AKP iktidarı, kendisine rakip gördüğü bütün muhalefet partileriyle geniş bir alanda ve de sınırsız bir şekilde, kendi etki ve kontrolü dışındaki her şeyi yok saymak, olmuyorsa gayri meşru ilan etmek istiyor. Meslek örgütlerinden sendika ve konfederasyonlara, gidişattan rahatsızlık duyan iş âleminden bankalara herkes bundan payını alıyor.
İki hafta kadar önceydi. İktidar sözcülerinin muhalefet belediyelerine dönük “paralel yapı” suçlamalarına şahit olduk. İktidarın bu tavrında muhalefetin varlık göstermesinden duyulan rahatsızlıktan çok kendi dışındaki alanı yok sayma, işlevsiz kılma kararlığının daha belirleyici olduğuydu.
Merkezi hükümet, muhalefet belediyelerinin vatandaşı kazanmak için vatandaşa dokunma metotlarıyla birlikte, kendi geleceğine ilişkin endişesini çok açık bir şekilde belli ediliyordu. AKP, 1994’de yerel yönetimlerde iktidar olmuş ve bunu 25 yıl sürdürme başarısını elde etmiş, sistemi çözmüş olmasına rağmen 31 Mart seçimlerinde ilk defa yenilgiye uğramış, dolayısıyla iktidarı tümden kaybedebileceğinden hareketle endişelenmekte haklı olmalıdır!
Anılan günlerde, Sayın Cumhurbaşkanı’nın seviye yükselterek yaptığı konuşmada, muhalefet belediyelerinin faaliyetlerinin engellenmediğini, bunun bir çarpıtma olduğunu söylemek yerine, bunun ne kadar gerekli olduğunun altını tekrar çizme ihtiyacı duydu.
Salgının tetiklediği ekonomik zorluklardan çıkış için Merkezi hükümetin almış olduğu tedbirlerin yeterli olmadığını görüyoruz ve de biliyoruz. 54 günde maskeyi vatandaşla buluşturamadık. Bu durumda muhalefet belediyeleri de durumdan vazife çıkartarak vatandaşa dokunma gereği duymuş olmaları kadar tabi bir şey olamaz. Salgının yarattığı ekonomik krizde, vatandaşa yardım yapılmayacaksa ne zaman yapılacak. Muhalefet belediye Başkanları da gün bu gündür diyerek kolları sıvadılar.
Sayın Cumhurbaşkanı, “Biz bugün bir olmayacaksak, bugün dayanışma içinde olmayacaksak, siyasi mantıkla yaklaşacaksak, iktidarmış ana muhalefetmiş gibi bir yaklaşım içine gireceksek biz ne zaman bir ve beraber olacağız?” gibi bir cümle kurduğunu da biliyoruz. “Şaşırtıcı” bir cümleydi ama yıllardır duymak istediğimiz tam da buydu.
Ancak Sayın Cumhurbaşkanının devam cümleleri “bir ve beraber olmak”tan ne anlaşılması gerektiğini gayet açık gösteriyor: “Muhalefetteki belediyeler Cumhurbaşkanlığı, Sağlık Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, valiliği, kaymakamlığı hiçe sayarak açılan banka hesaplarına yardım toplamaya, ekmek dağıtmaya, hastane kurmaya kalkışıyorlar. Asli işlerini yürütmeyen CHP’li belediyeler salgınla mücadele kurallarını hiçe sayarak halka hizmet değil şov yapmaktadırlar. Adana, İstanbul, Mersin belediyelerinin hafta sonu sokak kısıtlamasında sergiledikleri tavrın başka izahı yoktur.” Sayın Cumhurbaşkanı, kabul edilmez bulduğu “bağımsız” tutumu kriminalize etmek için, abartıyla çok üst perdeden bir de denklik kuruyor: “Bu tür teşebbüsler geçmişte FETÖ ve PKK gibi örgütler tarafından denenmiştir”yargısını yapıştırıyordu.
Eskişehir Odunpazarı, Antalya Muratpaşa Belediyelerinin, Tam 25 yıldır hayırseverlerin destekleriyle gerçek ihtiyaç sahiplerine hizmet veren AŞEVİ HESAPLARI, İçişleri Bakanlığı’nın genelgesiyle bloke edilmişti!
Bir aşevinin, FETÖ ve PKK ile nasıl organik bir bağı olduğunu merak ediyorum.
İktidarın yerel yönetimleri engelleyici tutumunun gerekçeleri arasında “alternatif” olma tehlikesi önemli yer tutuyor. “Siyasetin Fırsatı mı, Fırsatın Siyaseti mi?” penceresinden bakıldığında hem iktidarcı, hem de fırsatçı siyaset tarzında, “Rakiplerinin hiçbir zaman ve hiçbir şartta bir alternatif olduklarını göstermesini istemezler. Onların hiçbir zaman iyiyi yapamayacağını, doğruyu söyleyemeyeceğini iddia ederek, bunlar koyunu bile güdemezler deyişiyle kendilerinden başka seçenek olmadığını iddia ederler.
