İnsan hakları tarihi din, kültür, ahlak, felsefe ve hukuki gelişmeleri içerir. Tarih boyunca hak ve özgürlük fikri olagelmiştir. Fakat bunların insan hakları olarak kabul edilip edilmeyeceği tartışma konusudur. Bireyin haklarını konu edinen ilk yazılı belge Hammurabi kanunlarıdır.
Zira bu kanunlar dönemi itibari ile adil yargılanma ve mülkiyet hakkı konusunda çok modern düzenlemeler içermektedir. Bu kanunlar bireyi keyfi sorgu ve cezalandırmaktan koruyordu.
Eski Yunan medeniyetinde de haklar bugünkü gibi olmasa da tartışılmıştır. Aristo özel mülkiyet ve demokratik katılım gibi modern insan haklarında önemli bir yer tutan bir takım haklardan bahsetmektedir. Eski Yunan şehir devletlerinde, insan hakları doğal hukuktan sadır olan doğal haklar ile eş tutulmuştur.
İnsan haklarını konu edinen ilk yazılı belgenin adil yargılama ve mülkiyete vurgu yapan Hammurabi Kanunları olduğu kabul edilmektedir.
İran Pers imparatorlarından Büyük Kiros, modern haklarla örtüşen bir takım düzenlemeleri içeren Kiros Silindirini yayınlamıştır. Büyük Kiros'un bildirisi, temelde Babilli kölelerin serbest ve özgür olması gerektiğinden bahsettiği için, kimi uzmanlarını ilk insan hakları belgesi olarak da kabul etmektedir.
Daha yakınlara gelindiğinde İslam dünyasının insan haklarına katkısı görülmektedir. Medine ve ona bağlı yerlerde bulunan Müslüman, Yahudi, Putperest ve diğer bütün toplulukların haklarını garanti altına alan ve kimi uzmanlara göre de ilk anayasa örneği olan 622 tarihli Medine Sözleşmesi ya da Vesikasıdır. Aynı şekilde bütün insanların eşitliğini vurgulayan ve kadın haklarından bahseden 632 tarihli Veda Hutbesi de insan haklarına kaynaklık eden tarihi bir belge olarak kabul edilmektedir.
İnsanların eşitliği ve kadın haklarını vurgulayan 632 tarihli Veda Hutbesi de insan haklarına kaynaklık eden tarihi bir belge olarak kabul edilmektedir.
Yunanlıların üzerinde durduğu doğal haklar anlayışı Roma İmparatorluğu döneminde de varlığını sürdürmüştür. Daha sonra, 1215 tarihli Magna Carta ya da Büyük Özgürlük Sözleşmesi de bugünkü insan haklarının kaynakları arasında değerlendirilmektedir.
Modern İnsan Haklarının felsefi arka planı 17.yy liberal aydınlanmacılığı ve rasyonalizmine
dayanır.
John Locke modern insan haklarının kurucu babası olarak kabul edilmektedir. J.Locke’den sonra doğal haklar felsefesini yeterince somut bulmayan T. Hobbes pozitif hukukile hakları geliştirmiştir. John Locke modern insan haklarının kurucu babası olarak kabul edilmektedir.
İngiltere’de 1689 devriminden sonra geliştirilen Yurttaş Hakları Beyannamesi, bugünkülere benzer temel hak ve özgürlükleri belirlerken, beyanname dili ve içeriği üzerinde J. Locke’un etkisi görülmektedir. Aynı şekilde 1776 ABD Bağımsızlık Bildirgesinde de aynı liberal ve dini söylem bulunmaktadır. Bildirgeye göre, “bütün insanlar eşit yaratılmıştır, yaratıcı tarafından kendilerine bahşedilen devredilemez hakları vardır. Bunlardan bazıları yaşama hakkı, özgürlük ve mutluluğu arama hakkıdır” ve bu gerçeklerin meşruiyeti kendiliğindendir.
