Hiç fark eder mi? Ne önemi var adı Gülsüm olmuş, ya da Gülperi...
Gülizar da olabilirdi, Ayşegül de.
Veya Fatma.. Zeynep… Hatice..!
O ablalarımız, teyzelerimiz, anne veya ninelerimiz...
Kardeş veya evlatlarımız olan yüzlerce binlerce sevgi dolu, güler yüzlü üretken, çalışkan kadınlarımızdan, onların sesi 2 - 3 Aydınlı bayan kardeşimiz...
Aydın Efeler sokaklarında, bahçesinden ve çevresindeki kırlardan topladığı şifalı Aydın otlarını kaldırımda satarken gördüm.
Sabahın soğuğunda pek çok şehirde yaşayan vatandaşımız henüz sıcacık yatağından kalkmamışken adını sonradan öğrendiğim Gülsüm ablamız, köyünden getirdiği ısırgan otunu, hardal otunu, ebe gümeci ile 7-8 bağ maydanozu satmak için uğraşıyordu.
Tam Yağcılariçi girişine varmadan Yörük Ali Efe heykelinin karşısındaki kaldırımın üzerinde.
Eli yüzü nurlu Gülsüm Abla, sabah mesaisine başlayan, işine giden vatandaşlara : " tazecik bunlar..bu sabah topladım bahçeden..hem hayvan gübreli..doğal organik bunlar...! " diye sesleniyordu.
“Hayırlı işler. Sen mi yetiştirdin bu otları” dedim.
“Dereotu, maydanoz, turp otu, ebe gümeci bahçeden. Hardalı kırlardan topladım” dedi.
“Alıversen ya bir iki bağ” dedi.
Bu ara ben ismini ve köyünü sormuştum.
“Ne yapacaksın benim ismimi? Ne soruyorsun köyümü” dedi?
Sonra da “hayır ola, sen vazifeli bir memurmun yoksa amir falan mı?”
Bu karşılıklı güvene ve saygıya dayalı hoş bir diyalog içinde ben cevap verdim.
Gülsüm Abla, ben ne memurum, ne de amir...?
Ben senin bir kardeşinim.
Ben de toprakla uğrasan bir çiftçi evladıyım.
Ve toprağı işleyen, üreten, bu güzel şifalı otları yetiştiren, helalinden kendi alın teri ekmeğini çıkaran insanları çok severim dedim.
Çok memnun ve mutlu olduğunu hissettim.
Bir taraftan bana kulak verirken, diğer eliyle de poşetin içindeki devrilen ot bağlarını istifleyip düzene koymaya çalışıyordu.
Hem soğuktan, hem de çalışmaktan çatlamış kınalı ellerini gördüm.
Gülsüm Abla, üreten, çalışan, emek çeken eli öpülesi fedakâr köylü kadınsınız sizler, ver şu kınalı ellerini öpeyim diyerek, elini öptüm.
Çok sevindi...
Sevindi de onun esas derdi bahçesinden getirdiği otları satmaktı.
“Otlarımdan, şu ebe gümecinden, Arapsaçından, turp otundan hiç almıyor musun? Bunların kavurması pek güzel olur. Turşusu da çok güzel olur. Kavurmasının üzerine bir sarımsaklı yoğurt yemesine doyum olmaz. Bazıları yoğurtlu değil de iki yumurta çakıveriyor üzerine” dedi.
Bizim muhabbet iyice ilerledi.
Ne yapacaksın kardeşim! Evin geçimine bir katkı olsun diye uğraşıyorum. Üniversitede okuyan bir kızım var. Konya'da okuyor. Nasipse önümüzdeki yıl öğretmen çıkacak. Sınıf öğretmeni olacak gari” dedi.
Biraz da olsa toprağın dilini biliyorum. Doğada yetişen otların ebegümeci, ısırgan otu, hardal vb otlar için Allah’ın kâinat eczanesinde nelere şifa ve sağlık verdiğini bilmenin huzuru içinde Gülsüm abladan 4- 5 bağ çeşit çeşit otlardan aldım, dostlarım da nasiplensin istedim.
Ücretini ödeyerek ayrılırken "Allah bereket versin duasıyla beraber, saf gönlünden dökülen güzel dualar semaya doğru yükseliyordu.
Gene şu 2- 3 gün içinde bir başka sokakta, kaldırımda Gülperi adında bir teyze ile tanıştık...
O da aynı yaşam mücadelesi içinde bahçesinden getirdiği otları satıyordu.
Hemen Gülsüm ablayı hatırladım.
O da Gülsüm abla gibi eli yüzü nurlu, güleç, yaşam dolu bir Anadolu kadınıydı.
Ve Aydın sokaklarında sarmaşık, kedirgen bağlarini görmeye başladım Ayşe teyzenin, Fatma ablanın önlerindeki serili bohçalarda.
Aslında oldum olası severim içinde "gül" geçen... hep gül gibi açan, ruhumuza güzellikler saçan gül, bizim kültürümüzde çok kıymetli anlamlar içerir.
Gülün açması, gülün kokması, ağaçların çiçek açması.. Kırlarda rengarenk laleler, zambaklar.. papatyalar... Her bitki, her canlı da bir uyanış, bir diriliş işaretleri başladı.
Yani Gülsüm abla,Gülperi Teyze toprakla, bahçeyle bitki, sebze ve ot uğraşları ile sanki baharın gelişini müjdelediler.
Cemre müjdesini verdiler.
İlk Cemre( 19- 21 Şubat ) havaya düştü.
Siyasilerin yıllardır duygu sömürüsü yaptıkları, her seçimde nakarat gibi tekrarladıkları;
"Bahar gelecek, güneş doğacak, yüzler gülecek" slogan ve söylemlerine rağmen hep yalancı baharların içinde umutlar eriyor, yok oluyordu.
Bizim Köşk - Yavuzköy'den Ayşe teyzemiz veya Çine Cumali köyünden Necip amcamız, dağından, bahçesinden 3-4 poşet içinde 25- 30 bağ otu satarak geçimini sağlama mücadelesi veriyordu.
Yaşamlarında çok değişen bir şey yoktu. Ama yürekleri çok temizdi ve sıcaktı. Tıpkı sair Ali Yüce' nin " Şiir Sıcağı " şiirindeki şu dizeler gibi;
Bizim sıcağımız Akdeniz sıcağı canım
Yunus Emre sıcağı
Pişirir ekmeğimizi yakmaz
Toprağımız
Halk toprağı kimseyi ekmeksiz bırakmaz
Sizin ateşiniz Moğol ateşi canım
Yakar ekmeğimizi pişirmez
Döşeğiniz kuş tüyü olsa
Gözlerinize uyku girmez
Bizim yaylamız Karacaoğlan yaylası canım
Ördek boyunludur kızları
Ondördüne basmadan ay olur yıldızları
Eğer bana inanmazsan
Yolun Antakya’ya düştüğünde
Yolun Akdeniz’e düştüğünde
Dallarından salkım salkım aylar sarkan ağaca sor
Unutma canım
Bizim sıcağımız şiir sıcağı canım
Yunus Emre sıcağı
Pişirir Kerem’i yakmaz
Toprağımız halk toprağı
Kimseyi sevdasız bırakmaz
Yürek sıcağıdır, insanı yakmaz. İçi sevgi doludur Gülsüm ablamız, Gülperi teyzemiz, Ayşe bacımız..Ve üreten, çalışan, yasam mücadelesi veren tüm Anadolu kadınları...Eli öpülesi kınalı eller...!
Selam size, saygı size, sevgi size.
Kalın sağlıcakla.