Haydi Abbas, vakit tamam;
Akşam diyordun işte oldu akşam.
Kur bakalım çilingir soframızı;
Dinsin artık bu kalp ağrısı.
”Haydi Abbas, vakit tamam’ sözünün şair, Cahit Sıtkı Tarancı ile ödeştiğini bilirsiniz. Sözün nasıl dile yerleştiğini pek bilmesek de ‘bir işin yapılma sırasının geldiğini’ anlatmakta günlük dilde kullanırız.
Lisedeyken bir edebiyat öğretmenimin bu sözle ilgili anlattıkları hâlâ aklımdadır. Anımsadığım kadarıyla sözün dile düşüş serüveni şöyleydi: Abbas, deniz kenarında derme çatma meyhanesi olan temiz kalpli, okuması yazması olmayan, hatta saat bakmayı bile bilmeyen biridir.
Meyhaneci Abbas’ın meyhanesi derme çatmadır ama müdavimleri ünü yurt dışına taşan şair ve yazarlardır. Bu nedenle Abbas’ın meyhanesi belli saatten sonra meyhanelikten çıkar, bir şiir okuluna dönüşmektedir.
Müdavimler genellikle iş bitimi sonrası gelir, fakat yolunu bulan bir grup mesai saatinden önce gelmeye başlar, çok içtikleri yetmezmiş gibi nakit para vermeyip borçlarını deftere yazdırırlar.
Garibim Abbas, parasını alamamaktan daha çok bu erkenci grubun alkolik olacakları kaygısıyla, “Bundan sonra saat beşten önce size servis açmayacağım, ona göre” demek zorunda kalır.
Bir gün, Cahit Sıtkı’nın aklına bir şeytanlık gelir, arkadaşlarına dönerek “Abbas, saat bakmayı bilmez, saati baksa da anlamaz” deyip saati beşe ayarlar ve Abbas’ın kapısına dayanırlar.
Saatini göstererek “Haydi Abbas, vakit tamam” der.
Böyle bir serüven sonunda dile düştüğünü sanırdım, ta İzmir’e taşınıp “Dumansızlar” olarak bilinen edebiyat grubuna katılana kadar. İmi cimi yok, İzmir’de edebiyat etkinliği denilince akla bu grup gelir.Bu grubun içinde olmadığı edebiyat etkinliği tuzsuz aşa benzer.
Dumansızlar grubu olarak Karşıyaka/Bostanlı’daki İzmir Mülkiyeliler Birliği’nden davet aldık. İçeri girdiğimde bir zamanlar televizyonlarda, gazetelerde gördüğümüz valilerin arasında buldum kendimi.
Sadece biz değil, emekli valiler kendi yazdıkları şiirleri okurken, bazıları da sevdikleri şairlerin şiirlerini okudular. Valilerin böylesine donanımlı oluşları beni gerçekten mutlandırmıştı.
Fakat bir vali beni şaşkına çevirdi, incecik uzun boyu ile ayağa kalktı ‘Yaş Otuz beş’ diye başlayan Türkçenin en uzun şiirini teklemeden nefis şekilde okudu.
Yanımdaki yazar arkadaşa fısıltıyla sordum: ‘Kim bu vali?’ Aldığım yanıt kısa ve özdü: “İzmir’in efsane Valisi Hüseyin Öğütçen’
(Hüseyin Öğütçen hakkında:Hakkari ve Antalya valiliklerinden sonra 1981-84 yılları arasında İzmir valisidir. İzmir körfezini temizletmesi ve Balçova Sıcak Su Tesislerini İzmir’e kazandırmasıyla bilinir. Emekli olduktan sonra devlet arabasına binmeyişi bir başka özelliğidir. 2012 yılında aramızdan ayrıldı)
Cahit Sıtkı’nın askerlik arkadaşı olan Hüseyin Öğütçen, o uzun şiiri okuduktan sonra “Haydi, Abbas, vakit tamam’ cümlesinin nasıl doğup dile yerleştiğini anlatmaya başlayınca heyecanlanmaya başladım.
Cahit Sıtkı Tarancı ve Hüseyin Öğütçen Edremit’te yedek subay olarak askerdirler. (1941) Cahit Sıtkı’nın Mardin / Midyat / Cobin köyünden babasının adı da ‘Abbas’ olan Abbas adlı saf bir emir eri vardır. Şair, Diyarbakırlı olduğundan Abbas ile kaynaşır, Abbas onun sadece emir eri değil, akşamları can yoldaşı olur.
Abbas, komutanına her akşam çilingir sofrası kurarken şair, kafasında canlanan şiiri kurgulamaktadır. “Haydi Abbas, vakit tamam / Akşam diyordun, işte oldu akşam / Kur bakalım çilingir soframızı” dizelerini mırıldanır.(Anımsatma: Deyimin aslında geçen sözcük demirden yapılan anlamındaki ‘ÇİLİNGİR’ değil, ‘şölen, donatan’ anlamındaki ‘ŞİLENGÂR’ sözcüğüdür)
Abbas sofrayı kurduğuna göre, ortada sorun yoktur, ama komutan: “Al getir sevgiliyi Beşiktaş’tan” deyince, Abbas bu sefer komutanından kesin bir emir almıştır. Ertesi sabah doğruca Beşiktaş’a gidecek ve ‘Sevgili’ denen kişiyi tekme tokat alıp getirecektir. (Anımsatma: Abbas, ‘yavuklu’ sözcüğünü bilir ama ‘sevgili’ sözcüğünü ilk kez duyduğundan sevgiliyi bir şahıs sanmaktadır)
Abbas, sabah erkenden kalkarak silah kuşanmış halde komutandan gideceği yerin adresini beklemektedir.
Şair’in gerçekten Beşiktaş’ta oturan, deliler gibi aşık olduğu Mihrimah adlı bir sevgilisi vardır ama sevgilisinin sevgili olduğundan haberi yoktur. Sevdiği kızın abisi Cahit Sıtkı’nın can dostu (edebiyatımızın piri) Vedat Günyol’dur.
Şair, Mihrimah Hanım’a olan gizli aşkını ne can yoldaşı Abbas’a ne de Vedat Günyol’a açabilmiştir. Sonunda olanlar olur; sevgilisi anne tarafından akraba olan bir doktor ile evlenir.
Cahit Sıtkı, Mihrimah’ın bir doktorla evlendiğini duyunca, bir şair ne yaparsa onu yapar; bir iki dilim kavun,birkaç parça peynir,bir de küçük şişe açar.
Başlar içini dışa savurmaya, ortaya ‘Karasevda’ adlı şiirini çıkacaktır. Bu şiir bestelenir, şarkının öyküsü herkes tarafından pek bilinmediğinden sıradan bir şarkı gibi söylenir, ya da dinlenir.
Bundan sonra dilerim bu şarkıyı dinlerken aramızdan genç yaşta ayrılan şaire bir rahmet okursunuz.
Bir kere sevdaya tutulmaya gör;
Ateşlere yandığının resmidir.
Aşık dediğin, Mecnun misali kör;
Ne bilsin alemde ne mevsimidir.
Dünya bir yana, o hayal bir yana;
Bir meşaledir pervaneyim ona.
Altında bir ömür döne dolana
Ağladığım yer penceresi midir?
(…)