1789 tarihli Fransa İhtilali sonrasında ilan edilen İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesinde de benzer bir anlayış görülmektedir. Bildirge, insanların özgür doğduğunu ve eşit yaşamaları gerektiğini, insanların zulme karşı direnme hakkı olduğunu, her türlü egemenliğin esasının millete dayalı olduğunu ve mutlak egemenliğin bir kişi ya da grubun elinde bulunamayacağını, devleti idare edenlerin esas olarak millete karşı sorumlu olduğunu, hiç kimsenin dini ve sosyal inançları yüzünden kınanamayacağını ortaya koyuyordu.
1776 ABD Bağımsızlık Bildirgesine göre, bütün insanlar eşit yaratılmıştır,yaratıcı tarafından kendilerine bahşedilen devredilemez hakları vardır.
18. Yüzyılda I. Kant, J.S.Mill ve Thomas Pain gibi filozofların çalışmaları insan haklarını etkilemiştir. 18.ve 19. yüzyılda özellikle kölelik karşıtı hareketler, demokrasi mücadelesi, özellikle demokratik katılım, genel oy ilkesi ve kadınların oy kullanma hakkı gibi alanlarda insan hakları mücadelesi yoğunlaşmıştır. 20. yüzyılın ilk yarısında Milletler Cemiyeti döneminde (1918-45) azınlıkların korunması, halkların kendi kaderini tayin etme hakkı ve yabancı hakları gibi haklar öne çıkmıştır.
18.ve 19. yüzyılda özellikle kölelik karşıtı hareketler, demokrasi mücadelesi, özellikle demokratik katılım, genel oy ilkesi ve kadınların oy kullanma hakkı gibi alanlarda insan hakları mücadelesi yoğunlaşmıştır.
1945’te Birleşmiş Milletler’in (BM) kurulmasıyla insan hakları kurumsal olarak da dünya politikasına girmiştir. Zira BM Şartı’nın ilk maddesi, BM’nin dört görevi arasında insan haklarını geliştirmeyi de vurgulamaktadır. Daha sonra kurulan İnsan Hakları Komisyonu, Evrensel İnsan Hakları Beyannamesini (EİHB) hazırlamış ve modern insan hakları belgelerinin temel referansı haline gelen Beyanname, 10 Aralık 1948 tarihinde BM Genel Kurulu tarafından kabul edilmiştir.
Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi 10 Aralık 1948 tarihinde BM genel Kurulu tarafından kabul edilmiştir.
Uluslararası İnsan Hakları Belgeleri: BM ve Avrupa Konseyi, Birleşmiş Milletler tarafından insan hakları alanında üyeler üzerinde bağlayıcılığı olan anlaşma veya sözleşme denen düzenlemeler ve bildirge ya da beyanname gibi bağlayıcı olmayan belgeler olmak üzere iki çeşit metin üretilmiştir. BM Genel Kurulu tarafından 10Aralık 1948 tarihinde kabul edilen ve bağlayıcılığı olmayan Evrensel İnsan Hakları Beyannamesinden günümüze onlarca metin, insanlığın hizmetine sunulmuştur. Özellikle 1970’li yılarda artan küreselleşme olgusuna paralel olarak, küreselleşen insan haklarının1990’lı yıllarda dünya gündemindeki yeri iyice belirginleşmiştir. Avrupa, Amerika ve Afrika insan hakları mekanizmaları gibi bölgesel düzenlemeler ve Uluslararası Af Örgütü, İnsan Hakları İzleme Örgütü gibi küresel STK’larla birlikte hızla artan yerel oluşumların katkısıyla bu süreç devletler üzeri bir hale gelmiştir.
