TERÖR SARMALI
Terörü sona erdirmek vaadiyle gerçekleştirilen “açılım” ve “çözüm” süreçlerinde terör örgütü, bölücüler ve azınlık ırkçılarına verilen bütün tavizlere rağmen olumlu bir gelişme sağlanamadığı gibi terör daha da azgınlaşmıştır.
Devletin cahil ve küstah topluluklara gösterdiği alicenaplık! teröristler tarafından bir zaaf olarak telakki edilmiştir. Bununla yetinilmeyip büyük bir aymazlıkla terör örgütü destekçilerine siyaset ve bürokraside geniş alanlar açılmıştır.
Devlet ihaleleri, KOSGEB teşvikleri, tarım sektörü sübvansiyonları, yatırım destekleri gibi mali kaynaklar, bölücülerin işine gelecek şekilde kullanılmış, yapılan yıllık ve beş yıllık plan hedefleri dikkate alınmamıştır.
Terörün zemin bulduğu bölgelerimizi geri kalmışlık sarmalından kurtarması öngörülen tedbirlerden biri olarak öne çıkan hayvancılığın geliştirilmesi maksadıyla sağlanan imkânlar da gereği gibi değerlendirilememiştir.
Hayvancılık sektörünün geliştirilmesi ve neslin ıslahı için çiftçinin ahırında bulunması gereken hayvanların pazara düşmesi ve buradan elde edilen kaynakların üretim amaçlı kullanılmak yerine, başkaca maksatlar için harcanması büyük bir skandala dönüşmüştür.
Teşvik ve desteklerin partizanca dağıtıldığı söylentilerinin yaygınlaşması, hükümetin uhdesindeki devlet imkânlarının pazarlık konusu yapıldığı anlayışının yerleşmesine sebep olmuş, binlerce yıllık Türk Devlet geleneği yara almıştır.
Hatalı politika ve ters tepen tavizlerle daha da azgınlaşan terör karşısında “Çözüm Süreci”nde hükümetin güvenlik operasyonlarına izin vermemesi sonucu, daha çok şehit ve teröristlerin insafına bırakılan bölge halkının çaresizliği olmuştur.
Habur rezaleti ve Diyarbakır Meydanı’nda yaşanan utanç verici sözde “megri megri” şenlikleri ise, “bardağı taşıran son damla” olma payesini kazanmıştır.
EKONOMİ VE İŞSİZLİK
2002 yılından beri, yatırımların çok büyük bir kısmı işletme ve fabrikalar kurmak yerine, inşaat sektörüne yönlendirilmiş, bu sektörde öne çıkan şirketler ise elde ettikleri büyük kazançları üretim yapmak yerine “paradan para kazanmak” için kullanmıştır.
Ülkemizin zaten sınırlı olan kaynaklarının plansız bir şekilde kullanılması, ekonomik daralma ve durgunluğa sebep olmuştur.
Özelleştirmede yapılan stratejik hatalar sebebiyle devletin elindeki üretim tesisleri ve fabrikalar ya atıl duruma düşmüş ya da yabancı sermayenin gücüne güç katmıştır.
Ülke içindeki yerli üretim düşmüş, ihtiyaç duyulan mal ve malzemeler ithalat yoluyla yurt dışından temin edilmeye başlanmıştır.
İthalat artışı sebebiyle dış ticaret açığı, işsizlik ve dış borç oranı sürekli yükselmiştir. Zaman zaman yürürlüğe giren işçi ve işveren prim destekleri, beklenen istihdam artışını gerçekleştirmekten uzak kalmıştır.
Eğitimli kesimin gelecek ile ilgili karamsarlıklarının artması, sadece bir neslin değil, ülkemizin geleceğini de karartmaktadır.
HUKUKSUZLUK ve ADALETSİZLİK
Başkanlık sistemi ile birlikte yasama, yürütme ve yargı güçleri arasındaki denge ve denetim düzeni bozulmuştur. Hükümetin genel bir politikası olarak sık sık af kanunlarının çıkarılması toplumdaki adalet duygusunu yaralamış, çalışma barışı bozulmuştur.
Çalışan ile çalışmayan, vergi ve primini ödeyen ile ödemeyen aynı kefeye konulmuş, hatta vergi ve sigorta primlerini ödeyenler cezalandırılmıştır.
TEŞHİS DOĞRU, ARTIK ÇÖZÜM ZAMANI
Eğitim politikasının “yap-boz”a döndüğü, üniversiteli işsizlerin çığ gibi büyüdüğü, bir türlü önlemeyen terörün yeni mevziler kazanmak için stratejik adımlar atma fırsatını yakaladığı, toplum huzurunun sigortası olan adalet sisteminin her geçen gün irtifa kaybettiği bir ülkede geleceğe umutla bakabilmek büyük bir beceri gerektirmektedir.
Anketimize katılan 336 gencimizin öncelikli mesele olarak gördüğü konuların kısa vadede çözülecekmiş gibi görünmemesi, geleceğe dair umutları bir bir söndürmektedir.
