Güneş'in kardeşi Yıldız

Ahmet KELEŞOĞLU

Sahil kasabasındaki yaşanan sıkışmış hayatların açığa çıkardığı gölgelerle, parlayan ay ve göz kamaştıran ışıkların kaldırım taşlarına bıraktığı izler, yakamozların dalgalara sarılarak sırasız ve çılgınca yaptıkları vals, geceye şahitlik eder gibiydi.

Geç saatlere kadar süren eğlencenin benden başka kaybedeni neredeyse yoktu.

Aklım başka yerde vücudum eskimiş bankların üzerinde kalmıştı. Onu düşünüyordum aklımdan hiç çıkaramadığım sevgilimi. Belki de arkadaşım sevginin ne olduğundan, aşık olmanın hangi duyguya karşılık geldiğinden bahis etmeseydi bunlar başıma gelmeyecekti.

Haberim bile olmayacaktı aşktan, seviden ve bağlılık içindeki tutkulu düşüncelerden.

Sabah olmak bilmiyordu. Gecem gündüze karışmış, vurgun yemiş gibi dolaşıyordum.

Artık kendimi toparlayacak okul çıkışı onunla mutlaka konuşacaktım. Gün geceye dönmek üzereydi. Uzun sahil yolunu önüme katmış yürüyordum. Aslında her akşam yaptığım yürüyüşlerden bir tanesiydi. Ama bu seferki farklı olacaktı, bir kızın peşinden gidecektim. Okulda görmüştüm, aynı okulda okuyorduk. Günlerdir gözümü ondan ayıramamıştım. Onu sessizce takip ettiğimin farkında bile değildi. Kendimce onu sevdiğimi düşünmüştüm.

Sevmek nasıl bir şeydi?

Yoksa benimkisi, hoşlanma duygusu olabilir miydi?

Sevgi herhalde böyle bir şey olmalıydı. Peşinden gideceksin, bir daha gideceksin sonra bir daha, bir daha...

Biraz hızlı mı yürüyordu?

Sanki adımlarını sayar gibi, koşmuyordu ama biraz hızlı gidiyordu galiba.

Hiç sevmem hızlı yürümeyi, yavaş adımlarla ellerim cebimde, sağa sola bakınarak, birazda mırıldanarak yürümek tam bana göreydi.

Hatta hiç olmadık yerde sebepsizce boşluğa atılan tekmeler bile tam da benim işimdi.

Kendimi onun yürüme mesafesine göre ayarlamıştım. Kafam karışıktı, düşüncelerim oradan oraya atlıyor, aklıma gelen fikirler yarış atları gibi koşuyordu. İlerledikçe ilerliyordum, bitmeyen sahil yolu da uzadıkça uzuyordu.

Adımlarım da birbirine karışmış gibiydi.

Neredeydi bu kızın evi?

Daha ne kadar gidecektim?

Evinin nerede olduğunu bilsem, ne olacaktı ki?

Olsun, yarın bir daha gelecek, arkasından tekrar yürüyecek ve onu evine kadar takip edecektim.

"Aman Allahım karşıdan gelen çocuk, mahalledeki Postacı Mümtaz amcanın oğlu Nadir değil mi?"

"Evet o…"

Eyvah! şimdi "nereye gidiyorsun Ali" derse, ne cevap vereceğim.

"Yaklaşıyordu."

Başka bir yöne baksam, onu hiç görmemiş gibi yapsam olmaz mıydı?

Neredeyse aramızda birkaç metre kalmıştı. Kız da hiç yavaş yürümüyordu, hızlandıkça hızlanıyordu. Nadir'in ağzında da bakla ıslanmaz dı ya.. Neyse.

Hiç sır tutmaz bu çocuk bilirim.

En iyisi bir şeyler uydurup yalan konuşmak.

Amaan ne olacak sanki konuş gitsin işte.

"Hayırdır Ali nereye böyle akşam akşam."

"Ooo merhaba Nadir, biraz canım sıkıldı da şöyle sahilde yürüyeyim dedim."

"Sen bu saatte nereden geliyorsun."

