Hepimizde var olan bir kimliğe sahip ait olma arzusu, değişik isimlerle karşımıza çıkar. Hemşerilik bunların en meşhurlarındandır. Farsça’ da "aynı şehirden olma" anlamına gelen bu ifade, belli bir yere ait olma istek veya mecburiyetinin doğal bir sonucudur. Bu yüzden kültürel, siyasi, ekonomik birçok faaliyet ve kararlarda bu kimliğin etkin olduğunu bilmekteyiz.
Coğrafi yapılar ve şartlarla insan faktörünün bölgeler ve şehir kültürleri üzerinde etkili oldukları muhakkaktır. Bunun yanında dini, siyasi, ticari ilişkiler de bu yapıların oluşmasında harç görevi üstlenmektedir. Ancak, yine de her şeyin insanda başlayıp, insanda bittiğini bilmek gerekir.
Hemşerilik duygusu, bazı yerlerimizde çok gelişmişken bazı yerlerimizde zayıf kalmıştır. Daha doğrusu, birbirine çok ihtiyacı olan yerlerin insanları daha yakın bir ilişki içindeyken, az ihtiyacı olanların, çok zayıf hemşeri ilişkisi içinde olduklarını görürüz. Bu yüzden soğuk iklimlerdeki, çöldeki veya zor tabiat şartlarındaki insanlarla; bol, bereketli, yaşamak için kimseye muhtaç olmayan coğrafya insanının aynı hemşerilik duygularına sahip olmaları beklenemez. Dolayısıyla, "zor tabiat insanları"nın büyük şehirlerde de bir birlik ve hemşerilik bilinciyle hareket etmeleri, sahip oldukları dayanışma kültürünün sonucudur. Halay, horon gibi halk oyunları, bu birlikte hareket etme kültürünün somut göstergeleridir. Tek tek oynanan oyunların insanları ise yakın yaşamaya pek ihtiyacı olmayan, yazın tarladan, kışın ise dağdaki işlerden başını kaldıramayan yerlerin insanlarıdır.
Her ne olursa olsun, hemşerilik güzel bir duygudur. İnsanların doğup büyüdükleri yerlerdeki havanın suyun lezzetini başka yerlerde alamadıkları gibi, yaşadıkları yerlere karşı sorumlulukları da vardır. İslam Dininde "Sıla-i Rahim" olarak adlandırılan ve "doğduğu yere belli zaman aralıklarında da ziyaret etme" yi şart koşan emir, bu konuda çok büyü bir önem arz etmektedir. İnsanlar değişik gerekçelerle her yere gidecek, ancak aslını, geçmişini, akrabalarını, komşularını ve mazilerini unutmayacaklar ve unutmamalıdırlar...
Çoğumuz doğup büyüdüğümüz yerlere karşı gönülden bir bağlılık duyarız. Ancak bazı şehir insanlarımız da vardır ki, yaşayanları, kendilerini o yerin evladı sayarlar. Eskiden bulunduğum Anadolu şehirlerinden birinde her gün cemiyete giden bir arkadaşıma "Niçin her gün gidiyorsun?" diye sormuştum. "Niçin olacak yaşatmak için." diye cevaplamıştı...
Demek ki bir şehrin evladı olmak, insanına sahip çıkmak, yalnız askerde veya gurbette değil, bizzat içinde yaşarken, o yer için bir şeyler yapmaktan geçiyordu. Bu yüzden, şehrin çocuklarının kendi yerel kültürünün yozlaştığını, insanlarının kozmopolitleştiğini, kaynaklarının başkalarınca sömürüldüğünü, şehir halkının sesini duyuramadığını kuru kuruya söyleyip dertlenmek yerine, o yere sahip çıkması ve bütün değerlerini yaşatması gerekiyordu. Aksi takdirde, tabiatın boşluğu sevmediği gerçeğiyle yönetimlerde, bürokraside, kültürel ve sosyal ilişkilerde kendi memleketinde bir misafir olmak kaçınılmaz oluyordu...
"Evrensel olma" sevdasındaki entelektüellerimiz, zamanla "Yerel olmadan, evrensel olunamayacağını" öğrendi. Bunun için her bir bölgesi, her bir şehri farklı bir güzelliği barındıran yurdumuz ve onun insanının kenarda köşede kalmış meziyetleri açığa çıkarılıp, onlara doğru hedefler verilip cesaretlendirilmeden dünyada hakkettiğimiz gerçek yeri bulamayız. Tabii ki şehirlerin sadece gelir kaynakları değil, insani değerleri de çok iyi bilinmeli ve öğretilmelidir. İnsanlarımız şehirlerinin değer ve kahramanlarıyla gurur duymalı, şehir sevgisinin asla vatan sevgisinin alternatifi olmadığını, tam tersine onu güçlendiren bir unsur olduğu iyi bilinmelidir.
Güçlü ve başarılı bir ülke için hemşerilik ruhunun tetikleyici, olumlu gücünden yararlanmalı; birbirini kucaklayan şehir insanları gibi, bütün ülkesini seven ve sırtlayan insanlar yetiştirmek hedeflenilmelidir. Bunun yolunun da o yerin insanlarının bütün değerlerini iyi tanıyan ve onlarla uyum içinde çalışan merkezi ve yerel idarelerden geçtiği unutulmamalıdır.