Sanki şâirlerin göç mevsimidir haziran!..
Sanki şâir hasadının mevsimidir haziran!
Bakıyoruz da Türk Edebiyatının ünlü şâirlerinden bir gurubu Haziran’da sarmışlar göçlerini öbür âleme yolculuk için…
İşte buyrunuz isimlere ve onları çağrıştıran eserlerine bakınız…
2 Haziran 1970’te Orhan Kemal’le “Hanımın Çiftliği”ni hatırlayacaksınızdır…
2 Haziran 1991’de Ahmet Arif’le “Hasretinden Prangalar Eskittim” diyeceksinizdir.
3 Haziran 1963’te Nâzım Hikmet’le “Tahir İle Zühre meselesi”ni mırıldanacaksınızdır.
4 Haziran 1933’te Ahmet Haşim’le “Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden” derken,
7 Haziran 2012’de Abdürrahim Karakoç’la Mihriban’ı seslendireceksinizdir.
8 Haziran 1987’de Cahit Zarifoğlu’yla “Yedi Güzel Adam’ı hatırlayacaksınızdır.
10 Haziran 1966’da Hamdullah Suphi Tanrıöver’le 12 Mart İstiklâl Marşımızın TBMM’de okyuşunu hayalleyeceksinizdir.
10 Haziran 1984’te Halide Nusret Zorlutuna ile “Git Bahar” diyeceksinizdir.
13 Haziran 1987’de Cemil Meriç’le yeniden “Bu Ülke”yi okuyacaksınızdır.
20 Haziran 1997’de Cahit Külebi ile “Sivas Yollarında” şiirini terennüm edecek,
21 Haziran 1980’de Ahmet Muhip Dranas’la “Serenat” şiirini ezber edeceksinizdir.
28 Haziran 1966’da Fuat Köprülü’yle “Ahmet Yeseviler, Yunus Emreler ve Hacı Bektaşlar” ile yolculuğa çıkacaksınızdır.
30 Haziran 1989’da da Tahsin Saraç’la bizim şiirimizin dünya dillerine çevrilip seslendirilişlerini hayal edeceksinizdir…
Sizler bu hayaller dünyasında gezinirken Haziran Şâirleri çoktan varmışlardır varacakları yerlere…
Onlar sessiz sedâsız dünyamıza vedâ ederlerken aslında en değerli varlıkları olan şiirlerindeki seslerini bırakmışlardır bizlere…
Hani Mehmet Emin Yurdakul:
“Bırak beni haykırayım, susarsam sen mâtem et;
Unutma ki şâirleri haykırmayan bir millet,
Sevenleri toprak olmuş öksüz çocuk gibidir;”
der ya!.. Ona misal ben de bütün şâirlerimizin saygıyla sevgiyle anılmasına vesile olmak niyetiyle, en yakın tarihte 7 Haziranda dünyamıza vedâ eden Abdurrahim Karakoç’un bir haykıran şiirini takdim etmek istiyorum sizlere:
İSYANLI SÜKÛT
Gitmişti makama arz-ı hâl için
‘Bey’ dedi, yutkundu, eğdi başını.
Bir azar yedi ki oldu o biçim..
‘Şey’ dedi, yutkundu, eğdi başını.
***
Kapıdan dört büklüm çıktı dışarı
Gözler çakmak çakmak, benzi sapsarı…
Bir baktı konağa alttan yukarı
‘Vay’ dedi, yutkundu, eğdi başını.
***
Çekti ayakları kahveye vardı
Açtı tabakasın, sigara sardı
Daldı.. neden sonra garsonu gördü
‘Çay’ dedi, yutkundu, eğdi başını.
***
İçmedi, masada unuttu çayı
Kalktı ki garsona vere parayı
Uzattı çakmağı ve sigarayı
‘Say’ dedi, yutkundu, eğdi başını.
***
Döndü, gözlerinde bulgur bulgur yaş
Sandım can evime döktüler ateş
Sordum: ‘memleketin neresi gardaş? ‘
‘Köy’ dedi, yutkundu, eğdi başını.
***
Yürüdü, kör-topal çıktı şehirden
Ağzına küfürler doldu zehirden
Salladı dilini.. vazgeçti birden,
‘Oyyy’ dedi, yutkundu, eğdi başını.
Abdurrahim KARAKOÇ