İnsanlar yaşarken temelde duygu ve düşüncelerine göre hareket etmek eğilimindedirler. Bir yerde kendi istedikleri gibi bir dünya yaratmak isterler. Toplumsal ilişkilerde bazen istemedikleri bir şey olduğunda veya istemedikleri bir durumla karşılaştıklarında üzülürler. Hatta çoğu zaman da kendi istek, düşünce ve davranışlarının haklı olduğunu savunurlar. Azan kendi düşündükleri doğrultuda diğer insanları ikna ederlerse ve amaçlarını gerçekleştirirse o zamanda sevinir ve mutlu olurlar.
Ancak insanlar toplumsal yaşamları süresince bu üzülme, sevinme, deneme yanılma yoluyla, herkes tarafından kabul edilen, belli kurallara uymayı öğrenmişlerdir. Kendi hareketlerini ve toplumsal kuralların ve diğer insanların hareketlerinin durumuna göre kısıtlamış veya serbest bırakmışlardır. Böylece olumsuzlukların giderek azalması ve toplumsal ilişkilerde deney kazanılması ile insanlık belli bir uygarlık düzene ulaşmıştır. Belli bir evrensel değerler sistemi oluşmuştur.
İşte tüm bu evrensel değerler insanların insan olarak dünyaya gelmelerinden itibaren düşünme ve mantık yürütebilme özelliklerini de ortaya çıkarmıştır. Bu insanlara özgü bir yetenektir. Özünde, özgürlük, eşitlik, kardeşlik, sevgi, saygı hoşgörü dostluk, dayanışma ve karşılıklı anlayış değerleri yatar.
İnsanlar düşünme ve mantık yürütme yetenekleri yanında eylem yapma isteğine de sahiptirler. İstedikleri bir husus veya kendi düşüncelerine göre şekillenmeyen bir husus karşısında olayı gerçekleştirmek için karşı eylemde yapabilirler. Bir olay karşısında kendi düşüncelerini kendi isteklerini diğer insanlara ve topluma göstermek için tepkisel bir eylem de gösterirler Bazen kendi amaçladıkları doğrultuda bir olay gerçekleşince de olumlu bir tepki gösterirler.. Demek ki bu ortaya konan eylem olumsuz olabileceği gibi olumluda olabilir. Örneğin bir ses sanatçısını çok alkışlamak olumlu bir tepkidir, eylemdir. Ama bir başka ses sanatçıyı dinlerken insanların kendilerine jilet atarak acı çekmeleri olumsuz bir eylemdir.
İşte, insanların sahip olduğu, düşünme mantık yürütme ve eylem yapma gücü insanları diğer canlılardan ayıran özellikleridir. İnsan hakları kavramı da bir yerde insanların bu özelliklerini ortaya koyan bir kavramdır. İnsanların bu özelliklerini bir yerde vurgular, belirginleştirir ve destekler, İnsana hem kendisini koruması ve geliştirmesi hem de başkalarına karşı sorumluluklarını yerine getirmesinin gerekliliğini ortaya koyar ve bu amaçla tanınmıştır. Böylece Burada, insanların bir takım ödev ve sorumluluklara sahip olduklarını da açıklamış oluyoruz. Yani insanlar bu haklara sahip oldukları gibi başkalarının da haklarına saygılı olmak ve başkalarından da kendi haklarına saygı beklemek durumundadırlar.
İnsan hakları, insanlara sırf insan olarak dünyaya gelmeleri nedeniyle tanındığı için, insanların sahip olduğu diğer özellikleri artık önemli değildir. Artık soy, renk, cinsiyet, dil, din, köken v.b. özellikler insanların insan olarak doğmalarıyla sahip oldukları özellikleri dışındaki özellikleridir ve bunlar hiçbir zaman hiçbir yerde insanlar arasında ayrım nedeni olamazlar.
Şunu gözden kaçırmamak ta gereklidir. İnsanlar sahip oldukları bu hakları, eğitim ve öğretim durumları ile doğru orantılı öğrenir ve tanırlar, örneğin; çok okuyan bir insanın düşünce ve davranışları ile okumayan insanların düşünce ve davranışları aynı değildir, okuyan eğitimli insanların düşünme ve davranışları daha olumlu ve mantıklıdır.
İnsan hakları, insanlara tanındıktan sonra, evrensel ve uluslararasında da tanınmıştır. Hatta giderek belgelere bağlanmıştır, Tüm bu tanınma ve belgelerde de insanlar sadece insan olarak ele alınmışlardır. Örneğin insan olmak, zenci, beyaz, kadın, erkek, Çinli, Japon, Türk, Müslüman ve Hıristiyan olmaktan önce gelmektedir. İnsan haklarını, insanlara öğretmenin temel ve evrensel bir işlevi, öncelikle insana sahip oldukları bu özelliklerini benimsetmeye yöneliktir. O halde şimdi insan hakları kavramını daha ayrıntılarıyla ele alıp tanımlamaya başlayabiliriz. Ancak tanım yapmadan şu hususu açıklamakta yarar vardır. İnsan hakları tanımlaması yapılırken toplumda hemen bütün kesimler ve insanla iyi ve kendilerine yararlı gördükleri her şeyi insan hakları olarak tanımlamak eğilimindedirler. Oysa insan hakları tanımı başka bir olaydır.
İnsan Hakları insanın sadece insan olması nedeniyle, onun tüm yönleriyle kişiliğini ve değerini korumayı ve geliştirmeyi amaçlayan evrensel ilke ve kurallar bütünüdür.
İnsan Hakları diğer yandan insan onurunu güvence altına alan haklardır. Anayasa da belirlenen haklarla sınırlı değildir. Yazılı hukuk sınırlarının ötesine geçen haklardır, olan değil olması gereken haklardır. Belli bir ülke ve zaman sınırlarını aşan haklardır. Tüm insanlara tanınması gereken, tüm insanların ortak noktası ve ortak dili olması gereken haklardır.
Demek ki Anayasalarda yer alan TEMEL Haklar ve özgürlükler kavramı insan hakları kavramından daha dar kapsamlıdırlar. Temel haklar ve özgürlükler insan haklarının anayasa da yer alan kısmıdır. Bir yerde insan haklarından, yazılı hukukun tanıdığı bazı haklardır.
Şimdi biraz daha detaya inelim. Olaya önce insan dediğimiz varlıktan başlayalım. İnsan dediğimiz varlık nedir? Diye soru akla gelebilir. Bir varlığın sahip olduğu temel özellik nedir? Diye sorabiliriz, cevap ararsak şu hususlara rastlarız. İnsan düşünebilen, düşündüklerini açıklamak isteyen, belli bir toplumsal, ekonomik, kültürel ve siyasal çevrede yaşayan ve bu çevreyi onunla etkileşime girerek geliştirme yönünde yönetim ve işleyişine katılan, bu faaliyetlerden payına düşeni almak isteyen, bu amaçla da örgütlenen, bir araya gelen, birçok istek, gereksinim, özlem ve beklentisi olan bir varlıktır.
İşte insan hakları ve örgütleri de yukarıda söylediğimiz konuları karşılamaya yarayan üstün değerli kurallar bütünüdür. Bu kurallar bütünü, insanların yukarıda saydığımız değerlere ulaşmasını sağlayan araçlardır. İnsanı ve insanlığı korumanın ve geliştirmenin bütünüdürler. Bu konuda insan hakları eğitimi de insanlara insan ve insanlığı koruma ve geliştirme bilincini kazandırmanın başlıca yoludur.
Ancak diğer yandan her ne kadar bu kamusal haklar ile insan hakları arasında ayrım var gibi görülse de, zamanımızda bazı kuralların, hak ve özgürlüklerin evrensel bildirgeler haline gelmesiyle ve uluslararasında kabul edilmesiyle ayrım önemini yitirmiştir. Uluslararasında kabul edilen bu haklar anayasalara ve uluslararası belgelere de girip güvenceye kavuşmuşlardır. Ancak Anayasa da yer alan temel haklar, daha çok Anayasaların tanıdığı ve güvenceye bağladığı haklardır. Dar kapsamlıdır.
Anayasalarda bir de kişisel haklar ve özgürlükler vardır. Bu hak ve özgürlükler de insan hakları ve temel haklardan daha dar kapsamlıdırlar. Bu haklar daha çok 18.yy.da ortaya çıkmışlardır. Genelde kişiyi esas alırlar. Bir yerde geleneksel hakları ele alır. Anayasalarda yer aldıkları içinde bu hak ve özgürlüklere Anayasal haklar denir.
Bizde, temel haklar ve özgürlükler anayasamıza 1961 anayasası ile girmiş ve yazılı belge de yer almıştır. 1961 Anayasamızda Kişinin hakları Sosyal ve ekonomik haklar c)Siyasi haklar olmak üzere üç grupta düzenlenmiştir. Bu hak ve özgürlükler Anayasada yer aldıkları için bunlara anayasal haklar da denir.