İktidarın yerel yönetimlerin faaliyetlerini engellemeye çalışmasının nedenlerine ilişkin İyi Partili eski Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz, bir sosyal medya paylaşımında şöyle diyor: “AKP yoksullukla mücadele etmedi. Yoksulluğu yönetmenin siyasi rantının çok yüksek olduğunu keşfetti. Sosyal devleti, üreten, saygın bireyler hedefleyen bir araç olmaktan çıkartıp yurttaşlarını, ‘biz gidersek yardımlar kesilir’ propagandası ile bir kişinin müşterisi haline getirdi. İBB, ABB, İBB ve diğerleri, AKP gittiğinde yardımların kesilmeyeceğini, daha etkin bir sosyal devlet anlayışı ile devam edeceğini net bir şekilde yurttaşlara gösterdiği için panikledi, saçma yasaklar getiriyor.” Yılmaz, iktidarın hizmet ve sosyal yardım alanını bir siyasi müşterilik ilişkisi gibi kurguladığını ve bu kurgunun bozulmasıyla ilgili endişenin yasaklama ve engellemeleri getirdiğini söylüyor. Yani oluşan yeni duruma ilişkin bir refleksten çok yerleşik “düzenin” ve algının bozulması riskinin tetiklediği bir tepkiye dikkat çekiyor.
Yaşamakta olduğumuz kriz günlerinde yardım ve destek almak isteyen insanların sayısı her geçen gün artmaktadır. Merkezi hükümet ile Yerel yönetimlerin koordineli çalışıp bu yardımları vatandaşa birlikte ulaştırılması kadar daha güzel ne olabilir?
Devlet, Yerel yönetimler, işverenler, varlıklı olanlar, mahalle hukuku, komşu hukuku dayanışmasıyla bu zor günleri aşmanın yolunu bulmamız gerekmiyor mu?
Ekonomide büyük daralmalar yaşanıyor. 40 milyar dolar para beklediğimiz turizm sektörü Ağustos ayına kadar sıfır çekecek. Doğrudan ihracat ile ithalata dayalı ihracatımız yalpalıyor. THY’nin 360 uçağı havalimanlarında yatıyor. Bu yıl büyüme rakamları eksi gelecek. Eksi gelmesi işsizlik demektir. Altın ve dövizdeki yükseliş durdurulamıyor. Bu yıl 160 milyar dolar dış borç ödemesi var. Turizm geliri yok, ihracat yok. Peki, bu borç nasıl çevrilecek?
Bu durumda Avrupa’ya daha çok ihtiyacımız olacaktır. Hem nakit ihtiyacımız var, hem de doğrudan yatırıma ihtiyacımız var. İngiliz bankerler istenilen parayı vermiyorlar. Nedeni belli değil mi? Türkiye’yi İMF ‘ye yönlendirmek istedikleri çok açık. İMF demek; devalüasyonlar demek, bütçenin kontrolü demek, kemer sıkmak demek. Arkasından da sosyal patlamalara açık bir ülke haline gelineceği muhakkaktır!
Yukarıdaki unsurların hepsi, darbelere davetiye çıkartacak cinstendir.
Sivil itaatsizlik dediğimiz lastik yakma eylemleriyle başlar, nerede duracağı asla kestirilemez!
Biz bu oyunları çok gördük!
Cumhuriyet tarihimizin en büyük krizinin içindeyiz. İnsanlar işlerini kaybettiler. Gelirlerini kaybettiler. Kriz en çok yoksulları vuruyor.
İşini kaybetmiş, yoksullaşmış anneler, babalar ve genç insanlar, iktidar ile muhalefetin arasına sıkıştırılmaya kalkıldığında ülke zarar görecektir!
Bu çok tehlikeli bir alandır.
Türk insanının bugünkü duruşunun bir değeri olduğunu görebilmeliyiz!
Unutmayınız ki, Taksim’de 4 ağaç için yer yerinden oynamıştı!
Yönetimsel anlayışlarımızı sorgulamalıyız. Artık ben merkezli siyaset yerine bizi konuşmalıyız. Biz başardık, birlikte başardık dediğimiz gün dolar 5-6 lira aralığına gerileyebilecektir.
Artık yeni bir dünya kuruluyor. Parmak sallama dönemleri geride kaldı. AB ile ilişkileri iyi bilen emekli büyükelçilerimiz, önceki Dışişleri Bakanlarımız ile büyük şirketlerimizin sahipleri ve CEO’larının aynı anda Avrupa Başkentlerinde birer misyoner gibi çalışacakları bir dönemdeyiz. Yapılacak çalışma tek kalemlik bir çalışma olmalıdır. AB ülkelerinin Çin’e olan uzaklığı ortada; Çin’de ürettiğiniz malların birçoğunu Türkiye’de üretebilmek için yetişmiş insan gücümüz var. İşte arazilerimiz, işte tapularımız ve de projelerimiz diyeceğimiz günlerdeyiz.
Artık değişelim. Bazen değişim güzeldir. Güzel sonuçlar da alırsınız!