4-11 Eylül 1919’de toplanan Sivas Kongresinden 10 gün sonra; ABD Generali J.G.Harbord ve beraberindeki heyet Sivas’a geldi. ABD heyeti, ABD Başkanı Wilson'un emriyle, Manda konusunda ABD menfaatlerini incelemek ve oradan da Ermenistan da görüşmeler yapmak üzere görevlendirilmişti. Asıl amaç ise, Türk Milli hareketinin gücünü nereden aldığını sorgulamak ve Türk Milli hareketinin önderiyle görüşülmek üzere Sivas a gelinmişti.
Türk Kurtuluş hareketinin önderi Mustafa Kemal; sıtma rahatsızlığı ve yorgunluğuna rağmen, Amerikalılarla üç saate yakın görüşme yaptı.
Ulu Önder, öncelikle ABD heyet başkanına ve beraberindekilere; öncelikle, Amerika’nın otoritesini ve Türkiye'nin işlerine karışmasını kesinlikle kabul etmeyeceğini, başında bulunduğu Türk kurtuluş hareketinin, her ırk ve dinden insana saygılı olduğunu, ancak şu anda Vatan topraklarını işgal eden tüm ırklara karşıda, Vatan’ı kurtarmaya kararlı olduğunu açıkladı
ABD heyetinde olan, İngiliz diplomat ve yazar Lord Kinross bu görüşmeyi şöyle anlatıyor.
"ABD’li General J.G.Harbord, peki ne yapacaksınız! Diye Mustafa Kemal'e soruyor. Konuşmalar sürerken, ince parmakları arasında sinirli sinirli çevirdiği tespihini; Mustafa Kemal aniden siciminden kopardı. Tespih taneleri etrafa saçıldı. Mustafa Kemal eğilerek tespih tanelerini tek tek topladı ve bu hareketinin generalin sorusuna yanıt olduğunu söyledi.
ABD heyeti şaşkınlıkla nasıl deyince, Ülkenin dağıtılmış parçalarını teker teker bir araya getireceğini, tüm iç ve dış düşmanlardan temizleyeceğini ve bağımsız bir TÜRK Devleti kuracağını söyledi.
ABD’li General Harbord, bu tür bir umudun ne mantığa ve nede askeri gerçeklere uymadığını ve bir milletin intiharı olduğunu söyledi. Mustafa Kemal; söylediğiniz doğrudur general. İçinde bulunduğumuz bu durum ve bizim yapmak istediğimiz, ne askerlik ve nede başka bir açıdan açıklanamaz. Ancak her şeye rağmen, Vatanı kurtarmak ve bağımsız bir TÜRK Devleti için bunu yapacağız.
Avucunun ayası açık bir şekilde elini masaya koydu. Açık avucunu göstererek, başaramazsak bir kuş gibi düşmanın avucunun içine düşeceğiz ve aşağılık, şerefsiz bir yaşama katlanacağımız yerde(bu arada parmaklarını yavaş yavaş kapatıyordu)Atalarımızın torunları olarak, dövüşe dövüşe ölümü seçeceğiz diyerek elini yumruk yapıyor.
ABD’li general, ya başaramazsanız diye ısrar eder. Mustafa Kemal "Bir millet, varlığını istiklalini sağlamak için tüm harekât ve fedakârlığı yaptıktan sonra başarılı olur. Ya başaramazsa demek, o milleti ölü saymak demektir.
Millet yaşıyor, öyle ise millet yaşadıkça başarısızlık söz konusu olmayacaktır."
Erzurum ve Sivas kongresinin önemi ve sonuçlarının tahlilini iyi yapabilirsek Amerikalıların geliş nedenlerini daha iyi anlayabileceğiz.
Neydi onlar.
Doğu Anadolu’nun kaderini görüşmek için toplanan Erzurum Kongresi, Memleketin bütününü ilgilendiren meseleler hakkında karar alarak Milli Mücadelenin esas programını hazırlamıştır.
Şevket Süreyya Aydemir’e göre, “Müdafa-i Hukuk davalarını bir karara bağlamak ve bir temsil heyeti vücuda getirmekle vazifesini yapmıştır. Bu milli hareketin bir merkezi ve Mustafa Kemal gibi bir başı olacaktı.
Sabahattin Selek’e göre “Erzurum kongresinde alınan müdafaa kararı, yalnız Ermenilik ve Rumluk teşkiline karşı düşünülmüş ve itilaf devletlerinin işgal ve müdahale hareketleri de bu maksada yönelik addedilmişti. Yani, itilaf devletlerine karşı hasmane bir tavır takınmaktan Erzurum kongresi sakınmıştı.
Bu defa Sivas’ta her türlü işgal ve müdahaleye karşı da “müdafaa ve mukavemet” kararı verilmiştir.
Manda ve himaye teklifleri çöpe atılarak yol alınmış ve çok zor şartlar altında Milli Mücadele başlatılmış ve başarıyla sonuçlandırılmıştır.
Lozan‘da da Türkiye Cumhuriyeti’nin tapusu alınmıştır.
Bugün çevremiz 1920’lerde olduğu gibi barut fıçısı. Sivas’a gelenler bugün güneyimizdeler. Irak’ı üçe böldüler. Suriye’yi de üçe bölme mücadelesini sürdürmekteler. Orada sonuç alınır alınmaz kafalarını Türkiye ve İran’a çevirecekler!
Brezezinski böyle kurgulamış. Plan eksiksiz çalışıyor…
1991’den beri olacakları bildiğimiz halde devlet olarak projenin içindeyiz.
Sayın Bahçeli’ye soruyorum. 2011 yılında AKP Genel Başkanı R.Tayyip Erdoğan’a, bizim Suriye’de bir hesabımız olamaz. Sonra, “beka” sorunuyla karşılaşabiliriz diye uyarınız olmuş muydu?
Allah aşkına bir defa olsun doğru iş yapınız. Suriye rejimi ile el sıkışmaktan, özür dilemekten niçin korkuyorsunuz.
Bütünlüğünü korumuş bir Suriye, Türkiye ve İran’ı da bütün kılıyor…
Ötekiler de geldikleri gibi gidecekler. Formül budur…
Aksini uyguladığınızda “beka” sorunuyla karışılacağız.
Sonra da sorumlu aranacak bu ülkede!
“Beka” sözcüğünün her platformda telaffuz edilmesini de bir aşağılama olarak görüyorum.
Yetti gari…
Ne olacaksa olsun!
Her gün ölmektense bir defa ölüp kurtulalım. Kalanlara “beka” sorunu olmayan bir ülke de biz bırakalım.
Bize bırakılanı yaşatmak için her seçildiğinizde namus ve şerefler üzerine TBMM’de yeminler yapmadınız mı?
Göreviniz değil midir?
Gereğini yapın…
“İki ayyaş” ve onların arkadaşları, devlet adamları, kurucular, bedeller ödemiş bir millet, bize bir Cumhuriyet kurup, bir vatan bırakmışlar.
“Beka da beka” diyerek siz ise VATANI, cami avlusuna bırakılacak konuma getirdiniz…
Biraz insaf edin…
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı Binali Yıldırım, yerel seçimle “beka”nın bir ilgisi yoktur dedi…
Doğru. Çünkü ben yaşadığım mahallenin muhtarını, yaşadığım kentin Belediye Başkanını seçme heyecanı içindeyim!
Onun “beka”ile ne ilgisi olabilir…
Bir sonraki gün ayar çekilip, ülkede “beka” sorunu vardır da diyebiliyor.
Biraz daha ciddiyet lütfen…