Fransa da bazı hak ve özgürlükler kamu hukukunda yer alır. Bunlar yürürlükteki hukukta yer alırlar ve böyle güvenceye alınmışlardır. Fransa da bunlara kamu özgürlükleri denir. Bunları ele alıp incelersek, yine de belli belgelerde yer alan hak ve özgürlüklerdir. Yani belli bir ölçüde vardır ve tanınmışlardır ama yine de dar kapsamlıdırlar.
Uluslararası hukukta kişisel haklardan daha dar kapsamlı olan haklardan bir diğeri de yurttaşlık veya vatandaşlık haklarıdır. Bu haklar, kişi hakları yerine de kullanılır. Bu haklar bir ülkeye vatandaşlık bağı ile bağlı olan vatandaşların sahip oldukları haklardır. Örneğin siyasal haklar böyledir. Milletvekili seçme ve seçilebilme hakkı böyledir.
Demek ki insan hakları tüm bunların daha ötesinde, sınırları aşan haklardır. İnsan haklarının kapsamı daha geniştir. Bazen kişi hakları, bazen bir ülke de yalnız vatandaşlara değil yabancılara da tanınırlar. Örneğin kişi güvenliği, din ve vicdan özgürlüğü hakları böyledir.
İNSAN HAKLARININ ÖZELLİKLERİ NELERDİR?
Bu konuda insan haklarının en yaygın temellendirme biçimi olan Doğal haklar yaklaşımı esas olarak ele alınacaktır. Bu anlayış insan haklarını herkesin insan olması itibariyle doğuştan sahip olduğu, dokunulmaz devredilmez ve vazgeçilmez hakları olarak görür.
Nedir bu özellikler? İnsan Hakları Evrenseldir Doğuştandır Toplum öncesidir. Mutlaktır. Vazgeçilmezdir. Birey haklarıdır. Çoğunlukla özgürlük haklarıdır. Temel haklardır. Esas olarak devlete karşı ileri sürülen haklardır.
İnsan haklarının evrensel olması üç başlıkla incelenebilir.
a-Bütün insanlar zamana ve mekana bağlı olmaksızın insan haklarına sahiptir.
b-İnsan hakları bütün insanların sahip olduğu haklardır. Burada ırk, renk ve din önemli değildir.
c-İnsan hakları kültürel ve göreceli gerekçelerle tanınmamazlık yapılamaz. İnsan hakları doğuşta kullanılan haklardır. Bu haklar sırf insan olmaları nedeniyle insanlara tanınmışlardır.
Bu nedenle siyasal bir topluluğun var oluş nedeni ve yol göstericisidirler. Bu haklar devlete karşı ileri sürülen haklardır. İnsan haklarının varlığı herhangi bir kayda ve şarta tabi tutulamaz. Bu halkların varlığı topluma karşı bir ödevin yerine getirilmesi şartına bağlanamazlar. Pazarlık konusu yapılamazlar.
Bir insan hakkının kullanımı başka bir insan hakkının kullanımını kısıtlamışsa bu nedenle kısıtlanabilir. İnsan hakları vazgeçilmez haklardandır. Bu haklar birey haklarıdır. Bu haklar çoğunlukla özgürlük haklarıdırlar.
İnsan Hakları özünde insan onurudur. Peki, onur nedir? Onur: İnsanın özünde ve doğasında bulunan değerdir. Türkçe sözlüğe baktığımızda onur şöyle tanımlanır. Onur bir insanın kendine duyduğu saygıdır, özsaygıdır. Yani haysiyettir ve izzeti nefistir, gururdur, şereftir. Tüm bu özellikler insanları doğa da diğer canlılardan ayırırlar. Ancak bu özelliklere sahip olan insanlar, hukuk karşısında eşit ele alınırlar. Hukukta özgürlükleri insanlara tanıdığı oranda bu insanlara kişilik kazandırır.
Kişiler açısından hak ise bu özgürlüklerin temeli ve konusudur. Özgürlük bir hakkın elde edilmesinin yoludur. İnsanın özgür olmadığın kabul etmek ve farz etmek bu nedenle insan onuruyla bağdaşmaz. Nitekim insan hakları evrensel bildirgesinde ve insan hakları Avrupa sözleşmesinde bu düşünceyle, düşünme özgürlüğü ve hakkı, anlatım özgürlüğü hakkı örgütlenme özgürlüğü ve hakkı kabul edilmiştir.
Şimdi özgürlük kavramını açıklayalım. Özgürlük nedir? Özgürlük kavramı herhangi bir kısıtlamaya, zorlamaya bağlı olmaksızın düşünme veya davranma, herhangi bir şarta bağlı olmama durumunu anlatır Özgürlük önceden düzenlenmemiş serbestliktir. Özgürlük, hak kavramına göre daha soyuttur, belirsizdir. Hukuk düzeninin yasaklamadığı serbestidir, bir davranıştır. Bir bakıma insanın özüdür. Kişinin kendi davranışını seçme erkidir gücüdür.
Pratiğe baktığımızda ise insanların istedikleri davranışta bulunma erkine sahip olmadığı görülmektedir. İnsanlar toplumda kendi dışlarındaki belli kuralların etkisiyle davranışlarını sınırlandırmak zorunda kalmaktadırlar. Demek ki insanların kendi davranış ve hareketlerini kendilerinin belirlemesi kadar kolay değildir. Bunlardan sonra özgürlüğü “insanların başkalarına zarar vermeden her şeyi yapabilmesidir” şeklinde tanımlayabiliriz.
Geniş şekilde özgürlüğü ele alıp inceleyebiliriz Hukuki bir yaklaşımla özgürlük bir "hak"tır; fakat bütün haklar özgürlük değildir. Özgürlük herkese tanınmış bir insan hakkıdır. Hukukça yasaklanmamış olan yasal ve serbesttir. Özgür olmak, başkasına karşı öne sürülebilen haklara sahip olmaktır.
"Hak" biçimi sağlar; bununla özgürlük ifade edilir, dışa vurulur; onun varlığı anlaşılır. Hak daha çok özgürlüğün, usulü güvencesi ve gerçekleşme aracı olarak nitelenebilir. Özgürlük, fiili durumu ifade eder. Kişi şu ya da bu biçimde karar verme ve davranma, iradesi doğrultusunda yapma ya da yapmama yetkisine sahip olduğu zaman "özgür"dür. Bununla birlikte haklar normatif alanda yer alır.
Hukuk alanında birey ancak "özgürlüklerin" öznesi olabilir. Özgürlükler, bireyin sahip olduğu olanaklar kendisine tanınan "yetki" "bağımsızlık" ve "iktidardır". Bireye bireysel güç ve ayrıcalıklar veren özgürlük, haktan çok bir "erk",üzerinde kimsenin yetkiye sahip olmadığı bir bağımsızlıktır. Başkasına bağlı olmama, serbestlik biçiminde de ifade edilebilir. Özgürlük, bütün hakların ortak kökenidir; haklar ise, özgürlükleri sağlamak için kişiye hukukça tanınan meşru yetkilerdir. Hakkın mahkeme önünde de öne sürülebilme özelliği bulunmaktadır. Örneğin seyahat özgürlüğünün kullanılması ilgilinin iradesine bağlıdır. Hak ise ancak bunun uygulanmaya konmasında bir dış engelin ortaya çıkmasında -pasaport isteğinin reddi gibi- gündeme gelebilir. Burada öznel hak, özgürlük önündeki engelin aşılmasında kendini gerekirse zorla kabul ettiren erktir. Daha çok uygulama aşamasında gündeme gelen hak özgürlükler üzerinde etkiler yaratır, güvenceleşmesine katkıda bulunur, hatta sınırlayıcı ögeleri de kapsar.
Her özgürlük ihlalinde hak doğar. Hak arama özgürlüğü işte bu durumda özgürlüğe yönelen saldırı ya da sınırlamayı kaldırma aracı olma işlevini görür. Özgürlüklerin "aracı" şeklinde gündeme gelen "hak" kavramı, daha geniş ya da özerk anlamda gelebilir. Kısaca özgürlük "yapabilmek", karar vermek ise hak "istemek”tir; bireyin sahip olduğu yeti, yetki, bağımsızlık ve iktidar olarak özgürlük, devlet ve toplum müdahalesini dışlar. Hakta ise özgürlüğün tersine,"alacaklı" birey, istemde bulunandır;
Özgürlük 1789 insan ve yurttaşlık hakları bildirgesinde yer alan ilk maddelerdendir.
Hak nedir? Kavramı biraz daha açalım Hak kavramı farklı şekilde anlatılır. Bir görüşe göre hak hukuk düzeninin kişilere tanıdığı irade kudretidir. Diğer bir düşünceye göre ise, hak hukuk düzeninin tanıdığı, koruduğu çıkardır. Biraz dikkat edersek, iki düşüncenin ortak noktası çıkar kavramıdır.
