Beynimin ülke sorunları ve geleceği hakkındaki sorulara cevap aradığı bu zor günlerde ki kısa seyahatte, canlıya ve yaşama dair izlenimler;
“Bu işte bir yanlışlık mı var?” diye bakıyorsunuz çevrenize. Gördüklerim mi rüya, yoksa ben mi gerçek değilim diye.
Ya da senaryosu yazılmış yönetmenin motor anonsu ile başlayan film sahnesi mi gördüklerim. İster istemez kendinizi oyuncuların içindeki figürandan ayırt edemez duruma geliyorsunuz. Bir taraftan bütün yaşananlara dünyalı gözüyle bakma hissi, diğer taraftan Türk gibi düşünme dürtüsünün yakanızı bir türlü bırakmayışı.
Ne yaparsanız yapın bünyeniz de aidiyetinize ait genler taşıyorsunuz. Bunun için çok çabalayıp yorulmayın.
Çelişki içindeki çatışmalar beyninizi biraz yoracaktır.
Bazen, "biz aslında medeni dünyadan çok uzaktayız da farkında mı değiliz, yoksa gördüklerimiz, bize ait gerçeklerle hiç mi örtüşmüyor?" diyorsunuz. Kafanızı kaldırıp doğruluyor, gerçeği kabul ederek kendiniz gibi olmanız gerektiğini anlıyorsunuz. Olan biten her şeyi bu yönde izlemeye başlıyorsunuz artık.
Oksijenin temizliği doğayı, doğanın ki, yaşanılan çevreyi, çevre ise insanları çok temiz tutmuş olmalı ki, aralarındaki hiyerarşik geçişler denge içerisinde yürüyor.
Herkes birbirine saygı duymak istercesine saygı yarışı, kendisini ve çevresini temiz tutmak için temizlik yarışı yapıyor neredeyse.
Evet evet, herkes birbirine gerçekçi ve dünya normlarının öngörüsüyle yaklaşıyor.
İnsanlar yerel demokrasi ve geleneğin nasıl normalleşerek yaşam biçimine dönüştüğünü anlatıyor adeta.
Hayatın devamı ve daha da ilerisinde bu öne çıkıyor sanki. Ama bütün bunları yaparken hiçbir çaba göstermiyorsunuz. Eylemleriniz ve yaşama yansıyan müdahaleniz kendiliğinden oluşuyor.
“Böyle bir yaşam nerede var?” der gibisiniz.
Burası yerkürenin en küçük parçalarından birisi olan, on yedi milyonluk ülke Hollanda tabi ki.
Seyahatimde şunu düşündüm uçaktan inene dek;
Benimde içinde olduğum seyahatte küçük ya da enteresan anlaşmazlıklar yaşansın. Yabancıyla anlaşamamak, kurallarla donatılmış ülkede kural ihlali yapmak, ya da kaybolmak düşüncesi.
İstedim ki bana müdahale edilsin anlaşmazlık yaşayayım.
Kısaca neler yapıyorlar nasıl müdahale ediyorlar insanlara, olaylara bunu merak ettim.
Bütün bunlar mümkün olmadı tabii.
Çok istesem de bu macerayı yaşayıp anılarıma katamadım.
Mutlaka her ortamda anlaşma sağlıyorsunuz. Sanki görünmeyen bir göz siz takip ediyor gibi. Doğal olarak yabancıya tren güzergâhını ya da gideceğiniz yerin adresini sorduğunuzda, mahcubiyet yaşıyor gibi oluyorsunuz. Yabancı dil bilmiyorsanız endişe içine giriyorsunuz. Çekingenliğinizi anlıyor olmalılar ki, sizi rahatlatmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Önyargılardan arınmış bir hava göze çarpıyor. Rahatlatıcı fazlaca durum göze çarpıyor. Soru sorduğunuz hemen herkes sizi güler yüzle karşılıyor.
Oldukça rahatlatıcı bir durum.
Her yer işaret ve levhalarla dolu. Aklınızı kullanarak bile bir şeyleri başarabiliyorsunuz. Zaten şehir yaşamının tamamına bisikletler, kanallar ve düzgün trafik damgasını vuruyor. Aslında küçük ülkenin büyük kalabalığında denge teorisi var gibi.
Her yer tertemiz, temizlik işçisi görünmüyor, trafik normal ve akıcı, trafik memuru görünmüyor, sanki büyük kalabalıkta sizde görünmüyor gibisiniz.
Yere döşenmiş taşların renkleri ve yükseklik kodları bile hesaplanmış. Küçük gibi görünen ayrıntılar her noktada itina ile hesaplanmış.
İnsan ve diğer bütün canlılar düşünülmüş. Çok küçük detaylar ister istemez göze çarparak insana rahatlama hissi veriyor.
"Ben de bu ülkede doğmuş olsaydım nasıl olurdu acaba" diyorsunuz.
Aklınızdan geçiyor en azından.
Diğer taraftan, "bizde neden böyle değil, bizim ülkemizde niçin bunu başaramıyoruz?" diyorsunuz. Nasıl olacak? Kafa yormak gerekiyor.
Hangi iradeyle bu başarı elde edilecek?
Belki de on yıllar gerekli bu seviyelere gelmek için.
Ya da başa dönmek yeniden başlamak için.