"Teyzem burada oturuyor, annemle babam dünden beri kavga ediyorlar, birbirlerini hiç sevmiyorlar, evde hiç huzurumuz kalmadı, sabahı sabah ettik vallahi, annemi getirdim de teyzemlere, herhalde boşanacaklar."

"Hıı..çok üzüldüm ya.. görüşürüz" diyerek kısa kesmiştim.

Kız birden kaybolmuştu.

Off, bu çocuğun mutlaka bir zararı olur zaten.

Nereden çıktı şimdi bu Nadir de? Nasılda oyaladı beni.

Sağa sola bilinçsizce bakınmaya başlamıştım ama göremiyordum. Biraz daha ilerledim, yan sokaklardan birine girdim, arkama baktım yoktu.

Artık geri dönüp evin yolunu tutma zamanı gelmişti, annem merak edebilirdi. Babam, kimbilir hangi meyhanede demleniyor du şimdi? Hayatında hiç mutlu olmamış, mutluluğun ne olduğunu bilmeyen, sevgiden yoksun Babam.

Zavallı Annem, o kadar uğraşıp didinir, evin bütün işlerini yapardı. Odunları bile çoğu zaman o kırardı. Ama yinede bir türlü babamın gözüne giremezdi. Büyük abim babamın Terzi dükkanında çalışıyordu. İlkokulda karnesi hep zayıfla dolu olunca sınıfta kalmıştı. Babam koca kafa deyip sürekli kafasına vururdu ağabeyimin.

Ağabeyim zor zahmet İlkokulu bitirdiğinde Ortaokula kayıt oldu, oradada dersler hep zayıf olunca babam okuldan almıştı.

Babam; "Okumaya niyeti yok bunun, benim yanımda çalışsın Terzi olsun da, görsün hayatın kaç bucak olduğunu" demişti.

Direklerden sızan gece lambalarının ışığı gölgeleri oradan oraya uzatıyordu. Hava tamamen kararmıştı. Bugün uzun bir yürüyüş olmuştu eve de yaklaşmak üzereydim.

Yüzüm gülüyordu, ne de olsa bir sevgilim vardı benimde. Peşinden gitmiştim hiç konuşmamıştık, yolda onu kaybetmiştim ama olsun.

Varlığımdan haberinin olmaması umurumda bile değildi. Nasıl olsa bir gün öğrenecekti. Okulda herkesin bir sevgilisi yok muydu?

Köyden gelen arkadaşların yoktu.

Sahi köyden gelen arkadaşların sevgilisi niye yoktu?

Sevmek onlarında hakkı değil miydi?

Belki de köyde onları bekleyen sevgilileri vardı. Neyse, eve gelmiştim.

Kimseye görünmeden yattım.

Ertesi gün kalktığımda her şey gözüme farklı görünüyordu. Beynimdeki düşüncelerin davranışlarıma yansıyacak olması beni korkutuyordu. Hayatımda bir gün içinde değişiklik olmuştu.

Olsun.

Hiçbir şey olmamış gibi davranıp kimseye çaktırmamalıydım.

Dün gece yattığımda nasıl uyuduğumun, farkında bile değildim. Akşam yemek bile yememiştim. Şimdi bu kötü düşünceleri bir kenara bırakmak lazım.

Bugün benim için güzel bir gün olacaktı. Yüzümü yıkadım, kenarı siyahlaşmış kırık aynada kendime şöyle bir baktım saçlarımı düzelttim. Gülmek geldi içimden ama gülmedim, yüzüme bir su daha serptikten sonra, iyice silindim. Saçlarımı tekrar düzelttim, kimseye görünmeden merdivenleri ikişer ikişer atlayarak sokağa indim. Okul epeyce uzaktaydı. Yollar ise dönemeçli girişli ve çıkışlıydı. Başka zaman olsa yolların uzunluğundan, kabaca döşenmiş parke taşlarının ayağıma takılmasından, şikayet ederdim.

Bugün söylenmeden gittim.

