“Ne kadar aşağılıksın” diyen birine, “henüz birine ne kadar aşağılıksın diyecek kadar damı aşağılığım?” deseniz nasıl bir cevap alırsınız acaba? Karşı karşıya gelmek başka, karşılaşmak başka şey. Soğukta ve sıcakta vücut ısısını korumasını bilen var. Gönül ısısını dengede tutmak ise daha zor.
İnsanoğlu bu, karşı karşıya gelmekten de, karşılaşmaktan da korkar oldu. Aynalarda bile nedense hep kıyafetimize ve şeklimize bakar olduk. Gözümüzün içine bakmayalı kaç zaman geçti. Ya biz bize bakmayalı ne kadar oldu. Anne bile evdeki işini bitirme telaşından, bebeğinden bakışını kaçırır oldu. Dostlar, akrabalar ve iş arkadaşları arasındaki karşılaşma veya karşı karşıya gelmeler nasıl?
Bir de aksini düşünelim. “Ne kadar iyisiniz.” Diyen birine, “henüz birine ne kadar iyisiniz diyecek kadar iyi değilim.” Desek, bir de mütevaziliğinizi sergilemiş olsak ne iyi olacak değil mi?. Hiçlik dünyanızda kendinizden başka herkesi sayar, kabullenir ve tevazu hırkasının içinde güneş timsali çevrenizi ısıtır ve ışıtırsınız. Karşı karşıya gelmekten ve karşılaşmaktan çekinmezsiniz. Zira kendisini hiç sayanlar, her yerde dolu olarak karşılanırlar.
Seni hakir görene haklısın deyip, acziyetini kabullenmek ne kadar marifetse; iltifat edene de gurura kapılmadan mahcubiyetini bildirmek o kadar marifettir. Dünyanın ekseninde olmak isteyenlere rağmen, her yerde “ben” diyenlere rağmen, kıyas edenlere, karşı karşıya gelmekten çekinenlere ve karşılaşmak istemeyenlere rağmen; kara toprağa bakarak, boynunu büker vaziyette yürümek ne hoş.
Ömür sermayesini bir bir tüketir olduk. Hazinemizde ne kadar kaldı belli değil. İsminin geçtiği yerlerde hoş seda bırakabildiysen ne ala. Uzun emelleri bırakabilmek, “ben” demeden yaşayabilmek, birilerini menfaatsiz sevebilmek, mukaddes bir gayenin uğrunda saçlarını ağartabilmek ne hoş.
Hoşça kalınız.