10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü olarak kutlanmaktadır. Bağlayıcı Olmayan Düzenlemeler BM’nin insan hakları alanında atmış olduğu ilk ve önemli adım 1948 yılında kabul ettiği İnsan Hakları Evrensel Beyannamesidir. (İHEB) Beyanname, Soğuk Savaş’ın ideolojik yaklaşımının aksine, insan haklarına yönelik kapsayıcı bir bakış açısı geliştirmiş ve bir dizi siyasi, sivil, ekonomik, sosyal ve kültürel hakları aynı dokümanda birleştirmeyi başarmıştır.
Hem küresel hem de bölgesel düzeyde dünyada sivil, siyasal, ekonomik, sosyal ve kültürel haklar ile ilgili onlarca anlaşma, bildirge ve sözleşme için ilham kaynağı olan İHEB, insan hakları tarihinde bir dönüm noktasıdır. Beyannamenin başlangıç bölümünde belirtildiği gibi, insan haklarının etkin biçimde korunması tüm halklar için bir ortak başarı ölçüsüdür. Ancak Beyanname’nin bağlayıcı olmaması, insan haklarının etkili bir şekilde korunabilmesi için, bağlayıcı nitelik taşıyan sözleşmelerin kabul edilmesini zorunlu kılmıştır.
BM, İHEB’den hemen sonra bağlayıcı sözleşmelere ağırlık verdiği için uzunca bir süre deklarasyonlar çıkarılmamıştır. 1984 yılında oldukça kısa olan Barış Hakkı Deklarasyonu kabul edilmiştir. Barışın bir hak olarak belirtildiği deklarasyonda devletlerin dünyada barışı sağlamak için hem içerde hem de dışarıda gerekli hassasiyeti göstermesi gerektiği vurgulanmıştır. Bu deklarasyonu 1986 yılındaki Kalkınma Hakkı Deklarasyonu izlemiştir. İnsan haklarının bir bütün olduğunu ve birbirini desteklediğini vurgulayan deklarasyonda, kalkınmanın sosyal, ekonomik ve siyasal boyutlarını da içeren kapsamlı bir tanımı yapılmış ve insanı, kalkınmanın öznesi olarak kabul edilmiştir. İnsan hakları ve kalkınmanın ayrı düşünülemeyeceği tespitini yapan belgede kalkınma, temel bir insan hakkı olarak tanımlanmıştır. Kalkınma hakkının sağlanabilmesi için uluslararası güvenlik ve barışın kaçınılmaz faktörler olduğu belirtilmiştir. İnsan hakları bildirgeleri daha ziyade gelecekte bağlayıcı sözleşmelere zemin hazırlama aşamasını oluşturmaktadır.
Kalkınma Hakkı Deklarasyonunu 2007 yılında kabul edilen Yerli Halkların Hakları Deklarasyonu takip etmiştir. BM’nin yerli halkların insan haklarını koruma ve geliştirmede önemli bir role sahip olduğu vurgulanan bildirgede, yerli halkların diğer halklar gibi uluslararası hukukta belirtilen bütün insan haklarına sahip olması gerektiği dile getirilmiştir.
Yerli halkların bireysel veya grup olarak bütün insan haklarından yararlanması için uluslararası toplumun üzerine düşeni yapması gerektiği ifade edilmiştir. Kendi kaderini tayin hakkına sahip olduğu vurgulanan yerli halkların kimliklerini ve kültürlerini geliştirme ve yayma hakkına da sahip oldukları belirtilmiştir.
İnsan hakları bildirgeleri daha ziyade gelecekte bağlayıcı sözleşmelere zemin hazırlama aşamasını oluşturmaktadır. Bunlar bir durum tespiti ve uluslararası bazı standartları belirleme belgeleri olarak da karşımıza çıkmaktadır.
Bağlayıcı İnsan Hakları Belgeleri BM üyelerine bir takım hukuki yükümlülükler doğuran uluslararası insan hakları düzenlemeleri nispeten geç ortaya çıkmasına rağmen, hızlı bir gelişme göstermiş ve kısa sürede küresel çapta etkisini göstermiştir.