Hiç sağa sola sapmadan koşar gibi yürüyerek çabucak okula vardım. O bozuk yollar bana dümdüz gelmişti. Sıraya girdiğimde onu görmüştüm, karşıdan geliyordu. Biraz daha yaklaştı önümden geçti. Kalbim yerinden çıkacak gibiydi. Az daha ilerledi ve yerine geçti. Ben kafamı çevirip bakmamıştım. Aynı şubede değildik. Onların şubesinde de ne kadar güzel kızlar vardı. Keşke ders zili çaldığında ben de onların sınıfına girebilseydim. Ama herkes sınıfa girdikten sonra. Hocanın gelişinden biraz önce yani. Farkında olmadan sınıfları karıştırmışım gibi mesela. Girsem, kendimi göstersem, sonrada hiçbir şey olmamış gibi çıksam dışarı.

Bir kez kendimi gösterebilseydim.

Bir araya gelip konuştuğumuzda; "Aaa, sınıfa yanlışlıkla giren sendin, sen osun" diyebilirdi. Hatırlayabilir di, belki de beni.

Ama olmadı.

Teneffüs zili bir türlü çalmak bilmiyordu. Zaman da hiç ilerlemiyordu. Sanki dersler ard arda işleniyor gibiydi.

Sıkılmıştım.

Biraz sonra akşam olacak son ders zili çaldığında kendimi dışarı atacaktım. Daha adını bile bilmediğim sevdiğim kızın peşinden gidecektim.

Bu nasıl bir şeydi? gerçek sorularla yüzleşmek hiç hoşuma gitmiyordu.

Böyle zamanlarda onu getiririm aklıma.

Şimdi yine öyle oldu. Yüzü çok güzel görünüyordu, güldükçe dudakları ile yanakları arasında bir çizgi oluşuyordu. Saçları kısaydı, boyu neredeyse benimkine yakındı.

Hava yavaş yavaş değişmeye başlamış, son ders zili nihayet çalmıştı. Yine büyük bir uğultu ile koşan öğrenciler koridorların tozunu havaya kaldırıyordu. Koridorun sonundaki pencereden sızan akşam güneşinde, uçuşan tozlar görünüyordu. Daha hızlı inmiştim basamakları, nefesim kesilmiş gibiydi. Her zaman okul çıkışı çok kalabalık ve karışık olurdu. Aynı anda yan taraftaki Sanat Okulu ve Liseden çıkan öğrencilerde yolu tamamen kapatırdı. Her yer neredeyse miting alanına benzerdi. Biraz daha ilerleyebilmiştim. Şimdi yolda yürüyenler daha net görünmeye başlamıştı.

İleride polisler görünüyordu, birkaç öğrenciyi çevirmişlerdi, anlaşılan sorgulama vardı. Az daha ileride birkaç erkek ve üç tane de kız öğrenci bekliyordu. Polisle bir anlaşmazlık olursa birlikte arkadaşlarına destek vereceklerdi. Olaysız günümüz neredeyse yok gibiydi. Okul çıkışı mutlaka slogan atılır, karşı taraftan da farklı yönde sloganla cevap verilirdi. Bazende daha okulun kapısından çıkar çıkmaz saldırıya uğrardık. Kafa, göz patlar, cam çerçeve yere inerdi. Her zaman bir çatışma çıkar taşlar sopalar havada uçuşurdu.

Bugün farklıydı, sessiz bir yürüyüşle herkes dağılmıştı. İleriye doğru baktığımda insanlar sayılırcasına azalmış gibiydi. Artık sahil yolundan karşıya geçme vakti gelmişti. Biraz daha gitmiştim ama kimseyi göremiyordum. Yoksa yine mi kaybetmiştim. Az daha gittim, yolun karşısından deniz tarafına doğru onu geçerken gördüm. Kalbim hızlı atmaya başlamıştı. Bugün düne göre aramızda daha kısa mesafe olsun istiyordum. Sanki bugün kendimi ona daha yakın hissetmiştim. Hava biraz daha kapalı denizin dalgası biraz daha kabarıktı. Otomobillerin sesi denizdeki dalgaların sesini bastırıyor gibiydi. Biraz daha hızlı yürümeliydim.

Bugün neden çarşı içerisinden geçmişti ki?

Bir şey mi alacaktı?

Yoksa bir yere mi uğramıştı?

