gelen her felaketin sebebini dış güçlerde aramak kolaycılığından ve komplocu zihniyete düşmekten de kurtulmak lazımdır. Burada ünlü şarkiyatçı Bernard Levis’in bir tespitini yazmadan geçemeyeceğim: “Batılı kalkınmış ülkeler herhangi bir felaketle karşılaştıklarında kendilerine "biz nerede hata yaptık"? sorusunu yöneltirler. Türkiye ve benzeri Doğulu ülkeler ise herhangi bir felaketle karşılaştıklarında: "bunu bize kim yaptı?"Sorusunu yönelterek sebepleri hep dışarıda ararlar”
Devam edeceğiz.