Uzun kış gecelerinde büyük halamlarda toplanırdık. Zor şartlara, zor yıllara karşın yine de çok mutluyduk biz. Büyük küçüğü sever, küçük büyüğü sayardı. Halam o müthiş hafızası ile bize “Billur Köşk” masallarından anlatır, Keloğlan diye başlar, Akkavak kızı diye devam eder, kimini kendisine göre yorumlar, bize ders çıkarmamız için öğütler verirdi.
Senaryo yine halamdan. “Kader satılmıyor ki, iyisini alalım…” diyerek başladı halam...
Büyük Menderes Nehri kıyısında atı ile dolaşmaktadır beyin oğlu…
Söğüt ağaçları altında ihtiyar adamın bir şeyler yaptığını görür.
Atını ihtiyarın yanına doğru dehler.
Ağacın altında aksakallı ihtiyarcık elindeki çubukları bir birine bağlayıp Menderes Nehrine atmaktadır.
Beyoğlu atının dizginlerine asılır, selam verdikten sonra;
-Dede kolay gelsin. Neler etmektesin böyle?
İhtiyar işini bırakır az soluklanır ve ağır ağır konuşmaya başlar,
-Bak evlat, bana “Çöpçatan Dede” derler. Yüce Tanrı beni insanları eşleştirmekle görevlendirdi. Ben de burada insanların kısmetini çatıp suya atıyorum. Böylece ileride onlar bu mealde evleniyorlar…
Beyoğlu sorar;
-Bak Çöpçatan Dede, bağladıklarından ikisi çözüldü. Ne olacak şimdi?
-Eyvaaah! Onların birlikteliği kısa sürecek. Dur onları bir daha çatayım ama bu kez artık başka birileri ile ikinci kez evlenecekler. Kimi çöpler havada çözülüveriyorlar. Tek başına suda yüzüp gidiyorlar. Gayrı onlar geldikleri gibi iade…
Beyoğlu şaşırmıştır, bir şey hatırlamışçasına soruverir;
-Yahu Dede az daha unutuyordum. Beni kime çattın?
Biraz düşünen ihtiyar durağan bir sesle konuşur.
-Evlat seni yukarı dağlık köyden Sığırtmaç Mehmet’in kızına çatmışım…
Beyoğlu hiddetlenir;
-Dede ben bey oğluyum. Sığırtmaç kızı bana yakışmaz. Bu ne demek?
İhtiyar önüne bakarak adeta kayıtlar böyle gösteriyor dercesine,
-Nasibin böyle görünüyor evlat
Diyerek işine devam etmeye başlamıştır.
Beyoğlu öfke ile atına atlar, evlerine döner.
Ama içinde bir sıkıntı, bir sıkıntı…
Öyle ya! Bu sığırtmaç kızı da nereden çıktı?
Babası seslenir.
-Bre oğul! Beşparmak’ta Hasan ağaya 2 bin altın borcumuz vardı. Atının heybesine doldur altınları ve de borcumuzu ödeyiver…
Beyoğlu bunu fırsat bilir, giderken şu yukarı köye de uğrayıp da sığırtmaç ailesini de görmeyi düşünür. Akşamleyin ulaştığı köyde sığırtmaç ailenin evini görür. Affedersiniz eşek bağlasan durmaz derler ya öylesine yoksullardır. Tanrı Misafiri deyip geceyi burada geçirmeye karar verir. Çocukları olup olmadığını sorar. Beşikte bir kız bebeleri vardır.
Beyoğlu’nu uyku tutmaz, bebek yarın büyüyüp de başına dert olursa…
Sonunda bebeği öldürmeyi ve kaçmayı düşünür. Gece yarısı bıçağını çıkarır bebeciği boynundan doğramıştır. Evdekiler çocuğun sesine uyanır. Küçücük odada her şey birbirine girmiş fakat misafir atıyla uzaklaşır. Aklına sığırtmacın evinde telaşla bıraktığı altınlar gelse de korkar ve doğru evlerine döner. Beyoğlu rahatlamıştır artık, öyle ya sığırtmacın kızını ortadan kaldırmıştı…
Aradan 15 yıl geçer.
Beyoğlu evlenecek ama armudun sapı, üzümün çöpü diyerek hiçbir kızı beğenmemektedir.
Bacıları kasabanın zengin kızlarını bir şekilde evlerine toplamışlardır.
Kardeşler yörenin en güzel zengin kızları gizlice seyrettirirler.
Bir tanesi beğenilmiştir. Hem de komşu kasabadan zengin bir aile kızı.
Söz, düğün, nişan derken gerdeğe girmişlerdir bile…
Gelin hanım, duvağını açmak için yüz görümlüğü isteyince damat boynuna altın takacaktır. Kızın çıplak boynunda bir kesik izi vardır.
Damat Beyoğlu sorar,
-Nar tanem, nur tanem boynuna ne oldu?
Kız başlar anlatmaya;
-Ben beşikteyken bizim evimize bir yabancı misafir gelmiş. Geceleyin benim boğazımı kesmeye kalkışmış. Annem-babam uyanmışlar, beni kurtarmışlar. Kaçan adamın bıraktığı iki teneke dolusu altın ile babam kasabaya taşınır, çiftlik kurup konağımızı yapar. Böylece zengin olmuşuz…
Hayatımızda yaşamamız gereken ne varsa yaşayacağız anlaşılan...
Kader denen mefhumun önüne geçilemeyeceğinin bir uyarlamasıdır bu aslında...