Hava kararmaya başlamıştı. Bu sefer onu kaybetmeye hiç niyetim yoktu. Yanına iyice yaklaşmıştım neredeyse ona dokunacaktım. Nefesim ağır geliyordu, ne konuşacağımı nereden başlayacağımı bilemiyordum. Sanki dilim tutulmuş kendi sesimde boğulacakmış gibi oldum.

Kendimi toparladım, bu defa olacaktı konuşacaktım, karşıdan değil bir arkadaş, tepemden dolu bile yağsa benim için önemli değildi. İsterse denizin dalgası kaldırıma çıksın bizi sürüklesin hiç fark etmezdi.

Son bir hamle ile, kısık sesle; "Bakarmısınız, size bir şey diyeceğim ama çok utanıyorum?" diyebildim.

Durdu, yüzüme baktı ve gülümsemeye başladı. Hiç bir şey söylemedi, öylece bakıyordu. O anda kalbim yerinden çıkacak gibiydi. Biraz daha yaklaştı, nefesini hissediyordum, sessizce duruyor, hiç konuşmuyor, gözlerimin içine bakıyordu. Birden yanağıma bir öpücük kondurdu. Şaşırmıştım. Yine gülerek döndü ve koşarak oradan uzaklaştı. Ben bir süre olduğum yerde kalmıştım. Dilim tutulmuş gibiydi, hiç bir şey diyememiş adeta donmuştum. Günlerdir kurduğum hayallerin aklımdan geçen cümlelerin hiçbir anlamı kalmamıştı. Ne kadar kolay olmuştu. Yönümü denize dönerek uzunca süre ufka doğru baktım.

Çoğu yerde olmayan bir şey olurdu bizim buralarda, denizden doğan güneş yine denizden batardı. O gün de öyle oldu.

Güneş, içerisindeki ateşini yine denize batırıp günün ışıklarını söndürmüştü. Belki de Güneş, gündüzü geceye teslim etmeden önce beklemiş, bize şahitlik etmek istemişti. Ben ise her akşam bu buluşmayı bekliyordum.

Kimbilir Güneş'in ne çok sevgilisi vardı, sabah doğduğunda tertemiz bir aşkı avuçlarıyla kaldırıp, akşam olunca da denizin diğer ucuna bırakırdı.

Artık onunla karşılaşmak beni korkutacaktı. Bir öpücüğün sorumluluğu çok ağır olmalıydı. Sevgimiz nasıl devam edecekti, bundan sonraki yaşamımı tesadüflere bırakamazdım. Gece gözüme uyku girmemişti. Yine erken kalkmış ve hızlıca okulun yolunu tutmuştum. Bu sefer okula sahil yolundan gidecektim. Bir solukta indim. Hava kapalıydı, daha sahile yeni inmiştim ki, onu gördüm. Hemen yanına yaklaştım. Heyecanım dün akşamki kadar fazla değildi. Beraber okula gidebilir miydik?

Yine heyecanlanmıştım.

Biraz hızlandım günaydın dedim. Yüzüme baktı ve günaydın dedi.

İlk kez sesini duyuyordum. "Sabaha kadar hiç uyumadım" dedim. Tuhaf bir şekilde birazda kaşlarını çatarak yüzüme tekrar baktı. "Neden?" der gibiydi. Biraz daha ilerledikten sonra, "bana bir şey mi söylemek istiyorsun?" dedi.

Neden böyle davrandığını anlayamıyordum. Daha soğuk ve daha resmi gibiydi. Sanki dün akşam yanağıma öpücük konduran o değildi.

Şaşırmıştım.

Yine içime bir korku düşmüştü.

"Hayır bir şey söylemeyecektim" dedim.

Yine çok hızlı yürüyordu okula az kalmıştı. Bizim sınıftan bir kız arkadaş ara sokaktan göründü. "Günaydın Güneş, günaydın Ali" dedi.

Birlikte günaydın dedik.

Üç kişi olmuştuk.

