Bayram geldi işte.
Adı bile hoş olan bayram.
Kutlu olsun.
**
Yıl 1912.
Köyümüzden Kara İmam Mehmet, Yunan Harbindedir.
Cephe kumandanlığına çağırılan kumandanları genç mülazım, durgun bir halde çıkagelir.
Askerlerini toplar, söze başlar.
-Arkadaşlar kumandanlıkta söylediler bugün Kurban Bayramıymış. Bayramınız mübarek olsun…
Cephede birbirine sarılarak bayramlaşırlar.
Ardından karşıdaki Yunan askerlerine kurşun sıkmaya devam ederler…
Dinledikçe içim burkulur, “Bugün bayrammış” diyen ecdat için.
**
Yıl 1921,
Ali oğlu Ahmet İzmirlioğlu, Afyon cephesindedir.
Bir ara yanındaki arkadaşından duyduğu kadarı ile askerlere ertesi gün için bulgur pilavı ile üzüm hoşafı verilecektir. Arkadaşı çok sevinçlidir.
Çünkü yarın bayram sabahıdır.
Onlar için bayram ile üzüm hoşafı birbirini tamamlayan mutluluk beklentisi olmaktadır.
Ne yazık ki o asker, özlemle üzüm hoşafı içmeyi arzularken şehit olur.
Şahadet şerbetini içer…
**
Yıl 1931,
Ali Ecer, Aydın Top yatağında askerlik yapmaktadır.
Bayramın ikinci günü ziyaretçisinin geldiği haberi verilince
koşarak nizamiye kapısına yönelir.
Ziyaretçileri ise; karısı Emine ile Ali dayısıdır.
Sevinç ve heyecandan önündeki zabiti görememiştir.
Zabit, iki tokat atar.
Kocasının dayak yediğini gören Emine Kadın üzülür.
-Ay Ali’m! Yiğidim sana vuran eller kırılsın.
Diyerek ağlamaya başlar.
Bir yandan da kocasına sarılmaktadır.
Bayram günü…
**
Yıl 1943,
Hasan Arslan 15 yaşındadır.
Emine kardeşini bayram gencerine götürür.
Bayramlık entarisini giyen, başına boncuklu yazmasını bağlayan, tombul kardeşi ile birlikte köyden yaya çarşıya gelirler.
Önce hayatlarında ilk kez dolmuşa binmişlerdir.
Birkaç kilometre dolmuşla gezmenin bedeli 10 kuruştur.
Hasan ağabeyi, Emine kıza küçücük topraktan yapılmış düdüklü bardak alır.
Kendine de rüzgârda dönen bir fırıldak.
-Emine kız, bak bu fırıldağı çadırımızın bağına asacam, orada fırıl fırıl dönecek.
Çubuklara dolanan boyalı, macunlardan alıp yediler.
Horozlu şekerlerden de aldılar.
Emine düdüğünü öttürerek,
Hasan fırıldağını döndürerek
eve dönerler.
Hasan ağabeyi 21 yaşında vefat ettiğinde,
Emine kızın hayalinde bu bayram genceri iz bırakacaktır…
**
Yıl 1965…
Aileler, çocuklarına örnek olmak için akraba ziyaretine götürürdü.
Çocukların tek derdi gencere geç kalmamaktı.
Çarşıda çeşit çeşit naylon arabalar, toplar ve topaçlar…
Kızlar yapma, ya da naylon bebek,
erkek çocuklar içinse, çakı bıçağı,
bir de mantar tabancası almak ne şanstı.
Birkaç gün sonra naylon arabalar yırtılır,
Tabancalar bozulmuş, yayları kırılmış,
Çocukların dillerinde gencer muhabbeti,
artık tarla, bahçe ve hayvan otlatma peşindedirler...
**
Yıl 2005…
Kasabadaki Mehmet Dede ve eşi, arife günü yıllar önce
trafik kazasında yitirdikleri oğullarının mezarını ziyaret ettiler.
İstanbul’da çalışan mühendis oğlu, gelini ve iki torunu ile birlikte kendisini bekliyordu.
Bayramlaştılar, oğlu hemen söze başladı;
-Baba, biz deniz kıyısında otelden yer ayırttık, birkaç gün kalıp döneceğiz.
Yorgunuz baba. Çocuklar için değişiklik olacak.
Deyip avluda azıcık oturup gittiler.
Yaşlı karı-koca oğullarının ardından bakakaldılar…
Kadıncağız ağlamaya başladı.
Baba,
“Ah oğlum! Benim gönlüm yıllardır yorgun.”
Deyip de içini çekti.
Gece yarısı uykuda kapıları çalınıyordu.
Söylenen oğlu içeri daldı, ardından da ailesi.
“Kahretsin, çifte rezervasyon…”diyerek söylenmekteydi.
Sabahleyin Mehmet Dede gerinerek uyandı.
İki torunu başucunda bekliyordu.
Bahçeye bakan camlı mutfağın önüne kahvaltı sofrasını kurdular.
Mehmet Dede, bir ara bahçeye çıktı Bu arada komşusunun radyosundan
yüksek sesle bayram türküleri duyuluyordu.
Kollarını kaldırdı, parmaklarını şıkırdatarak, döne döne oynamaya başladı.
Merdivende kendisini gülerek seyreden torunlarını gördü, elleri ile ağzını kapatarak “kih, kih” diyerek güldü.
Torunları da aynı şekilde karşılık verdiler.
Küçükleri kucakladı ve sevinçle içeriye yöneldi…
**
BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN!