İstiklâl’imizin ve istikbâlimizin marşı

Şerif KUTLUDAĞ

12 Mart 1921günü İstiklâl Marşı’mızın 104 Yıl önce TBMM’de oy birliği ile kabul edildiği, kutlu bir gündür.

12 Mart 1921 günü TBMM’in Başkanı Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’tür… Mehmet Akif ERSOY da Burdur Milletvekilidir.

12 Mart 1921 günü İstiklâl Marşı metni dokuz dörtlük+ bir beşliğin tamamı TBMM’de Hamdullah Suphi TANRIÖVER tarafından 4 kez arka arkaya okunur. Marş metnini milletvekilleri ayakta ve alkışlar arasında dinlerler.

Bilindiği üzere, yarışmaya 724 şiir gönderilir yurt genelinden; âşıklardan ve şairlerden gelen heyecan ve duygu yüklü şiirlerdir. Bunların içerisinde Kâzım KARABEKİR Paşanın da gönderdiği şiir metni de vardır.

Bilindiği üzere, yarışma için 500 Tl Ödül vardır.(O tarihte bu para ile Ankara’da bir çiftlik alınırmış) M. AKİF para ödülünden dolayı yarışmaya şiir göndermez. Milletvekili arkadaşları olan Hasan Basri ÇANTAY ve Hamdullah Suphi TANRIÖVER’in girişimleri ve teşvikleriyle Akif de yarışmaya şiir gönderir. Fakat yarışma ödülü olan 500 TL’yi almaz. Şehit ve Gazi yakınları için çalışan bir derneğe bağış olarak verilir para.

İstiklâl Marşı’mız bir “Gazi Marştır!..” Garp Cephesi Komutanı olan İsmet Paşanın(İNÖNÜ) Maarif Vekaletine resmi başvurusuyla cephede savaşan askerlere moral vermesi amacıyla yazdırılması istenen bir marştır. O nedenle de M. Âkif, İstiklâl Marşı’na “Kahraman Ordumuza” ithafıyla başlamıştır.

İstiklâl Marşı’mız bir “Gazi Marş”tır. Çünkü, onun okunduğu ve kabul edildiği TBMM’de bir “Gâzi Meclis”tir. Gazi Meclis’in Başkanı da Gâzi Mustafa Kemal’dir. Henüz Sakarya Meydan Muharebesi( 23 Ağustos 1921-13 Eylül 1921) yaşanmamıştır. Büyük Taarruz(26 Ağustos 1922) ile Başkomutanlık Meydan Muharebesi(30 Ağustos 1922)ne ve 9 Eylül 1922 Düşmanın İzmir’de denize dökülmesine bir yıldan fazla zaman vardır.

İşte İstiklâl Marşı’mızı değerli eyleyen de budur. Özellikle son beşliğindeki bayrağa seslenişte sanki savaş kazanılmış bir duygu taşımaktadır Bkz. İstiklâl Marşı şiiri yazının altında.

İtiklâl Marşı’mız bizim aynı zamanda İstikbâl Marşı’mızdır da!..

Geçmişini bilmeyen milletler geleceği kuramazlar. Daha veciz bir ifadeyle, Akif’in dediği gibi:

Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey!

Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?

"Tarih"i "tekerrür" diye tarif ediyorlar;

Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?”

Son elli yıldır dünyamızda yaşanan olaylar zincirinin en son halkası olan Gazze ve Suriye’de yaşananların varabileceği yerler konusunda önümüzü aydınlatan en kuvvetli aydınlatıcı da İstiklâl Marşı’mızdır. İstiklâl Marşımızın yaşandığı dönemdeki yaşanan olaylardır.

1922 yılında bestelenmesi için Maarif Bakanlığı tarafından davet edilen 24 besteciden birisi de Ali Rifat Bey’di. Osman Zeki Bey’in eseri beşinci seçilirken; Ali Rıfat Bey’in alaturka şeklinde bestesi birinci seçildi. Ancak 1930 yılında Maarif Bakanlığının resmî kurumlara gönderdiği bir genelge ile uygulamada değişiklik yapıldı ve o güne kadar Ali Rıfat Bey’in bestesi ile seslendirilen güfte; Osman Zeki Bey’in Batı tarzı bestesi ile seslendirilmeye başladı; devletin resmî marşı hâline geldi.

“İstiklâl Marşı’mızın şâiri Mehmet Âkif’in dua gibi sözleriyle: “Allah bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın.” Yazdıracak günler de göstermesin….Diyerek noktalayalım.

GÜL/AYDIN… SEVGİLERİMLE…

İSTİKLÂL MARŞI

-Kahraman Ordumuza-

Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak,

Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.

O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;

O benimdir, o benim milletimindir ancak.

Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal!

Kahraman ırkıma bir gül; ne bu şiddet, bu celal?

Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal...

Hakkıdır, Hakk'a tapan milletimin istiklâl.

Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım,

Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım.

Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım,

Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.

Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar,

Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.

Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,

“Medeniyet” dediğin tek dişi kalmış canavar?

Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma sakın,

Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın.

Doğacaktır sana vadettiği günler Hakk'ın,

Kim bilir, belki yarın belki yarından da yakın.

Bastığın yerleri “toprak” diyerek geçme, tanı,

Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.

Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır atanı,

Verme, dünyaları alsan da bu cennet vatanı.

Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?

Şüheda fışkıracak, toprağı sıksan şüheda.

Canı, cananı, bütün varımı alsın da Hüda,

Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.

Ruhumun senden İlahî, şudur ancak emeli:

Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli.

Bu ezanlar, ki şehadetleri dinin temeli,

Ebedî, yurdumun üstünde benim inlemeli.

O zaman vecd ile bin secde eder, varsa taşım,

Her cerihamdan, İlahî, boşanıp kanlı yaşım,

Fışkırır ruhumücerret gibi yerden naaşım,

O zaman yükselerek arşa değer belki başım.

Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilal!

Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal.

Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlal.

Hakkıdır, hür yaşamış bayrağımın hürriyet;

Hakkıdır, Hakk'a tapan milletimin istiklâl.

MEHMET AKİF ERSOY

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.