1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nden sonra BM İnsan Hakları Komisyonu, üyeler arasında bu konuda bağlayıcı anlaşmalar geliştirmenin yolunu aramış ve 1966 yılında hedefe ulaşmıştır. Soğuk Savaş ortamı maalesef insan hakları gibi ortak insanlık değerlerin gelişim sürecini de etkilemiş ve 1966 tarihli anlaşmalar, 1977’de yürürlüğe girmiş ve ikiz insan hakları anlaşmaları denen ideolojik ve ikili bir yapı ortaya çıkmıştır. Kapitalist batı ülkeleri siyasi ve sivil haklarım öncelerken, sosyalist ülkeler ise ekonomik, sosyal ve kültürel haklara önem verdiğinden, her iki tarafın talepleri dikkate alınarak bu yola başvurulmuştur. Bu nedenle, bu iki hak gruplarını düzenleyen iki ayrı uluslararası anlaşma ortaya çıkmıştır: Uluslararası Sivil ve Siyasal Haklar Anlaşması ile Uluslararası Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Anlaşması. Adından da anlaşıldığı üzere, birinci anlaşmada negatif haklar veya birinci kuşak haklar olarak tanımlanan ifade özgürlüğü, inanç özgürlüğü, adil yargılanma, karar alma mekanizmalarına katılma gibi kişinin sivil ve siyasal haklarını düzenlemektedir. İkinci anlaşma ise, barınma ve giyinmenin yanında aş, iş, eğitim, kültürel değerler gibi ekonomik, sosyal ve kültürel hakları düzenlemektedir. Bu anlaşmalar ile İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde sayılan hakların önemli bir kısmı taraf ülkeler için bağlayıcı bir hala getirilmiştir.
1966 yılında iki ayrı uluslararası insan hakları anlaşmaları ortaya çıkmıştır. Uluslararası Sivil ve Siyasal Haklar Anlaşması ile Uluslararası Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Anlaşması. İkiz sözleşmeler yürürlüğe girdikten üç yıl sonra, 1979’da BM tarafından Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi kabul edilmiştir.
Sözleşme, özellikle kadınlara karşı uygulanan ayrımcılığı tanımladıktan sonra, kadın haklarını en detaylı şekilde belirlemiş ve taraf devletlerin yükümlülüklerini belirtmiştir.
İşkenceye ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Onur Kırıcı Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi ise 1984 yılında kabul edilmiştir.
İnsan hakları alanında çıkarılan diğer bir anlaşma ise, 1989 tarihinde kabul edilen Çocuk Hakları Sözleşmesi olup, 1990 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Sözleşmede, çocukların, temel yaşam hakkının yanında, eğitim, sağlık, aile ve kültürel haklarına vurgu yapılmıştır. Sözleşmeyle çocuk haklarının korunması amaçlanmış ve taraf devletlerin sözleşme maddelerine uymaları gerektiği hükme bağlanmıştır. Buna paralel olarak, taraf devletlerin, çocuğun kimliği, tabiiyeti, isim ve aile bağları dâhil olmak üzere, her türlü koruma hakkına saygı gösterme ve bu konularda yasa dışı müdahalelerde bulunmama yükümlülüğü bulunmaktadır. Çocuk Hakları Anlaşması 1990 yılında yürürlüğe girmiştir.
1990 yılında BM tarafından kabul edilen Tüm Göçmen İşçilerin ve Aile Fertlerinin Haklarının Korunmasına Dair Uluslararası Sözleşme’de geniş bir kavram dizisi tanımlanmıştır: “Göçmen İşçi” , “Sınır İşçisi” , “Mevsimlik İşçi” , “Gemi Adamı” , “Sahil Açığındaki Tesiste Çalışan İşçi” “Gezici İşçi” , “Projeye Bağlı İşçi” , “Belirli Bir İş İçin İstihdam Edilen İşçi” , “Serbest Çalışan İşçi” Sözleşmede tüm göçmen işçi ve aile fertlerinin insan hakları vurgulanmış ve taraf devletlere haklar konusunda ayrımcılık yapmamaları yükümlülüğü getirilmiştir.
