Her alanda geçerli olan evrensel bir gerçeğin ifadesini Peygamberimizin dilinden öğreniyoruz.
Bütün hadisleri eleseniz ayakta ve sağlam olarak kıyamete kadar yaşayacak bir hadistir yukarıda yazdığımız hadisi şerif. Ekonominin canlı kalması, bilimsel araştırma ve geliştirme çalışmaları, şehir içi trafiğin düzgün akması, şehirlerarası yolların güvenliği ve hatta sosyal politikaların hedeflerini tutturması bu hadisin ruhunu ve mantığını özümsemekle mümkündür.
Sokaktaki adamdan ziyade devleti idare eden zekâ bu tavsiyenin muhatabıdır. Eğer bir siyaset adamı “ne alaka” deyip dikkatleri dandik konuların etrafında toplamaya kalkışıyorsa ortada; ya bir çapsızlık vardır, ya da ihanet vardır.
İlmi; “sahili olmayan bir denize” benzeten İslam münevverleri vardı. Yani aydınımız bildiğiyle yetinmemek devamlı o denizde kulaç atmak ve her gün yeni yerler keşfetmek zorundadır. Bildiğini tekrar etmek ilim değildir. Bir bünyenin yakalanabileceği en kötü hastalıktır. 20. Yüzyıl Müslümanlığının dökülme sebeplerini tek, tek saymaya kalkarsak ki en çok sevdiğimiz konu budur. Vakit kaybederiz.
Fakirlik problemi karşısında İslam isimli kitabıyla meseleyi kavradığını zanneden Yusuf El Kardavi Müslüman trenini harekete geçirememiştir. Müslümanın fakirlik diye bir problemi yoktur. Müslümanın gelişmişlik karşısında; sağırlık, körlük gibi bir ana problemi vardır. Fakirlik bu problemin yüzlerce yavrusundan biridir. Belki de en önemsiz yavrusudur. Çünkü ilmi hafife almanın, kabiliyetleri hor görmenin yavaş, yavaş kana karışan zehri evvela cehaleti ortaya çıkarır. Önü alınmazsa cehalet baş tacı oluncaya kadar yoluna devam eder. Anlamsız bir gurur ve haddini bilememek hastalığı bütün Müslümanları avucunun içine alır ve onları küffarın elinde oyuncak haline getirir.
Geri kalmışlık deyince milli gururu incinen İslam dünyası görüyoruz. Sadece inciniyor ve kendisinden başka bir sorumlu bulmaya çalışıyor. Masonlar, siyonistler, dönmeler veya Darvinistler bizim yere göğe sığdıramadığımız 70 yıllık düşmanlarımızdır. 70 yıldır bunlarla uğraşırız bir arpa boyu bu uğraşımızdan bir sonuç çıkaramadık. Fakat bunlarla ilgili kitap yazan yayın evleri yazarçizer takımı çok para kazandı. Esas meyveli sonucu onlar topladı. Ve bunun adı da” İslam davası” oldu.
Bir evde geçimsizlik başlayınca taraflar geçmiş defterleri karıştırır; üstünde durmadığı küçük çatışmalardan abartılı ayrılık sebepleri üretmeye kalkışır. İşte o zaman saygın bir iş adamının nasıl küçüldüğünü fark edersiniz. Yani fitnenin girdiği yerde huzur kalmaz. Herkes birbirinin düşmanı olur.
Gelişmişlik karşısında dökülen bütün İslam dünyası evvela lider sıkıntısı çekmeye başlar. Çünkü orada sahili olmayan deniz yerine küçük küçük dereler ilim deryası zannedilmeye başlanır. Cehalet yüzünden insanlar boş konuşan fakat vurgulara dikkat eden “küçük insanlara” büyük adam hürmeti gösterirler. Allah’ın özel yarattığı zekâları küçümsemeye onlarla alay etmeye başlarlar. Haddini bilmezlik tavan yapar. Bütünü bölüp parçalayınca küçük küçük birçok parça çıkarınca bunu büyümek zannederler. Peygamber efendimizin büyümeye en büyük engel gördüğü aşiret asabiyetini milletine bağlılık duygusuyla karıştırıp ihanetin en katmerlisine dalarlar.
Orta çağ Avrupasını anlatan kaynakların belki de en önemlisi Rotterdamlı Erasmus’un Deliliğe Methiye isimli eseridir. Erasmus diyor ki… “güç peşinde koşan din adamlarının hırs içinde lortlar, efendiler gibi lakap alma telaşını İsa’ya ihanet gibi görürdüm. Çünkü İsa; havarilerine böyle unvan peşinde koşmayı yasaklamıştı…” Devam ediyor Erasmus ne kadar tanıdık bir manzarayı anlatıyor değil mi? “Hıristiyanlar Hz İsa ve havarileri dönemindeki kirletilmemiş atmosfere dönmek zorundasınız. Bu yüzden papazların papanın ayakkabılarını kirli mendillerini öpmeyi bırakın. Çünkü onlar gerçekten kudret sahibi olsalardı Unvan kapma maskaralığına düşmez, güç peşinde koşma hırslarına yenilmezlerdi. Onlar zayıftır. Mağluptur.
İlmin değerini küçümseyen bir dinin hükümran olduğu devrin manzarasını çiziyor. Okuma yazma öğrenmeyi kölelere mahsus bir iş zanneden Avrupa sosyetesi belki Dekart dönemine kadar cehalet içinde yüzmüştür.
Bugün; kurtuluşu bir şeyhin eteğine yapışmakta bulanlar ile papanın pabucunu yalayıp cennete gideceğini zannedenler arsında ne fark var? Sor bu soruyu azcık mantığı diri olan Müslüman ...Cenab-ı Rabbül alemin acaba Kuran’ında; “salih amel işleyen, Allah’a şirk koşmayan ve ahiret gününe inananlar hiç de mahzun olmayın” diye buyururken araya neden bir şeyhin eteğine yapışanlar siz de üzülmeyin sizi de cennetime alacağım demedi. Haşa unuttu da siz mi daha iyisini biliyorsunuz? Müslümanları bedavacılığa alıştıranlar, doktor reçetesi gibi dua mecmuası hazırlayıp halka bunu para karşılığında satanlar sizlere ne dememiz lazımdır. “Dua edin vereyim” buyuran mevlamız dua kitapları alın ve bunları reçete gibi kullanın demiyor. Alçak; dünyalık peşinde koştuğu halde evliyalık taslayanlar sizleri Allah rızası için sevmiyorum ve sevilmemeniz gerektiğini söylüyorum.
Kabahati Atatürk’ün üstüne yıkanlar, keşke sizin Atatürk kadar Yunan kafirine karşı yapılmış bir cihadınız bulunsa da analar ağlamasın korkaklığına sahip çıkmamış olsaydınız.. Bu şeytan lafının arkasına saklanarak PKK gibi bir ABD oyuncağına teslim olmamış olsaydınız. O zaman belki sizi ciddi ciddi dinleyip daha kolay anlaşabilirdik. Belki de destekleyebilirdik. Bu korkakça tavrınız durduğu müddetçe Atatürk ve silah arkadaşları ile İstiklal savaşına katılan bütün Efrad şehitler ve gaziler sizden ve sizin desteklediklerinizden daha azizdir.