Özgürlüklerle haklar arasındaki fark nedir? Özgürlükler tüm hakların ortak kökeni olduğu halde, haklar hukukun özgürlük sağlamak amacıyla kişiye sağladığı meşru yetkilerdir. Özgürlük yapma ya da yapmama serbestliğidir. Hak ise kişi ve toplulukların belli istek ve arzuların belli hukuk yoluyla yapılmasının sağlanması ve güvenceye kavuşturulmasıdır.
Özgürlükler kısıtlanabilir mi? Hukuk, belli nedenle özgürlüklerin kullanımını kısıtlayabilir. Ancak bunun uluslararası anlaşmalara ve bildirgelere uygun yapılması gerekir. Örneğin seyahat özgürlüğü, sel, deprem ve salgın hastalık nedeniyle kısıtlanabilir.
Toplumda hak ve özgürlüklerle ilişkin olan bir kavram da ödevdir. Türkçe anlamı: ödev; yapılması, yerine getirilmesi, insanlık duygusu, töre ve yasa bakımından gerekli olan iş veya davranış, vazife, vecibe Her hak beraberinde bir ödevi de yanında getirir. İnsanın bir şeyi yapması veya yapmaması durumunu gösterir. Bir yerde bir temel hakkın sınırlandırılması sonunda oluşan hukuki bir durumdur. Sınırsız bir hak olmadığına göre, sınırsız bir ödev de yoktur. Önemli olan bu ikisi arasındaki dengeyi iyi ayarlamaktır.
İnsan hakları kavramını bu kadar ayrıntılı ele aldıktan sonra insan haklarının bu günkü hale gelmesinde ve onun temelinde oluşmasında temel olan doğal hakları inceleyebiliriz haklardır.
DOĞAL HAKLAR NEDİR?
Locke'un sosyal teorisinin özünü doğal haklar oluşturmakta ve sistemi "doğal haklar sistemi" olarak adlandırılmaktadır.. Locke’a göre toplum halinde yaşayan insanlar üç temel doğal hakka sahiptirler. Bunlar: Hayat hakkı, mülkiyet hakkı ve özgürlük hakkıdır John Locke'un (1690) düşüncesinin temelde insanı, hak sahibi bir özne (birey) olarak değerlendirdiği bilinmektedir. İnsanın hak sahibi bir birey olarak değerlendirilmesinin en önemli sonuçlarından biri, bireyin doğuştan, sadece insan olması nedeniyle sahip olduğu, dokunulmaz ve devredilmez haklarla çevrelenmiş bir "özel alan"ın her türlü dış müdahaleye karşı güvence altına alınmak istenmesidir. Birey, doğal haklarla çevrelenmiş bu özel alanda tümüyle "serbest"tir. Bunlara "doğal yasa" adının verilmesi, devlet yönetiminin olmadığı bir ortamda bir arada bulunan bireylerin davranış kuralları olarak görülmesidir. Locke insanın bütün doğal haklarının korunmasını, bunun içinde devletin gerekli olduğunu savunmuştur. Locke'a göre doğa durumunda yani siyasi toplumun kurularak devletin varlık alanına girmesinden ve pozitif hukukun doğmasından önce bütün insanlar hayat, hürriyet ve mülkiyet haklarına eşit olarak ve ellerinden alınamaz şeklinde sahiptirler ki, işte bu haklar insan haklarının temel taşlarıdır.
Aydınlanma Çağında tabii haklar hakkında çok şey söylenmiştir. Çünkü bu çağ aynı zamanda bir devrimler çağıydı. Locke, 1688'de İngiliz Devrimiyle ilişkilendirilen yazılarında modern dünyaya tabii haklar doktrininin en önemli teorisyeni olarak kabul edilmesini sağlayacak bazı tezler öne sürmekteydi. İnsanların yaşamak, hürriyet ve mülkiyet sahibi olmak için tabii bir hakka sahip olduğunu ayrıntılı bir şekilde anlatmaktaydı. İngiliz Parlamentosu tarafından 1689'da çıkarılan Haklar Bildirgesi bu tabii hakları pozitif haklara dönüştürmek üzere hazırlanmıştır Locke'un teorisi ve İngiliz Haklar Bildirgesi örneği baştanbaşa Batı Dünyası'nda büyük bir etki yapmış ve birçok ülkede bu haklar kabul edilmiştir. Günümüz İnsan Hakları Doktrinin özünde de Locke'un bu doğal haklar sistemi yatmaktadır. Locke insanların yaşamları, özgürlükleri ve mülkiyetleri üzerindeki hakların korunmasını devletin baş görevi yapmıştır. Kişinin özgür alanını belirleyen bu doğal, vazgeçilmez haklar aynı zamanda devletin sınırlarını çizerler ve devlet bu sınırları aştığı zaman meşruiyetini yitirir. " Locke doğal haklar sistemiyle bağlantılı olarak devletin anayasal sınırları konusuyla ilgilenmiştir.
Doğal haklar çerçevesinde şekillenen devlet kuramı, bu hakların birer sınırı olarak her devleti kısıtlaması fikri üzerinde odaklanmıştır Locke özgürlüğü üç doğal hak içerisinde sayarak ne kadar önemli olduğunu vurgulamıştır. Locke'nin savunduğu üç temel hak doğal olarak birey içindir. Kolektif varlıklar için değildir. Locke'un ve liberalizmin bireye toplumdan ve diğer kolektif varlıklardan daha fazla değer atfetmesinin nedeni; bireyin toplumdan önce var olması ve dolayısıyla bireyin haklarının da toplumdan önce var olmasıdır. Tabii haklar anlayışının temelinde de bu fikir yatmaktadır. Rasyonalist olarak bilinen Locke'un doğal haklar teorisi teorik kurgular olmanın ötesinde aktüel gerçekliğe taşınırsa kendiliğinden düzenin ve piyasa ekonomisinin temellerini oluşturur.
Locke'un toplum sözleşmesine göre sözleşme öncesinde, tabiat halinde bir güven ve düzen vardı. İnsanlar özgür ve eşit durumdaydılar. Fakat buna rağmen bazıları bu güveni bozucu, tabiat kanunlarını ihlal edici hareketlerde bulunabiliyorlardı. Bundan dolayı insanlar daha güvenli yaşamak ve özgürlüklerini korumak için sivil topluma geçme ihtiyacını duymuşlardır. Bu amaçla bir sözleşmeyle tabii haklarını saklı tutarak siyasal yönetime (devlete) ulaşmışlardır.
Siyasi yönetimin amacı temel hak ve özgürlüklerin korunması ve güvenliğin sağlanmasıdır. İtaat edilmenin şartı budur "Locke'a göre hayat, hürriyet, mülkiyet hakları ile bunların türevlerinin korunması esastır". Eger devlet koruma görevinin dışına çıkar ve adaletsiz davranırsa meşruluğunu yitirir ve halkın direnişiyle karşılaşır. Yani bu durumda halkın direnme hakkı vardır.
Locke'a göre devlet gücünün birey haklarını tehdit etmesini önlemenin en önemli aracı yasama ve yürütme gücünün birbirinden ayrılmasıdır.
Doğal Hakların tanımını biraz daha somuta indirgersek şunu söyleyebiliriz. Nedir doğal haklar? Doğal haklar insanın insan olması nedeniyle sahip olduğu hakları anlatır. Bu haklar yazılı değildir ve insanlık tarihi kadar eskidirler, evrenseldirler. Herkesi kapsar yani yer ve zaman sınırını aşarlar. Bu haklar devlet düzenine geçilmeden önce var olan haklardır. Devlet düzenine geçildikten sonra, devlet kendini bu haklarla bağlı saymıştır. Örneğin insanların insan olarak doğmak hakkı böyledir. Bu hakların yazılı hukukta olup olmamasının da hiç önemi yoktur.
1776 Amerikan Belgeleri, 1789 Fransız Bildirgesi ve 1948 insan Hakları Evrensel Bildirgeleri var olan bu doğal hakları duyurmuşlardır. Devletler bu doğal hakları tanımışlar ve güvenlik altına almışlardır. Daha sonraları insan hakları doğal hakları temel alarak şekillenmiştir.
Doğal hakların başlıca özellikleri şöyledir.
a) Bu haklar evrenseldirler
b) Eşitleyicidirler
c)Bireyseldirler
d)Dokunulmazlığı savunurlar
Bu haklardan kimse vazgeçemez Nitekim bizde de 1961 ve1982 Anayasalarında bu haklar ve özgürlüklerin özellikleri “herkes kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez, temel haklara ve hürriyetlere” sahiptirler şeklinde açıklanmışlardır.
İnsan haklarının bireysellik özelliği, özgür insan kavramına dayanır. Bu da onur sahibi düşünebilen serbestçe davranabilen, iradesini açıklayabilen insan üzerine bina edilmiştir. Bireysel hakların en temel özelliği, bu haklara devletin bile karışamamasıdır. Devlet bu haklara karışamadığı gibi bu hakları aksine güvence altına almıştır.