Adının Güneş olduğunu Selva nın sayesinde öğrenmiş oldum. O da beni Ali olarak tanımış oldu. Selva ile eskiden beri tanışıyorduk. Ortaokulda aynı sınıftaydık. Ama Selva hiç konuşmuyordu. Acaba onun da canını sıkan bir şey mi vardı? En azından, nereden tanıştığımızı sorabilir veya bir tepki gösterebilirdi. O da hiç konuşmuyor, merak etmiyormuş gibi davranıyordu. Ben ise merak ediyordum, okula gidene kadar Selva nın bizi birlikte yürürken görmesinin iyi mi kötü mü olduğunu düşündüm. Okula gelmiştik. Güneş; "iyi dersler" dedi. Selva ile ben de; "iyi dersler" diyerek sınıflarımıza girdik. Selva nın Güneş'i tanıyor olması iyi miydi, yoksa kötü mü?  Belki de hem iyi hemde kötü olabilirdi. İyi olan, Selva dan Güneş hakkında bilgi alabileceğimdi. Kötü olan ise, Selva nın Güneş ile olan yakınlığımızı öğrenecek olmasıydı.

Artık yorulmuştum ama diğer taraftan da Güneş'in sabahki soğuk davranışını düşünüyordum. Bir müddet beklemeliydim. Öyle de yaptım. Aradan bir kaç gün geçmişti. Okul çıkışında Selva'yı gördüm, hemen yanına yaklaştım. Selva ile arkadaşlığımız çok eskiye dayandığından daha rahat konuşabiliyordum. Merhaba bile demeden hemen Güneşi nereden tanıdığını sordum. O da bu soruyu niye sorduğumu sorgulamadan, Engelliler okulundan tanıştıklarını, engelli kardeşini okula götürüp getirirken gördüğünü, Güneş'in de bir konuşma engelli ikiz kardeşinin olduğunu, tek yumurta ikizi olduklarını, kardeşinin ona çok benzediğini söyledi.

Şaşırmıştım.

Selva'nın okula giden engelli bir kardeşinin olduğunu biliyordum o da konuşamıyordu, kardeşinin çok zeki olduğunu, hatta bir defasında yarışmada matematik ödülü aldığını duymuştum. Güneş'in de konuşamayan bir kız kardeşinin olduğunu üzülerek öğrenmiş oldum.

Selva ile anlamsızca birbirimize bakmıştık. Yolumuz bayağı uzundu. "Ne olmuş biliyor musun Ali?" dedi, Selva.

"Ne olmuş" dedim.

Bu günlerde Güneş'in kardeşi Yıldız çok mutluymuş, sevinçten havalara zıplıyor yerinde duramıyormuş.

"Ne kadar güzel" dedim.

Anlatmaya devam etti.

Geçenlerde ilginç bir şey olmuş, dün Güneş anlattı.

"Nasıl?"

Yıldız her okul çıkışı Manifatura işi yapan babasının dükkanına uğrar, annesi öldükten sonra babası bir türlü toparlayamamıştı, dükkanda rafları düzenler, camekanları temizler, akşam oluncada Güneşle birlikte okul dönüşü dükkanda buluşurlar; O akşam Yıldız, dükkandan biraz erken çıkmış,

sahil yolundan eve dönerken bir çocuk Yıldız'ı takip etmiş ve ona, kendisiyle arkadaş olmak istediğini söylemiş.

"Ne kadar güzel, ne kadar mutluluk verici bir olay" değil mi Ali?"

Hiç tepki verememiştim, Selva nın yüzüne bakıyordum.

Bir kez daha şaşırmıştım, Selva da bana bakıyordu bir sessizlik oluştu.

Tekrar; "Çok güzel, sence de öyle değil mi Ali?" dedi.

Ben, öylece bakakalmıştım konuşamıyordum.

Selva da konuştukça konuşuyordu.

Kendi kendine: "Helal olsun çocuğa Yıldızın o durumunu bildiği halde, onunla duygusal bir arkadaşlık yaşamak istemiş, helal olsun vallahi" dedi.

Ben dinliyordum.

Birkaç adım attıktan sonra Selva durdu ve; "Yoksa biliyor muydun, Güneş anlattı mı yoksa?" dedi.

"Yoo, anlatmadı" dedim.

Selva yüzüme bakmaya devam ediyordu.

Ben de; "Helal olsun çocuğa" dedim.

Ayrıldık.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.