Umutların giderek söndüğü bu noktada, elbette ilk ve öncelikli meselemiz ufuk açıcı, ilham veren, milli şuura sahip, entelektüel birikimi yüksek, gençlerle aynı zaman ruhunu yakalayabilmiş öğretmenler yetiştirecek yeni bir öğretmen eğitim/öğretim programı tesis etmektir.
Bu karamsar tabloya bakıp Türkiye’nin geleceğine dair umutlarımızı kaybetmek, tarihin en kadim milleti olan Türkler’e elbette yakışmamaktadır.
Aslında bütün bu meselelerin çözümü, önünde ve sonunda ehliyet sahibi liyakatli kadroların işbaşına gelmesiyle çözülebilecektir.
Meseleleri isabetle teşhis eden gençlerimiz, çözüme ve geleceğe dair de en güçlü teminatımızdır. Gençlerde medeniyetçi düşünce buna dair tefekkür geliştikçe kendi üslubumuz ve imanımızla meselelerimize çözüm arayacak ve bulacak kadrolar artacaktır. Siyasetten önce kültür ve medeniyet sevdalısı genç zihinler dahili ve harici sıkıntılarımıza gerçekçi ve kalıcı çözümler üretebileceklerdir.
Güzel sanatların her kolu, faydalı bir makineler bilgisi, yaşayan yabancı diller öğrenimi, taklit ve özentili olmayan bir spor hayatı, yurdu ve insanlığı tanıyan sistemli geziler… Bu devrenin başıboş gençliğini şahsiyetler haline getirir.
Her yaz, Türkiye’nin her yerinde, bu milyonlarca genç enerjinin lüzumsuz yere yanan bin mumluk elektrik lambalarımız yahut boşu boşuna akıp giden nehirlerimiz, ırmaklarımız gibi nasıl israf edildiğini, nasıl bulandırıldığını dövünerek görüyoruz.
Bizim ülkemizde gençlerimizin üniversiteye girmesi tesadüfle başlar: Hemen hemen hiçbiri istediği ve kabiliyeti olduğu yere değil, eline geçebilen yerlere kapağı atmıştır. Bu gençlerimizin zekalarını kimse ölçmemiş, temayüllerini kimse incelememiş, nerelerde kendilerine ve devletine, milletine daha faydalı ve verimli hizmetler yapacağı sorulmamıştır. Bu gençlerimizin önemli bir kısmının tesadüflerle girdikleri üniversite hayatında yemeleri, içmeleri, yatmaları, temizlenmeleri, gezmeleri hatta eğlenmeleri tesadüflerle olduğu gibi okumaları, düşünmeleri, tanışmaları, birbirlerini sevmeleri de tesadüfle olur ve tesadüfle yürür. Çöllerdeki kum tepeleri gibi ömürleri, enerjileri, güzel düşünceleri, güzel planları şu büyük şehir dediğimiz gürültüler arasında veya hiçbir sosyal imkana sahip olmayan sözde üniversite şehirlerinde sonbahar yaprakları gibi savrulup gidecektir.
Bir kısım gençlerimiz düşüncelerini, sanatlarını, planlarını serbestçe münakaşa edemediği için “cafe”lerde taş oyunları, geyik muhabbetleri veya sosyal medya illetinin pençesinde Türkçemizi de kahreden esperanto diliyle yapılan “chat”leşmelerin mahkumu olmaktadırlar. Bu manada onlara kızmak yerine, okuyabilecekleri, fikirler üretebilecekleri, bilgi çağında bilişim imkanlarını kullanabilecekleri, bu sırada ücretsiz çay ve çorbalarını içebilecekleri okuma salonlarının, kütüphanelerin tesisi devletin en önde projelerinden biri olmalıdır.
Üniversite hayatına tertemiz ruhları, bir alperen kahramanlığına denk düşünceleri, tükenmez zevkleri ile gelenler ise sözde büyük şehirlerin kâh yıldızlı kâh dumanlı inlerinde pusu kurmuş tehlikelerin eline hemen düşüverirler. Bu inlerde kirli hastalıklar, kirli alışkanlıklar, ruhu bir ahtapot gibi yakalayan iptilalar ve bunların hepsinden daha tehlikelisi yozlaşmış Batı kültürünün, içi boşaltılmış Müslümanlığın, ateizmin, deizmin, azınlık ırkçılığının, selefi akımların pençesine düşerek devletine, milletine yabancılaşmaktadırlar. Bu şer güçler evlatlarımızın bu boşu boşuna akıp giden gençliğini gözetmektedirler. Onlarda avını bekleyen çakal vahşeti, sineği bekleyen örümcek, peyniri veya tavuğu bekleyen tilki kurnazlığı, sabrı, iştahı vardır. Millet olarak gençlerimizi bu tuzaklardan kurtarabilmek için hepsini bir güneşin ışığı, bir kardeş eli, bir babanın şefkatiyle bağrımıza basmamız gerekmektedir. Gençlerimizin boşa akan ömürlerini, enerjilerini, menhus hastalıkların iptilasından, hile ve aldatmacaların tuzağından, kıskançlık ve öfkenin ağlarından kurtarmak ve onlara aydınlık bir istikbal hazırlamak başlıca görevimiz olmalıdır. Çünkü gençliğimiz bizim en büyük hazinemiz ve geleceğimizdir.