Doğal Hakların evrensel olması durumunu biraz açalım. İnsan hakları, içerik, zaman ve yer bakımından değişmeyen ve eskimeyen üstün haklardır. Evrensel olması nedeniyle de yazılı hukukun üzerinde yer alırlar. Evrensel bildirgelerdeki açıklamayla bu haklar tüm insanlığın ortak bir dilidirler. Dünyada bir çok ülkenin de bu hakları belgelere alan sözleşmeleri imzalamaları da bu hakların ne kadar değerli olduğunu gösterir. Giderek de bu hakları belgeleyen sözleşmelere daha çok ülke imza atmaktadır. Buda insan haklarının değerinin giderek dana iyi anlaşıldığını anlatmaktadır.
İnsan haklarının bazı belgelerde yasa ve Anayasalarda yer alması ile devletlerin bu hakları tanıdıklarını ve güvenceye aldıklarını görmekteyiz. Bu haklara dokunulamaz. İnsanların kişiliğine bağlı olan haklarıdır. Vazgeçilmez ve devredilemez haklardır.
İnsan haklarının tarihsel evrimi; insan haklarının, devletler tarafından tanınması ve güvenceye alınması çok çetin mücadeleler sonucunda ortaya çıkmıştır. Bu konuda çok canlar gitmiştir.
İnsanlar düşünme ve bazen düşüncelerine göre hareket etmek eğilimindedirler. Bunu içinde bulundukları ortam ve çevre belirler. İnsanlar bazen bulundukları ortama ters düşünceye de sahip olabilirler. Önce düşüncelerini yaymaya çalışırlar, taraftar bulurlar veya bulamazlar, ama düşüncelerinin kendilerince doğru olduğuna inanır veya inandırılırlarsa, düşüncelerinin gerçekleşmesi için bazı eylemlere ve faaliyetlere girişebilirler.
İnsanlar, çocukturlar, kadındırlar, göçmendirler, işçidirler, köledirler. İşte yaşadıkları bir çevrede, durumlarının düzeltilmesi, bazı haksızlıkların giderilmesi ve bazı hakların kazanılması için hep bir otoriteye ve devlet erkine karşı mücadele ederler.
Dünyada ki topluluklarda insanların grupları ve toplulukların mücadelesi giderek hakları ve özgürlükleri belirler, ortaya çıkarır, geliştir ve genişlerler. Örneğin insan hak ve özgürlüklerini daha çok sanayi devriminin başlangıcından itibaren geliştiklerini görmekteyiz. Özgürlük ve eşitlik fikirleri bu devrede şekillenmeye başlamıştır. Ön plana çıkmıştır. Çalışma şartlarının iyileştirilme çalışmaları eşitlik, eşitsizlik fikirleri böyle ortaya çıkmıştır. Bu sırada sisteme ve düzene karşı düşünceler tepkilere dönüşmeye başlayınca bazı istekler haklar özgürlükler devletler tarafından tanınmaya ve yasalara konmaya başlamıştır. Böylece de haklar ve özgürlükler güvenceye alınmaya başlamıştır. Bu ilke tepkisel isteklerden sonra, sorunlar kişiler arasından çıkarılarak belli bölgeler ve devletler arasında çözümlenmeye başlamıştır. Buna en son 1997’de imzalanan Biyo-Tıp sözleşmesi örnek verilebilir. 1998’de böylece insan kopyalama devletler arasındaki anlaşmayla yasaklanmıştır. İnsan kopyalamanın insan onuruyla bağdaşmadığı konusunda fikir birliğine varılmıştır.
İnsan hakları bilhassa 1945 yılından sonra Birleşmiş Milletler teşkilatının kurulmasından sonra daha da önem kazanmıştır. Günümüzde de bilim, teknik ve iletişim olanaklarının çok gelişmesiyle, insan haklarından yararlanan insan sayısı da giderek artmıştır ve artmaktadır.
İlkel toplumlara baktığımızda bu haklardan ve bu hakların kullanılmasından söz edemeyiz. O topluluklarda demokrasi de yoktu zira bu hakların tanınması ve kullanılması bir yerde demokrasi olayıyla ilgilidir. Eski çağda Platon gibi Aristo da topluluklardaki eşitsizliği doğal olarak karşılamıştır. Örneğin Aristo “politika” adındaki kitabında köleyi meşru bir durum kabul eder, kadını erkeğe bağımlı görür, köleyi evcil hayvanlarla eş görür. Hem Platon, hem de Aristo Devleti insanların efendisi olarak görür. Yine eski Yunan da ve Roma da kişilerin devlet karşısında hakları yoktu ve olamazdı. Devlet kişilerin hak ve özgürlüklerinin her alanına karışabilirdi. El atabilirdi. Halkın büyük çoğunluğu da siyasal haklardan yoksundu.
Zaten eski çağda siyasetin ve devletin dayandığı temel dindi. Hıristiyanlığın ortaya çıkmasından sonra, kişilerin devlet karşısında bir hiç olmadıkları, herkesin eşit ve erdemli olduğu kabul edilmeye başlamıştır. Yavaş yavaş kişilerin devlet karşısında korunması gereği böylece ortaya çıkmıştır. Orta çağda feodalizmin ortaya çıkmasından sonra da, devletin sonsuz bir kudret olduğu anlayışı zayıflamıştır. Yine orta çağda Sezar’ın hakkı Sezar’a, Tanrının hakkını Tanrıya anlayışından sonrada insanların düşünceleri üzerinde tahakküm kuran Hıristiyanlık düşüncesi de yavaş yavaş insanlık düşüncesini dini düşünce etkisinden kurtarmaya başlamıştır.
Bundan önce insan hak ve özgürlükleri, devletin yetkileri yanında Hıristiyanlık düşüncesiyle de tahakküm altındaydı. Bireyler köleydi hiçbir hak ve özgürlükleri yoktu. Özgür düşünce, Rönesans’la birlikte yapılan reformlardan sonra önemini tarih sahnesinde göstermeye başlamıştır. Rönesans reformlarından sonra, dinin etkisi yani kilisenin etkisi devlet işleyişinin üzerinden kaldırılmıştır. Artık vicdan ve düşünce özgürlüğü ortaya çıkmıştır. Böylece 17. yüzyıl özgürlük tarihinin altın çağı olmuştur. Sanat, bilim, edebiyat ve felsefe alanlarında büyük gelişmeler olmuştur. Giderek burjuvazi gelişmiştir. Bu da özgürlük kavramına yeni boyut kazandırmıştır. Öyle ki 18. yüzyılda ekonomik yönden gelişen burjuvazinin kendini geliştirmesiyle Aydınlanma felsefesi de insanları eski boyunduruk altına alan tüm kısıtlamaları ortadan kaldırmıştır. Artık ekonomik ve siyasal yönden liberalizm gelmiştir. Eşitlik ve idareye ortak olmak bu devrede burjuvazinin aristokrasiye karşı mücadele şeklidir. Özgürlük ve kişilerin güvenliklerinin devlete karşı korunması anlayışı siyasal erke karşı savunulmaya başladı. 1789 Bildirgesinde de “insanlar hukuku açısından özgür ve eşit doğanlar özgür ve eşit yaşarlar ilkesi yer aldı, hak ve özgürlükler acısından yeni çağda da şu hususlara görebiliriz.
İnsanlar toplumsal yaşama geçmeden önce doğal olarak yaşıyorlardı. Tam ve mutlak bir özgürlüğe sahiptiler. Ancak zayıflar kuvvetlilerce eziliyor, özgürlükleri yok ediliyordu. Ortada bir kaos vardı. İnsanlar giderek aralarında siyasal ve sosyal bir anlaşma yaptılar. Bunun için de sahip oldukları doğal ortamdaki bazı özgürlüklerinden gönüllü olarak vazgeçtiler. Bilerek devlet kurdular. Başlangıçta sahip oldukları doğal hakları bu sefer devlete karşı korumak gerektiği, kurulan devlette bu doğal hakları tanımak ve saygı göstermek zorundaydı. Bu karşılıklı anlaşmayı ve karşılıklı sözleşmeyi J.Jocke ve J.J. Rouse de kabul eder ve ileri sürer. Devlet, insanların gönüllü olarak devlet kurulması için vazgeçtikleri özgürlüklerinin temelindeki sahip oldukları doğal hakları devletin tanımasını isterler. Çünkü bu haklar insanların vazgeçilmez ve devredilmez haklarıdır. Daha sonra, Amerikan ve Fransa Bildirgelerinde ve evrensel beyannamelerde de bu haklar tanınmıştır. Doğal haklardan temel olan diğer haklarda bu belgelerde tanınmıştır. Artık devletin hiçbir zaman bu haklara dokunamayacağı ve müdahale edemeyeceği haklar olduğu anlayışı esas alınmaya başlanmıştır. Kişilere tanınan bu serbestiye liberal bireycilik denir. J.Jocke tarafından savunulur. J.Jocke ‘a göre doğal yaşam aslında insanların tam özgür oldukları bir ortamdır. İnsanlar istediklerini yapmakta serbesttirler. İlişkileri düzenleyen sadece doğal yasalardır. Bunlar insanlar tarafından sadece akıl ve düşünce yoluyla öğrenilebilirler. Bu devrede, bu ortamda insanlar kendilerine zarar verenleri özgürce cezalandırma hakkına da sahiptirler. Ancak insanlar bu haklarını daha sonraları devlet otoritesine devretmişlerdir.
