Son zamanlarda bazı şeyler iyice şirazesinden çıkmaya başladı. Yeterince kendi kültürel kimliğini öğretemediğimize üzüldüğümüz gençlerimiz kadar, büyüklerimiz de bizleri hayal kırıklıkları uğratmaya devam ediyor. Televizyondaki, internetteki insanların birbirlerine olan hitap tarzları, konuşulan kısa, sığ ve içi boş görüşler entelektüel anlamda gelecek için kafa yoran insanlarımızın içini karartmakta.
Sabahın erken saatlerinde şehir içi otobüslere dikkatlice bakanlar, sabah sabah gözlerini yeni açan insanlarımızın nasıl hummalı bir çabayla akıllı telefonların karıştırmaya başladıklarını rahatlıkla görebilirler. Günün geri kalan saatleri da daha farklı olmayacaktır. Reel dünya ile bağlantısı kesilen insanımızla ilgili herkes bir şeyler söylüyor, ancak, kimse teknolojiye teslim olmuş insanlarımızın kendi fabrika ayarlarına nasıl döndürüleceği konusunda pek kafa yormuşa benzemiyor. Oysaki kendi icat ettiği makineye teslim olmak, insanlığın mahvolması demektir. Er veya geç insanlık olarak bu sorunla yüzleşmek kaçınılmaz olacaktır.
Biraz merakı olanlar bilirler ki, İngilizlerin yazılı bir anayasaları yoktur. Her şey “bu zamana kadar nasıl ise, bundan sonra da öyle” mantığıyla sürdürülür. Kanunlar, yenilikler bu temel anlayışa aykırı olamaz. Yüz yıllar hep bu istikamette akar gider. İnsanlarının rol modelleri kendi tarihi kahramanlarıdır. Demek ki yazılı olmayan, yüz yılların süzgecinden geçip günümüze ulaşmış örf adetlerimiz, bir kanun gibi zorlamadan insani ilişkilerimize yol göstermeye devam etmektedirler. Kimse sizden kanun zoruyla yanınıza oturan birinin içtiği içeceğin parasını zorla istemez ama bunu biz, gelenek olduğu üzere insanlık görevi sayarız.
Bizler, Orta Asya’dan getirdiğimiz bir medeniyeti İslam’la mayalandırmış, Selçuklu ve Osmanlı pratiğiyle dünyaya göstermiş kültürel birikimi yüksek bir milletin çocuklarıyız. Ancak son iki yüz yılda neredeyse her bir kuşağı ayrı bir rol modele benzemeye çalışan bir görüntümüz var. Çünkü hedef Avrupalı olmak olunca, bir koltukta iki karpuz olamayacağı gibi, gönüllere de iki medeniyet fazla gelmeye başladı. Birisi kendi kültürel dinamiklerini savunan, diğeri ise hazır olana teslim olan iki kaynak insanlarımızı sürükledi durdu asırlardır. Ancak, küresel gücün tahrik edici cazibesi, bütün bir insanlığa nüfuz etmeyi başardı…Bugün ailelerimiz çocuklarının iyi bir okulda okumasını, iyi notlar almasını ve hayatta iyi bir mesleği olmasını istiyor. Acaba, insanımız aynı çocuklarını iyi bir insan, iyi bir vatandaş, Allah’tan korkan kuldan utanan, dürüstlüğü ve adaleti el üstünde tutan, ülkesinin ve insanlığın menfaatlerini kendi menfaatlerinin üstünde tutan insanlar olarak yetiştirmeye çalışıyor mu? Sokaklarda gördüğümüz bir çok pırıl pırıl çocuğumuzun, tıpkı yanlış model büyükleri gibi, küfürlü konuşmaları, saldırgan tutumları, sigara ve alkolizme müptelalıkları bu konuda topluma çok büyük görevler düştüğünü gösteriyor. Çünkü bu durum onların rol model aldıkları büyüklerinin sınav sonucudur aslında.Genç kuşak kendi tarihini, kendi kültürünü öğrenememekte, okuldaki öğretmenlerin gayreti de buna yetmemektedir. Sokaktaki kültür ise yerli değil, evrensel kültür diye dayatılan ”cinnet toplumu” kültürüdür. Onda yerli olan hiçbir şey yoktur. İnanç, dil, sanat, zevk, yaşayış her şey başkası gibi olmak üzerinedir.Eğer herkes bu durumdan memnun ise, insanların faciaları normal görmeye başlamaları demek olduğundan, toplumların daha büyük sıkıntılara hazır olmasını gerektirecektir.
Bütün bu sıkıntılara karşı bir çok basın yayın organlarının yaklaşımları ise içler acısıdır. Reyting kaygısıyla daha çok seyirci çekmeyi hedef alan görüntülü basın, insanlara en cazip gelen ve çoğu toplum değerlerine ters bir çok programlar hazırlamakta, en ideal rol model kişileri de daha çok müzik ve sinema dünyasının ünlülerinden seçmektedir. En basit ve tartışılması dahi garip bir çok konuda derin görüş ayrılıkları ortaya çıkmakta, toplumu ayakta tutan örf adetin büyük oranda unutulmaya yüz tutmaya başlaması, ne yazık ki toplumumuzdaki temel dinamiklere ve ahlaki normlara zarar vermektedir. Eğer çok yağmur yağdıysa, “olumsuz hava şartları”; eğer kar yağıyorsa, “beyaz ölüm”; açık ve kurak bir hava ise “yağışsız, günlük ve güneşlik pırıl pırıl güzel bir hava “ diye haber kanallarında takdim ediliyor. Varlığı suya dayalı olan bir âlemde sudan bu kadar rahatsız olan, rahmet duygusundan bu kadar yoksun bir anlayış nasıl bu kadar kabul görebiliyor? İşte burada popüler kültüre fazlasıyla angaje olmuş ve samimiyetlerinden hiç şüphe etmediğimiz düşünen insanımızın kendisini yeniden gözden geçirmesi gerekir. Allah’ın selamını dilinden düşürmeyen, ancak bunun yanında yola çıkanı görünce "uğurlar olsun", bir şey üretenleri gördüğünde" bereketli olsun", çalışanı gördüğünde "kolay gelsin", diyen bir medeniyetin çocuklarına rahmete saygısızlık hiç yakışmıyor.