Dünyaya gelen tüm canlılar kendi genetik devinimi içerisinde zamanını tüketir.
Yaşamın içindeki süreç insanda ömür olarak adlandırılır.
Bu hassasiyet tüm canlılar içindeki yaşamı öne çıkardığından hayat dediğimiz ikinci bir kavram ortaya çıkar.
Boşluğu saran bu hareketlilikte insanoğlu ne ister?
Olağanüstü nimetlerin var olduğu dünyada neyi paylaşamaz?
Savaşlar, katliamlar, soykırım ve terör, dünya gündeminden hiç eksik olmaz.
Ne kadar ürkütücü ve iç acıtan bir durum!
Dünyanın sadece insanlara ait olduğunu düşünmek büyük bir yanılgı..
Yeryüzünde hava alıp güneşi gören tüm canlılar dünyanın ortak mirasçısıdır.
Mükemmel olduğunu düşündüğümüz insan, doğaya ve canlıların tamamına acımasızca saldırıyor.
İnsanoğlu Magna Carta’dan bu yana hukuku ve içindeki adaleti keşfetmiştir. Bu keşif insan vicdanı ile bir türlü barışmamıştır.
Mükemmellik insan egosunun en önde giden duygusu olan bencillik ile ayrılmaz bir bütünlük oluşturur.
Yine insan egosunun esaretiyle toplama dürtüsünü öne taşımıştır.
Korku içerisinde devam eden ayakta kalma mücadelesi insanı acımasız yapmıştır. Yüzyıllardır içindeki düşünce sarmalı, feodal yaşamın devamında din tarım toplumunu ve sonra da kapitalizm ve burjuvayı yaratmıştır. Ardından kapitalizmin içinden karma ekonomi ve liberalizmin yeryüzündeki hâkimiyeti ve daha sonrada sosyal devlet anlayışı oluşmuştur.
Bu dönüşüm içerisinde komünizm ve sosyalizmin bazı devletlerde hakimiyeti olmuştur.
Yüzyıllardır insanın öne çıkartıp ve yine insan tarafından yok edilen bu düzenler toplumları mutlu etmemiştir.
Milletler hangi düzende olursa olsun mutluluğu yakalayamamıştır.
Mükemmel yaratık insan hep bencilliğini öne çıkarmış ve hiçbir zaman sömürü güdüsünden vazgeçmemiştir.
Dünyanın birçok topraklarında siyasi yaşam dinin etkisinden kurtulamamıştır.
İster Hristiyan yada Musevi, isterse Müslüman, olsun dinin etkisi her zaman siyasetin etkisinde kalmıştır.
Batı dünyası 16. yüzyılda başlattığı reformlarla dini siyasetten ayırmış ve kiliseyi yasal statüsünde tutmuştur. Bundan sonra yükselişe geçen Avrupa ardarda yeniliklere imza atmıştır. Birbirinden olumlu yönde etkilenen Avrupa devletleri bu güçle sanayi devrimini de tamamlamıştır.
Müslüman dünyası ise dindeki bu reformu başaramamış ve siyaseti dinin emrine bırakmıştır. Ortadoğu ve Arap coğrafyasında bin yıldır bu yüzden bir yenilik ve icat gerçekleşmemiştir. Çağdaşlaşma yönünde ise olumlu bir adım atılamamıştır.
Bizde ise durum daha farklıdır.
Osmanlı döneminden 1919'a gelene kadar dinin gücü halifeliği siyasi güç ve en büyük karar organına dönüştürmüştür.
Mustafa Kemal Atatürk'ün kurduğu Cumhuriyet rejimi ise, bugüne kadar dini devlet işlerinden ayırmış ve Anayasal düzen içerisinde laikliği hakim kılmıştır.
Bu süre içerisinde genç cumhuriyet büyük yenilikler yaparak modern dünyaya kendini ispatlamış ve layık olduğu yeri almıştır.
Yüzyıllardır devam eden insan yaşamı birçok düzeni görmüş ve ezilmiş olmasına rağmen, sonunda kendisine en uygun yapının sosyal devlet anlayışında olduğunu yaşayarak keşfetmiştir.
Ülkemizin de sosyal devlet anlayışına geçmesi dileğiyle.