1789 Fransız devriminden sonra kişi hakları insanı temel almış ve açıklamışlardır. Artık bu tarihten sonra her halkın ve hukukun kaynağının insan olduğu kabul edilmeye başlamıştır. 1215 yılında İngiltere Kralına kabul ettirilen bildirge, Magna Charte (Magna Karta) İnsan Hakları kavramının ilk belgesi sayılır. İnsan hakları konusunda yayınlanan bir diğer önemli bildirge, Amerika'da yayınlanan Bağımsızlık Bildirgesi'dir. Özgürlük, eşitlik, kardeşlik gibi kavramlar, 1789 yılında gerçekleşen Fransız Devrimi'nden sonra yayınlanan "İnsan Hakları Bildirgesi"nde gerçek yerini alacaktır.
İnsan haklarının uluslar arası hukuka girmesi ancak II. Dünya Savaşından sonra almıştır. Genellikle çalışan işçilerin korunması vatandaşlık durumları, köleliğin kaldırılması gibi konular gündem de tutulmaya bu tarihten sonra başlandı. Demek ki insan haklarının evrensel bir şekilde de alınması tarihi henüz yenidir 1945 yılında Birleşmiş Milletlerin kurulmasından sonra ilk defa hukuk alanına girmiştir. 1948 de ki evrensel bildirge ile de somutlaştırılmıştır. Ancak bundan sonra; insan haklarını tanımak Dünyada barış ve adalet sağlanmasının temeli sayılmıştır 04 KASIM 1950’de insan hakları Avrupa Sözleşmesi kabul edilmiştir.
Bizdeki durumda şöyledir. 1876 öncesinde her şey padişahın kudretine bağlıydı. İnsanlar sultanın kulu sayılıyordu. Tazminat fermanında bazı kişi haklarından söz ediliyordu. Ancak bu hakların devlete karşı ileri sürülmesi mümkün değildi. 1876 Anayasasıyla bir takım anayasal haklar kabul edilmiştir. Bunlar her ne kadar devlete karşı ileri sürülemese de yine de bir hakkın yazılı belgede yer alması açısından önemlidir. Bir de padişahın bazı yetkilerini meclisle paylaşması acısından önemlidir.
1924 Anayasası ile ilk defa insan hakları tanınmıştır. Devlete karşı ileri sürülebilen kamusal haklar bu anayasada düzenlenmiştir ve ilk defa Egemenliğin kaynağının ulus olduğu vurgulanmıştır. İlk defa haklara yargı güvencesi gelmiştir.
1961 Anayasamızda da ilk kez insan haklarından geniş bir bölümünün temel haklar ve ödevler ana başlığı altında toplandığı ve güvenceye alındığını görmekteyiz. Bunlar kişi hakları ve ödevleri, iktisadi haklar ve ödevler, siyasal haklar ve ödevlerdir. Bunlar temel hak olarak yazılı hukukta yer almış ve güvenceye kavuşturulmuşlardır.
1971 değişiklikleri ve sonra 1982 Anayasasını görmekteyiz. Bu anayasada yazılı bir kısım temel hakların sınırlandırıldığını görmekteyiz. 1982 Anayasası'nda Temel Hak ve Hürriyetlerin Düzenlenmesi Anayasa, temel hak ve hürriyetleri üç başlık altında düzenlemiştir: Kişinin hakları ve ödevleri, sosyal ve ekonomik haklar ve ödevler, siyasi haklar ve ödevler.
KİŞİNİN HAKLARI VE ÖDEVLERİ
Kişinin hakları ve ödevleri başlığında sayılan haklar şunlardır: Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı (m. 17) , zorla çalıştırma yasağı (m. 18), kişi hürriyeti ve güvenliği (m. 19), özel hayatın gizliliği (m. 20), konut dokunulmazlığı (m. 21), haberleşme hürriyeti (m. 22), yerleşme ve seyahat hürriyeti (m. 23), din ve vicdan hürriyeti (m. 24), düşünce ve kanaat hürriyeti (m. 25), düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti (m. 26), bilim ve sanat hürriyeti (m. 27), basın hürriyeti (m. 28, 29, 30), kamu tüzelkişilerinin elindeki basın dışı kitle haberleşme araçlarından yararlanma hakkı (m. 31), düzeltme ve cevap hakkı (m. 32), dernek kurma hürriyeti (m. 33), toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı (m. 34), mülkiyet hakkı (m. 35), hak arama hürriyeti (m. 36), kanuni hakim güvencesi (m. 37), suç ve cezalara ilişkin esaslar (m. 38), ispat hakkı (m. 39), temel hak ve hürriyetlerin korunması (m. 40).
Sosyal ve Ekonomik Haklar ve Ödevler
SOSYAL VE EKONOMİK HAKLAR VE ÖDEVLER BAŞLIKLI BÖLÜMÜN DÜZENLEMESİ İSE ŞÖYLEDİR:
Ailenin korunması (m. 41), eğitim ve öğrenim hakkı ve ödevi (m. 42), kıyılardan yararlanma (m. 43), toprak mülkiyeti (m. 44), tarım, hayvancılık ve bu üretim dallarında çalışanların korunması (m. 45), kamulaştırma (m. 46), devletleştirme 8m. 47), çalışma ve sözleşme hürriyeti (m. 48), çalışma hakkı ve ödevi (m. 49), çalışma şartları ve dinlenme hakkı (m. 50), sendika kurma hakkı (m. 51), sendikal faaliyet (m. 52), toplu iş sözleşmesi hakkı (m. 53), grev hakkı ve lokavt (m. 54), ücrette adaletin sağlanması (m. 55), sağlık hizmetleri ve çevrenin korunması (m. 56), konut hakkı (m. 57), gençliğin korunması (m. 58), sporun geliştirilmesi (m. 59), sosyal güvenlik hakkı (m. 60, 61), yabancı ülkelerde yaşayan Türk vatandaşları (m. 62), tarih, kültür ve tabiat varlıklarının koruması (m. 63), sanatın ve sanatçının korunması (m. 64), sosyal ve ekonomik hakların sınırı (m. 65).
SİYASİ HAKLAR VE ÖDEVLER
Siyasi haklar ve ödevler bölümünde sayılan haklar da şunlardır: Türk vatandaşlığı (m. 66), seçme, seçilme ve siyasal faaliyette bulunma hakları (m. 67), parti kurma, partilere girme ve partilerden çıkma hakları (m. 68, 69), kamu hizmetine girme hakkı (m. 70), mal bildirimi (m. 71), vatan hizmeti (m. 72), vergi ödevi (m. 73), dilekçe hakkı (m. 74).
TEMEL HAK VE HÜRRİYETLERİN SINIRLANMASI
İnsanlara bir takım hakların tanınması, bu hakların sınırsızca kullanılacağı anlamına gelmemektedir. Ancak, hangi hakların ne kadar sınırlanabileceği üzerinde durulması gereken önemli bir sorundur. 1961 Anayasası, ilk haliyle şu düzenlemeyi içermekteydi: "Temel hak ve hürriyetler, Anayasanın sözüne ve ruhuna uygun olarak ancak kanunla sınırlanabilir. Kanun, kamu yararı, genel ahlak, kamu düzeni, sosyal adalet ve milli güvenlik gibi sebeplerle de olsa bir hakkın ve hürriyetin özüne dokunamaz. " (m. 11).
Bu özgürlükçü anlayış, anarşi ortamının sorumlusu olarak görüldüğü için, 12 Mart 1971 yılındaki askeri muhtıra sonrasında yapılan değişiklikle, temel haklar ve hürriyetlerin sınırlanması şu şekilde düzenlenmiştir: "Temel hak ve hürriyetler, Devletin ülkesi ve milletiyle bütünlüğünün, Cumhuriyetin, milli güvenliğin, kamu düzeninin, kamu yararının, genel ahlakın ve genel sağlığın korunması amacı ile veya Anayasanın diğer maddelerinde gösterilen özel sebeplerle, Anayasanın sözüne ve ruhuna uygun olarak, ancak kanunla sınırlanabilir. Kanun temel hak ve hürriyetlerin özüne dokunamaz. Bu Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbirisi, insan hak ve hürriyetlerini veya Türk Devleti'nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü veya dil, ırk, sınıf, din ve mezhep ayırımına dayanarak, nitelikleri Anayasada belirtilen Cumhuriyeti ortadan kaldırmak kastı ile kullanılamaz. Bu hükümlere aykırı eylem ve davranışların cezası kanunda gösterilir. " Devlet otoritesinin, kişi ve toplum aleyhine büyümesi şeklinde özetlenebilecek bu gelişme, kardeş kavgasının büyümesini engelleyememiş, 12 Eylül 1980 tarihli askeri müdahale sonrasında yapılan 1982 Anayasası, temel hak ve hürriyetleri sorumlu olarak gören anlayışın etkisiyle daha ayrıntılı sınırlamalara yer vermiştir.