İnsan hakları alanında BM tarafından kabul edilen son sözleşme, 2006 tarihli Engelli Hakları Sözleşmesi’dir.
Çocuklar, kadınlar ve göçmenlerle birlikte toplumun dezavantajlı gruplarından birisi olan engellilerin haklarının korunması ve geliştirilmesinde bu anlaşma gelecekte önemli bir rol oynayabilir. Sözleşme, taraf devletlere, engellilere karşı ayrımcılığı ortadan kaldırmak ve onların yaşam standartlarını yükseltmek gibi yükümlülükler getirmektedir. Ayrıca, engellilerin topluma dâhil olması, ayrımcılıktan ve damgalanmaktan korunması, hizmetlerin engelliler için erişilebilir olması, yasalar önünde eşitlik konularında taraf ülkelere yükümlülükler getirmektedir. UNDP’ye (BM Kalkınma Programı) göre Engelli Hakları Sözleşmesi, “21'inci yüzyılın ilk İnsan Hakları antlaşması oldu. Genel Kurul’un Aralık 2001 tarihli önergesiyle “engelli kişilerin haysiyetini ve haklarını korumak ve güçlendirmek amacıyla uluslararası bir kongre toplanması” teklifinden beş yıl sonra, BM Genel Kurulu engelli bireylerin eğitim, sağlık, iş hayatı ve diğer alanlarda korunmasını ve desteklenmesini kapsayan uluslararası sözleşmeyi oybirliği ile benimsedi.”
Avrupa Konseyi İnsan Hakları Belgeleri
Bir demokrasi ve insan hakları kurumu olarak kurulan Avrupa Konseyi son yarım asrı aşkındır bir dizi insan hakları belgeleri yayınlamıştır. Bunların başında Avrupa İnsan hakları Sözleşmesi gelmektedir. Buna ek olarak çocuk hakları, azınlık hakları, Avrupa Sosyal Güvenlik Kodu, İşkencenin ve Gayri İnsani ya da Küçültücü Ceza veya Muamelenin Önlenmesine dair Avrupa Sözleşmesi, Demokratik Vatandaşlık ve İnsan Hakları Eğitimi Şartı ve daha pek çok konuyu kapsayan direktif ve kılavuz yayınlamıştır. Avrupa Konseyi Demokratik Vatandaşlık ve İnsan hakları Eğitimi Şartı’nı 2010 yılında kabul etmiştir.
Sonuç:
İnsan hakları tarihi aslında insanlık tarihi kadar eskidir. Çünkü hak, adalet ve vicdan gibi insani ve ahlaki kavramlar ilk insan topluluklarıyla var olagelmiştir. Yukarıda da değinildiği gibi, doğal haklar anlayışı neredeyse her dönem var olmuş ve bugünkü modern insan haklarının da temelini teşkil etmiştir. Dünya halklarının, kültür ve medeniyetlerinin ortak paydası olan insan hakları, modern tarihte daha çok Batılı güçlerin etkinlik alanına girse bile, temelde her medeniyetten izler taşır. BM mekanizması insan haklarının evrensel düzeyde uygulanabilirliği açısından önem taşırken, Avrupa, Afrika ve Amerika gibi bölgesel insan hakları mekanizmaları insan haklarını korumada etkin rol oynamaktadır. Dünya politikasına son 60 yılda yer edinen insan hakları, insanlar tarafından büyük bir kabul görmüş ve bugün bütün dünya anayasalarında vurgulanan bir bölüm olmuştur. Uluslararası ilişkiler tarihine bakıldığında, hiçbir düşünce ya da fikir dünyada bu kadar hızlı ve yaygın bir kabul görmemiştir. Gelecek adına bu da insanlar için önemli bir umut kaynağı teşkil etmektedir.