Sabırsız Avrupa emperyalizmi, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünü keyifle izliyordu. Britanya, Almanya ve Rusya ganimeti paylaşmak için birbirleriyle yarış halindeydiler. Fransa zaten 1830 yılında Cezayir’i Osmanlıların elinden kapmıştı.
Yunanistan da çöküşten payını almış ve bağımsızlığını kazanmıştı.
Rusya gözlerini Balkanlara dikmişti.
Britanya hâlihazırda Mısır’a hâkimdi ve ajanlarını başka müttefikler arayışı içinde Arap Yarımadası’nın çöllerinde gezinmekle meşguldü.
Batı Avrupa’ya gelince, Napolyon savaşlarının sona ermesinden itibaren hüküm süren barış parçalanmak üzereydi. Bunun nedeni ise emperyalistler arası rekabetti.
Savaşın tetiğini Saraybosna’daki bir suikast çekmiş olsa bile, bunun arkasında Avusturya ve Rusya’nın Balkanlar üzerindeki çekişmesi yatıyordu. Almanya Avusturyalı kuzenlerini desteklerken, Britanya ve Fransa da Rusya’ya arka çıkmıştı.
Osmanlı Sultanı tarafsız kalabilirdi aslında, ama Avusturya- Almanya ittifakına katılmaya karar verdi. Geriye dönüp bakıldığında bu seçimi yanlış bulunabilse dahi, o zaman Bab-ı Ali kaderini denemeyi bir marifet sanmıştı.
Hiçbir imparatorluk çöküşünün gelebileceğine inanmak istemez. Ne Osmanlılar ne Hohenzollern’ler ABD’yi bir dünya gücü olarak görüyordu. Rusya’da Çarlığın birden yıkılacağını, onun ardından Lenin’in ve Bolşeviklerin bir zafer kazanacağını da önceden göremezlerdi, zaten başka biri de göremezdi.
Bu son olay ABD’yi birinci dünya savaşına girmeye ikna etmekte önemli bir rol oynamıştı. ABD Almanya’yı çıkarlarına tehdit etme potansiyeli taşıyan tek Avrupalı güç olarak gördüğü için, Britanya ve Fransa’yı destekledi.
1914-1918 savaşındaki yenilgi Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ile Osmanlı Devletinin kaderini belirledi. Hâlbuki asırlardır bu iki güç genelde birbirleriyle savaşıyordu. Sonunda yeni bir düşmana karşı birleşerek, birlikte tarihe gömüldüler.
Bu iki gücün hâkimiyet alanlarına 1919 Versay’da yapılan Galipler Konferansında yeni bir gelecek belirlendi.
Woodrow Wilson’un liberal emperyalizmi her ulusa kendi kaderini tayin etme hakkı vaat ediyordu. Sovyetlerin sömürgelerde ayaklanma çağrılarıyla birlikte bu doktrin, ezilen halkları dünya tarihi sahnesine çekecek kadar etkili oldu.
Versay’daki aktörler eski Osmanlı Arap devletlerine formaliteden öte geçmeyen bağımsızlık tanınması üzerinde anlaştılar, yalnız bu bağımsızlık emperyalist devletlerin himayesinde ya da “mandası” olacaktı. Galiplerin karşılıklı olarak birbirlerinin ganimetini garantiye almalarını sağlamak üzere Cemiyet-i Akvam da devredeydi.
Almanya-Avusturya ve Osmanlının çöküşü geriye iki emperyalist güç bırakmıştı. Onlar da zaten anlaşmışlardı. Britanya Irak ve Filistin’i yönetip Mısır’a göz kulak olacak bir “manda”kurmuş, Fransa’ya da Suriye ve Lübnan verilmişti.
Böylelikle Britanya Meşrek’in(doğu) tamamını alırken, Fransa Mağrip’in yanında Suriye’yi ele geçirmişti.
Şimdi 21. Yüzyıldayız. Yıl 2019. Dünyanın en kanlı etnik ve mezhep savaşlarının en yoğun olarak yaşandığı Ortadoğu bir kan gölüdür.
Wilson, 100 yıl önce uluslara kendi kaderini tayin etme (Self Determination)hakkı veriyorken, günümüzde bunları yeterli görmeyen emperyalizmin yeni mottosu, küçük etnik ve dini yapıların bile devlet kurabilme hakları üzerinde tüm Ortadoğu’da ameliyatlara hız kesmeden devam etmektedirler.
Gördüğünüz gibi Versay paylaşımının günümüzde yeterli görülmediğini bölgedeki savaşlardan anlayabiliyoruz.
Adamlar Türkiye ve Osmanlı topraklarında yeni tapu merasimleri tertip etme peşinde adım adım ilerliyorlar, bu ateş bizi de yakacak gibi görünüyor!
Bu “Milli Meselede” İktidar ve muhalefetin birlikte siyaset üretmesi gerekmektedir.
Bu sessiz bekleyiş hayra alamet değil. Siyaset üretemeyen iktidar ve Muhalefet neye lazımdır.
Gün, olayların ardından gelişen gündemi takip etmek değil, senin dayatacağın gündemi takip ettirme günüdür.
Bu da ancak İktidar ile Muhalefetin “Milli Meseleler” ve Suriye konusunda bir araya gelip yeni bir söylem geliştirilmesi ile mümkün olabilecektir.