Temel hak ve hürriyetlerin geneline yansıyan sınırlayıcı anlayış, günümüzde toplum tarafından zorlanmaktadır. 1961 Anayasası döneminde lüks olarak nitelenen temel hak ve hürriyetlerin artık toplum tarafından talep edilmesi olumlu bir gelişmedir. Örneğin kamu görevlileri, sendika hakkı ve siyasal haklar için uğraş vermektedirler. Düşünceyi ifade hürriyetine getirilen sınırlamalar tartışılmaktadır. Ayrıca toplumsal kargaşanın sorumlusunun temel hak ve hürriyetleri olmadığı açıkça görülmektedir. Bu nedenle 1982 Anayasası’nın temel hak ve hürriyetlere ilişkin düzenlemesi, daha doğrusu sınırlamalara ilişkin kuralları değiştirilmeli, 1961 Anayasası’nın özgürlükçü anlayışına dönülmelidir. 1982 Anayasası temel hak ve hürriyetleri üçlü bir sınırlama sistemine tabi kılmıştır: Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması, temel hak ve hürriyetlerin kötüye kullanılmaması, temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasının durdurulması. Anayasa, 12. maddesinde, herkesin, kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahip olduğunu belirttikten sonra, bu hakların, kişinin topluma, ailesine ve diğer kişilere karşı ödev ve sorumluluklarını da içerdiğini söyleyerek, sınırlamalara geçmiştir. sebepleri şunlardır: Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün, milli egemenliğin, Cumhuriyetin, milli güvenliğin, kamu düzeninin, genel asayişin, kamu yararının, genel ahlakın ve genel sağlığın korunması. Ayrıca Anayasanın ilgili maddelerinde de sınırlama sebeplerine yer verilebilecektir. Hak ve hürriyetlerin sınırlanması konusunda son olarak sosyal ve ekonomik hakların sınırına değinilecektir.
Sosyal ve ekonomik haklar, devlete bir takım yükümlülükler getirmektedir. Devletin bu hakları sağlamakta yetersiz kalması ya da görevlerini gereği gibi yerine getirememesi, bu hakların sınırlanması anlamına gelecektir. Örneğin, sosyal güvenlik hakkının getirdiği yükümlülüklerin yerine getirilmemesi, çalışanların ve emeklilerin sosyal güvenlik hakkından yeterince yararlanamamaları sonucunu doğurmaktadır. Anayasa, sosyal ve ekonomik alanlarda Devlete düşen görevlerin ekonomik istikrarın korunmasının gözetilerek, mali kaynaklarının yeterliliği ölçüsünde yerine getirileceğini belirterek, sosyal ve ekonomik hakların sınırını çizmiştir (m. 65). Maddenin gerekçesinde ise şöyle denilmektedir: "Anayasada yer alan sosyal ve ekonomik hakların Devlet tarafından gerçekleştirilmesi ancak mali kaynakların yeterliği ölçüsünde mümkündür. Mali kaynakların yeterliği Devletin kaynaklarını zorlamadan tabii bir sınır teşkil eder. Bu kaynakların zorlanması halinde ekonomik istikrarın bozulması mukadderdir. Ekonomik istikrarın bozulması ise her şeyden önce Devletin ekonomik ve sosyal ödevlerinin aksaması sonucunu doğurur. Bundan ise, her şeyden önce bu haklardan yararlanacak olan şahıslar zarar görür. " 5. Temel Hak ve Hürriyetlerin Kötüye Kullanılmaması Bu sınırlama kuralıyla yetinmeyen Anayasa ikinci olarak, temel hak ve hürriyetlerin kötüye kullanılamayacağını kurallaştırmıştır. Buna göre: Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerin hiçbiri, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetinin varlığını tehlikeye düşürmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin bir kişi veya zümre tarafından yönetilmesini veya sosyal bir sınıfın diğer sınıflar üzerinde egemenliğini sağlamak veya dil, ırk, din ve mezhep ayırımı yaratmak veya sair herhangi bir yoldan bu kavram ve görüşlere dayanan bir devlet düzenini kurmak amacıyla kullanılamazlar. Anayasanın hiçbir hükmü, Anayasada yer alan hak ve hürriyetleri yok etmeye yönelik bir faaliyette bulunma hakkını verir şeklinde yorumlanamaz (m. 14). Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması konusunda 1961 ve 1982 Anayasası'nın getirdiği düzenlemeleri karşılaştırınız.
Temel Hak ve Hürriyetlerin Kullanılmasının Durdurulması Anayasanın 15. maddesine göre savaş, seferberlik, sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler ihlal edilmemek kaydıyla, durumun gerektirdiği ölçüde temel hak ve hürriyetlerin kullanılması kısmen veya tamamen durdurulabilir veya bunlar için Anayasada öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilir.
Görüldüğü gibi, temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasının durdurulmasının yanı sıra Anayasanın tanıdığı güvenceler de ortadan kaldırılabilecektir. Bu önemli yetki, savaş, seferberlik, sıkıyönetim ve olağanüstü hallerde kullanılacağına göre öncelikle bu kavramları incelemek gerekmektedir 6.1. Seferberlik 2941 Sayılı Seferberlik ve Savaş Hali Kanununun 3. maddesine göre seferberlik, Devletin tüm güç ve kaynaklarının, başta askeri güç olmak üzere, savaşın ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde hazırlanması, toplanması, tertiplenmesi ve kullanılmasına ilişkin bütün faaliyetlerin uygulandığı; hak ve hürriyetlerin kanunlarla kısmen veya tamamen sınırlandırıldığı haldir. Seferberlik hali, ülkenin bir bölümünde (kısmi) veya tamamında (genel) ilan edilebilir 6.2. Savaş Devletin varlığını sürdürmek, milli menfaatleri sağlamak ve milli hedefleri elde etmek amacıyla, başta askeri güç olmak üzere, Devletin maddi, manevi tüm güç ve kaynaklarının hiçbir sınırlamaya tabi tutulmadan kullanılmasını gerektiren silahlı mücadeledir. Savaş ilanına karar verilmesinden, bu halin kaldırıldığının ilan edilmesine kadar savaş hali söz konusu olacaktır (2941 sayılı Yasa, m. 3). 6.3. Olağanüstü Hal Anayasanın 119. maddesine göre tabii afet, ağır ekonomik bunalım veya tehlikeli salgın hastalık hallerinde olağanüstü hal ilan edilebilecektir. Ayrıca, Anayasa ile kurulan hür demokrasi düzenini veya temel hak ve hürriyetleri ortadan kaldırmaya yönelik yaygın şiddet hareketlerine ait ciddi belirtilerin ortaya çıkması veya şiddet olayları sebebiyle kamu düzeninin ciddi şekilde bozulması üzerine de olağanüstü hal ilan edilebilir (Anayasa m. 120). 6.4. Sıkıyönetim Anayasanın tanıdığı hür demokrasi düzeninin veya temel hak ve hürriyetleri ortadan kaldırmaya yönelen ve olağanüstü hal ilanını gerektiren hallerden daha vahim şiddet hareketlerinin yaygınlaşması veya savaş hali, savaşı gerektirecek bir durumun baş göstermesi, ayaklanma olması veya vatan veya Cumhuriyete karşı kuvvetli ve eylemli bir kalkışmanın veya ülkenin ve milletin bölünmezliğini içten veya dıştan tehlikeye düşüren şiddet hareketlerinin yaygınlaşması sebepleriyle sıkıyönetim ilan edilebilir.
Savaş ilanı yetkisi, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne aittir. Ancak, Meclis tatilde veya ara vermede iken ülkenin ani bir silahlı saldırıya uğraması ve bu sebeple silahlı kuvvet kullanılmasına derhal karar verilmesinin kaçınılmaz olması halinde Cumhurbaşkanı da Türk Silahlı Kuvvetleri'nin kullanılmasına karar verebilir (Anayasa m. 92). Seferberlik, sıkıyönetim ve olağanüstü hal ilanına ise Cumhurbaşkanı'nın başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu yetkilidir. Bu kararlar Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin onayına sunulur. Seferberlik ilanı ve sıkıyönetim hallerinde kamu düzenini sağlama yetkisi askeri makamlara geçer. Olağanüstü hallerde ise sivil makamlar yetkilidir Anayasa’nın 15. maddesine göre temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasının durdurulması için yukarıda belirtilen hallerden birinin ilanı gerekmektedir. İkinci olarak, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülüklerin ihlal edilmemesi zorunluluğu getirilmiştir. Bu zorunluluktan yola çıkılarak, özellikle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'yle tanınan özgürlüklere dokunulamayacağı şeklinde bir yorum yapmak mümkündür. Çünkü Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Devletin belirli davranışlarda bulunmasını yasaklamaktadır. Ancak, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 15. maddesi de temel hak ve hürriyetlerin olağanüstü hallerde durdurulmasına imkan tanımaktadır.
Bu nedenle, Sözleşmenin 15. maddesi uygulamasından da kısaca söz etmek gerekiyor. Avrupa İnsan Hakları Komisyonu ve Divanı (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi), temel hak ve hürriyetlerin durdurulmasını haklı gösterecek nedenlerin bulunup bulunmadığını denetlemektedir. Komisyon ve Divan, 15. madde uygulamasında, ulusun yaşamını tehdit eden tehlikenin varlığı ölçütünü kullanmaktadır. Savaş ya da ulusun varlığını tehdit eden tehlikenin varlığı şu şekilde açıklanmaktadır: "Sadece belli grupları ya da kişileri değil, nüfusun tamamını hedef alan ve sözkonusu devleti oluşturan topluluğun yaşam düzenini tehdit eden, boyutları olağanüstü ve gerçekleşmesi kesin ve yakın olan tehlike ya da kriz". Anayasanın 15. maddesi temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasının durdurulmasını, durumun gerektirdiği ölçüyle sınırlamaktadır. Alınan tedbirler, olağanüstü durumun gerektirdiği ölçüde ve olağanüstü durumun ortadan kaldırılmasına yönelik olmalıdır. durdurulması ya da ortadan kaldırılması söz konusu olamayacaktır. Anayasanın 15. maddesine göre, savaş, seferberlik, sıkıyönetim ve olağanüstü hal ilanında dahi kişinin yaşama hakkına, maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne dokunulamaz (Savaş hukukuna uygun fiiller sonucu meydana gelen ölümler ile ölüm cezalarının infazı hariç tutulmuştur. )
Kimse din, vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz ve bunlardan dolayı suçlanamaz; suç ve cezalar geçmişe yürütülemez; suçluluğu mahkeme kararıyla saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz. Temel hak ve hürriyetlerin durdurulmasından, 1961 Anayasası'nın sıkıyönetimi düzenleyen 124. maddesinde de söz edilmekteydi. 1982 Anayasası'nın farkı, ayrı bir madde olarak düzenlemesi ve Anayasada öngörülen güvencelerin kaldırılabilmesine imkan tanımasıdır. Özellikle yargısal denetimin kaldırılması, yapılan işlemlerin, olağanüstü durumun gereklerine uygun yapılıp yapılmadığını denetlemeyi olanaksız kılmaktadır. Bu nedenle 15. madde uygulamada insan hakları için tehlikeli sonuçlar doğurabilecek niteliktedir.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin getirdiği koruma düzeni, bu olumsuzluklara karşı bir sigorta sayılabilir. Avrupa Konseyi'nden çekilmeyi ya da uzaklaştırılmayı göze alabilecek bir iktidar karşısında hiç bir hukuki güvence kalmadığını da belirtmek gerekiyor 7. Temel Hak ve Hürriyetlerin Korunması Anayasada tanınan hak ve hürriyetler aynı zamanda Anayasal koruma altındadırlar.
Bunun yanısıra Anayasa, temel hak ve hürriyetleri koruyucu kurallar da içermektedir. Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanmasını düzenleyen 13. madde, bu sınırlamanın sınırını da belirtmiştir. Bu nedenle ilk olarak insan haklarının sınırlanmasında yasa koyucunun uymakla yükümlü olduğu sınırlamalar ele alınacaktır. 13. madde, sınırlama sebeplerini saydıktan sonra şu kurala yer vermektedir: "Temel hak ve hürriyetlerle ilgili genel ve özel sınırlamalar, demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı olamaz ve öngörüldükleri amaç dışında kullanılamaz". Hak ve hürriyetlere getirilecek sınırlamalar, demokratik rejim anlayışına aykırı olmamalıdır. Hangi demokratik toplum sorusu ise Anayasa Mahkemesi tarafından, Batı uygarlığınca benimsenen demokrasi anlayışı, şeklinde cevaplandırılmaktadır.
Anayasanın öngördüğü ikinci sınırlama ise temel hak ve hürriyetlere getirilecek sınırlamaların, öngörüldükleri amaç dışında kullanılamamasıdır. Ölçülülük olarak adlandırılan bu ilke, genel ya da özel sınırlama amaçları ile sınırlama işlemleri arasında bir dengenin bulunmasını zorunlu kılmaktadır. Öngörülen amaçlar bahane edilerek, başka bir amaca ulaşmak için hak ve hürriyetler sınırlanmayacak yahut meşru amaç güdülerek sınırlanmış olsalar bile, getirilen sınırlama bu amacın zorunlu ya da gerekli kıldığından fazla olmayacaktır. Yapılan sınırlamayla, sağladığı yarar arasında hakkaniyete uygun bir dengenin bulunması gerekir. Amaçla araç arasındaki makul ölçüyü aşan sınırlamalar Anayasaya aykırıdırlar.
Hak ve hürriyetlerin korunmasıyla ilgili bir diğer hüküm, Temel Hak ve Hürriyetlerin Korunması başlıklı 40. maddedir. Madde, Anayasayla tanınmış hak ve hürriyetleri ihlal edilen herkesin, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkanının sağlanmasını isteme hakkına sahip olduğunu hükme bağlamaktadır. . Ayrıca, resmi görevlilerce bireylere verilen zararlar, Devletçe karşılanacaktır.
Temel hak ve hürriyetlerin korunmasında zikredilmesi gereken en önemli Anayasal imkan ise yargı denetimidir. Yargı denetimi olmaksızın, hak ve hürriyetlerin ihlalinin yaptırımı olmayacak, yaptırımı olmayan kuralların ise anlamı olmayacaktır. Anayasa, bireylere, başkalarının işlem ve eylemlerine karşı hak arama hürriyeti tanımasının yanısıra; yasama organının, yani Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Anayasaya aykırı olarak insan haklarını ihlal etmesini önlemek için Anayasa Mahkemesi’ni kabul etmiştir. İdare makamlarının hukuka aykırı işlem ve eylemlerinin bireyleri etkilemesi ise idari işlem ve eylemlerin yargısal denetimiyle önlenmiştir. Danıştay, idare ve vergi mahkemeleri, idarenin hukuka aykırı işlemlerinin iptali; idari işlem ve eylemlerden doğan zararların tazmini için başvurulabilecek idari yargı mercileridir. Ayrıca, kişiler, diğer kişilerin hukuka aykırı eylem ve işlemlerine karşı adli yargı mercilerinin koruması altındadırlar. İç hukukun öngördüğü yargı yollarına başvurduğu halde, hakkının ihlalini önleyemeyenlerin başvurabileceği önemli bir uluslararası koruma mekanizması bulunmaktadır: Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi. Günümüzde, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi bünyesinde etkin koruma için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önemli rol oynamaktadır. Temel hak ve hürriyetlerin korunması konusunda Anayasada düzenleme bulunmasının 8. Anayasada Düzenlenen Bazı Temel Hak ve Hürriyetler Tekrar belirtmek gerekir ki Anayasada herhangi bir hak ve hürriyeti düzenleyen kural, aynı zamanda o hürriyeti koruyucu işlev de görmektedir.
Anayasada Düzenlenen Bazı Temel Hak ve Hürriyetler Tekrar belirtmek gerekir ki Anayasada herhangi bir hak ve hürriyeti düzenleyen kural, aynı zamanda o hürriyeti koruyucu işlev de görmektedir.
DİN VE VİCDAN HÜRRİYET
Herkes, vicdan, dini inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir.14. madde hükümlerine aykırı olmamak şartıyla ibadet, dini ayin ve törenler serbesttir. Kimse ibadete, dini ayin ve törenlere katılmaya, dini inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; dini inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz ve suçlanamaz. Din ve ahlak eğitim ve öğretimi Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Din kültürü ve ahlak öğretimi ilk ve ortaöğretim kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasında yer alır. Bunun dışındaki din eğitim ve öğretimi ancak, kişilerin kendi isteğine, küçüklerin ve kanuni temsilcisinin talebine bağlıdır. Kimse Devletin sosyal, ekonomik, siyasi veya hukuki temel düzenini kısmen de olsa din kurallarına dayandırmak veya siyasi veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlamak amacıyla her ne surette olursa olsun, dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez, kötüye kullanamaz.
Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir. Bu hürriyetlerin kullanılması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret ve haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir Düşüncelerin açıklanması ve yayılmasında kanunla yasaklanmış olan herhangi bir dil kullanılamaz. Bu yasağa aykırı yazılı ve basılı kağıtlar, plaklar, ses ve görüntü bantları ile diğer anlatım araç ve gereçleri usulüne göre verilmiş hakim kararı üzerine veya gecikmesine sakınca bulunan hallerde kanunla yetkili kılınan merciin emriyle toplattırılır. Toplatma kararını veren merci bu kararını, yirmidört saat içinde yetkili hakime bildirir. Hakim bu uygulamayı üç gün içinde karara bağlar. Haber ve düşünceleri yayma araçlarının kullanılmasına ilişkin düzenleyici hükümler, bunların yayımını engellememek kaydıyla, düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin sınırlanması sayılmaz. 8.3. Basın Hürriyeti Basın hürdür, sansür edilemez. Basımevi kurmak izin alma ve mali teminat yatırma şartına bağlanamaz. Kanunla yasaklanmış olan herhangi bir dilde yayım yapılamaz. Devlet, basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri alır. Basın hürriyetinin sınırlanmasında, Anayasanın 26 ve 27. maddeleri hükümleri uygulanır. Devletin iç ve dış güvenliğini, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü tehdit eden veya suç işlemeye ya da ayaklanma veya isyana teşvik eder nitelikte olan veya Devlete ait gizli bilgilere ilişkin bulunan her türlü haber veya yazıyı, yazanlar veya bastıranlar veya aynı amaçla, basanlar, başkasına verenler, bu suçlara ait kanun hükümleri uyarınca sorumlu olurlar. Tedbir yolu ile dağıtım hakim kararıyle; gecikmesiyle sakınca bulunan hallerde de kanunun açıkça yetkili kıldığı merciin emriyle önlenebilir. Dağıtımı önleyen yekili merci, bu kararını en geç yirmidört saat içinde yetkili hakime bildirir. Yetkili hakim bu kararı en geç kırksekiz saat içinde onaylamazsa, dağıtımı önleme kararı hükümsüz sayılır. Yargılama görevinin amacına uygun olarak yerine getirilmesi için, kanunla belirtilecek sınırlar içinde, hakim tarafından verilen kararlar saklı kalmak üzere, olaylar hakkında yayım yasağı konamaz. Süreli veya süresiz yayınlar, kanunun gösterdiği suçların soruşturma veya kovuşturmasına geçilmiş olması hallerinde hakim kararıyla; Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün, milli güvenliğin, kamu düzeninin, genel ahlakın korunması ve suçların önlenmesi bakımından gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunun açıkça yetkili kıldığı merciin emriyle toplatılabilir. Toplatma kararı veren yetkili mercii, bu kararını en geç yirmidört saat içinde yetkili hakime bildirir; hakim bu kararı en geç kırksekiz saat içinde onaylamazsa, toplatma kararı hükümsüz sayılır. Süreli veya süresiz yayınların, suç soruşturma veya kovuşturması sebebiyle zapt ve müsaderesinde genel hükümler uygulanılır. Türkiye’de yayımlanan süreli yayınlar, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, Cumhuriyetin temel ilkelerine, milli güvenliğe ve genel ahlaka aykırı yayımlardan mahkûm olma halinde, mahkeme kararıyla geçici olarak kapatılabilir. Kapatılan süreli yayının açıkça devamı niteliğini taşıyan her türlü yayın yasaktır; bunlar hakim kararıyla toplatılır. 8.4. Dernek Kurma Hürriyeti Herkes, önceden izin almaksızın dernek kurma hakkına sahiptir. Dernek kurabilmek için kanunun gösterdiği bilgi ve belgelerin, kanunda belirtilen yetkili mercie verilmesi yeterlidir. Bu bilgi ve belgelerin kanuna aykırılığının tespiti halinde yetkili merci, derneğin faaliyetinin durdurulması veya kapatılması için mahkemeye başvurur. Hiç kimse bir derneğe üye olmaya ve dernekte üye kalmaya zorlanamaz. Dernek kurma hürriyetinin kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir Dernekler, kanunun öngördüğü haller hakim kararıyla kapatılabilir veya faaliyetten alıkonulabilir. Ancak milli güvenliğin, kamu düzeninin, suç işlenmesini veya suçun devamını önlemenin yahut yakalamanın gerektirdiği hallerde gecikmede sakınca varsa, kanunla bir merci, derneği faaliyetten men ile yetkilendirilebilir. Bu merciin kararı, yirmidört saat içerisinde görevli hakimin onayına sunulur. Hakim, kararını kırksekiz saat içinde açıklar, aksi halde, bu idari karar kendiliğinden yürürlükten kalkar. Birinci fıkra hükmü, Silahlı Kuvvetler ve kolluk kuvvetleri mensuplarına ve görevlerinin gerektirdiği ölçüde Devlet memurlarına kanunla sınırlamalar getirilmesine engel değildir. Bu madde hükümleri vakıflarla ilgili olarak da uygulanır.
T E M E L H A K V E H Ü R R İ Y E T L E R
Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkı Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir. Şehir düzeninin bozulmasını önlemek amacıyla yetkili idari merci, gösteri yürüyüşünün yapılacağı yer ve güzergâhı tespit edebilir. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir. Kanunun gösterdiği yetkili merci, kamu düzenini ciddi şekilde bozacak olayların çıkması veya milli güvenlik gereklerinin ihlal edilmesi veya Cumhuriyetin ana nitelikleri yoketme amacını güden fiillerin işlenmesinin kuvvetle muhtemel bulunması halinde belirli bir toplantı ve gösteri yürüyüşünü yasaklayabilir veya iki ayı aşmamak üzere erteleyebilir. Kanunun, aynı sebeplere dayalı olarak bir ile bağlı ilçelerde bütün toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin yasaklanmasını öngördüğü hallerde bu süre üç ayı geçemez. Dernekler, vakıflar, sendikalar ve kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları kendi konu ve amaçları dışında toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleyemez 8.6. Mülkiyet Hakkı Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz. 8.7. Hak Arama Hürriyeti Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma hakkına sahiptir. Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz. 8.8. Kanuni Hakim Güvencesi Hiç kimse kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarılamaz. Bir kimseyi kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarma sonucunu doğuran yargı yetkisine sahip olağanüstü merciler kurulamaz. 8.9. Suç ve Cezalara İlişkin Esaslar Kimse, işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz; kimseye suçu işlediği zaman kanunda o suç için konulmuş olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez. Ceza ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur. Genel müsadere cezası verilemez. İdare, kişi hürriyetinin kısıtlanması sonucunu doğuran bir müeyyide uygulayamaz. Silahlı Kuvvetlerin iç düzeni bakımından bu hükme kanunla istisnalar getirilebilir. Vatandaş, suç sebebiyle yabancı bir ülkeye geri verilemez. Özel ilk ve orta dereceli okulların bağlı olduğu esaslar, devlet okulları ile erişilmek istenen seviyeye uygun kanunla düzenlenir. Devlet, maddi imkanlardan yoksun başarılı öğrencilerin, öğrenimlerini sürdürebilmeleri amacı ile burslar veya başka yollarla gerekli yardımları yapar. Devlet, durumları sebebiyle özel eğitime ihtiyacı olanları topluma yararlı kılacak tedbirleri alır. Eğitim ve öğretim kurumlarında sadece eğitim, öğretim, araştırma ve inceleme faaliyetleri yürütülür. Bu faaliyetler her ne suretle olursa olsun engellenemez. Türkçe'den başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez. Eğitim ve öğretim kurumlarında okutulacak yabancı diller ile yabancı dille eğitim ve öğretim yapan okulların tabi olacağı esaslar kanunla düzenlenir. Milletlerarası antlaşma hükümleri saklıdır. 8.11. Sendika Kurma ve Toplu İş Sözleşmesi Hakkı İşçiler ve işverenler, üyelerinin çalışma ilişkilerinde, ekonomik ve sosyal hak ve menfaatlerini korumak ve geliştirmek için önceden izin alınmaksızın sendikalar ve üst kuruluşlar kurma hakkına sahiptirler. Sendikalar veya üst kuruluşlarını kurabilmek için kanunun gösterdiği bilgi ve belgelerin kanunda gösterilen yetkili mercie verilmesi yeterlidir. Bu bilgi ve belgelerin kanuna aykırılığının tespiti halinde yetkili merci, sendika veya üst kuruluşun faaliyetinin durdurulması veya kapatılması için mahkemeye başvurur İşçiler ve işverenler karşılıklı olarak ekonomik ve sosyal durumlarını ve çalışma şartlarını düzenlemek amacıyla toplu iş sözleşmesi yapmak hakkına sahiptirler. Anayasa kamu görevlilerinin kuracakları sendikalara toplu iş sözleşmesi hakkını tanımamaktadır. Memur sendikaları, üyeleri adına toplu görüşme yapmak ve anlaşmaya varılırsa mutabakat metni imzalamakla yetkilidir. Bu metin Bakanlar Kurulu'na sunulacaktır. Sonuçta, kamu görevlilerinin ekonomik koşulları Bakanlar Kurulu'nca saptanacaktır. Memurlara grev hakkı da tanınmamıştır. Kamu görevlilerinin yoksulluk sınırının altında yaşamaya mahkum edildiği bir ülkede, sendika hakkının sınırlı olması, toplu iş sözleşmesi ve grev hakkının olmaması doğru değildir.