Gâvur Tepesinde dört mevsim

Nevzat ARSLAN

Bir bakmışız yaz gelivermiş…                                                                             

Sarı, sıcak hava çöküvermiş,                                                                           

Gâvur Gediği Tepesinden seyreyle hele bir…                                                                                     

Çan sesleri, meleme ağıtları, çoban çığırtıları, kayaların tepesinden gelen yanık bir türkü, kaval sesi duyulurdu da sarhoş olur insan adeta. Ahırlı deresi kıyısında ineklerinin başındaki çocuk, tiz sesiyle türküsünü çığırmakta, Sabri’nin Pınar doğusunda, meşenin gölgesinde iki kız çeyizlerini işlemekte, arada bir gözleri ile keçileri taramaktalar. Koca Meşe önünde Döne tarlasının harman yerinde iki çocuk çelik çomak oynamakta. Pınar önlerine yapılan bahçıvanlarda kokulu, oylumlu, iri domatesler yetişir, her biri bir kişiye öğün olur, katık olur. Hey gidi hey!

**                                                                                     

Birkaç Rum ailenin yıllar evvelinde mevsimlik yurt edindiği, bu adla anılan Gavur Gediği Tepesi bütün azametiyle, başını kaldırmış da kimseyi tınlamaz bir halde, şımarık bir çocuk edasıyla göğe bakar. Kolları ile çevresini kucaklamış zannedersin. Asırlık anıt ağaç Koca Meşe, Demir Ali Tepesi, İmam Yaylası, Bostanlık, Yaylacık, Top pınar düzlüğü, Azatlı adeta dayanmışlar da yan gelip yatar zannedersin. Doğuda buz gibi suları ile soğuk pınar ve yemyeşil kestane ağaçları ile kaplı dere bu dağın dibi zannedilir. Bu soğuk ve buz gibi donduran sular, aşağıda Donduran köyü ortasına doğru çağlayarak, masmavi olur, akar gider.

**

Tam da zirvede, İnli kaya yanında, yıllardır hiç büyümeyen, küçük, bodur meşe ağacı gölgesinde yatan bir şehit, bir Horasan ereni olduğu da dillendirilen zat yatmaktadır. Burada asırlar öncesinde Tümen bölgesinden gelen alay ile diğer bir alayın savaştığından da söz edilen söylenti vardır. Belki de o zamandan kalma bir zabitan mezarı da olabilir. Bu mezarın yanında, bodur meşe ağacında bir çift angut kuşu pelit arıyordu. Rahmetli Esat ağabey, ördek zannederek tüfeğini ateşledi, çiftlerden birisi ağacın başında kaldı. Angut kuşu eşine bağlıdır. Yalnız kalan eş, yedi yıl süreyle bu mevsimde ağaca kondu, yürek yakarcasına bağırdı, ağladı, yas tuttu ve sonunda eşinden ümidi kesti, yedi yılın sonunda bir daha da gelmedi…

**                              

Bostanlık yamacından inerek ucu bilinmeyen bir mağaraya, ine ulaşılır. Yaz mevsiminde kapısında bir bekçi karşılar sizi. Bu bekçi kocaman bir karayılandır. Şöyle sizi bir süzer, ardından mağaranın derinliklerine doğru akar, süzülür gider. Yılan korkusundan ancak çocuklar kışları bu mağarada oynarlar, içeride iki oda ve bir ambar olduğu bilinir. Alt yamaçta ise, çifte Ak Pınarlar yan yana, apak suyunu akıtarak selamlar sizi adeta. Aşağı dereye inerken yamaçta bahçıvanlıkların yeşilliğiyle bir hoş olursunuz. Kavaklı derede ise, sarı pınar önündeki koca asırlık çınar(kavak) ağaçları ile üzerinde durmaksızın, yırtınırcasına ötüşen kuş seslerini duyarsınız.

**                                                                                                                                       

Kış mevsiminde Madran Baba dağından yola çıkan kar, bizim Gâvur Tepesinde alır soluğu ve birden beyaza kaplanır ortalık. Gâvur Gediği Tepesi adeta ak, apak gelinlikler içerisinde, nazlı bir gelin gibi salınmakta sanırsın. Kar, önce bu tepeden selamlar buraları. Bu yörenin guguk çiçeği de denen kardelenler isyan edercesine başlarını kaldırarak birkaç günlüğüne, yüz görümlüğü istercesine, inatla ortaya çıkarlar. Kış ve kar aşağılara doğru iner ardından yine aynı tepeden vedalaşırcasına Madran Baba Dağına doğru göçer gider.

**                                                                                                                           

Güz mevsimi buralarda can sıkıcıdır. Tabiatın doğal bir dönemi, gönüllerin bile hazan olduğu bu mevsimde ortalığı deli bir poyraz, altını üstüne getirircesine otu, tozu, dalı, yaprağı önüne ne katarsa oradan oraya savurur, karşıda Mastanları bile göremezsin. Güz zamanı geldiğinde çobanlar çoktan terk ederler buraları. Meşe ağaçlarının yaprakları birden sarıya dönüverir. Pırnallar bile pelitlerini, yapraklarını döker de yenilenmeye hazırlık olarak baharı beklemeye başlarlar. Güzün bu dağlar, çakal, tilki, porsuk, karga gibi yabanıllara kalır.

**

Bahar mevsiminde dağın eteği hafif yeşillenmeye başladı mı çok geçmeden her taraf birden deli yeşile boğuluverir.  Bahar Gâvur Gediği Tepesinden yukarılara doğru sökün eder. Meşe ağaçları dallarındaki kıvır kıvır yapraklarını açmaya çalışır, çiğdem çiçekleri beyaz kafalarını kaldırır, katırtırnakları, safranlar, morcalar, sarı tarçınlar, nergisler, apak ve sarı çiçekli yonca otları halı gibi seriliverir. Derinlerden şırıldayarak akan pınarlar, derecikler, ağaçlarda şarkı söyleyen kuşlar, avaz avaz bağıran alıcı kuşlar…

İşte bu dağlarda büyüdüm ben…                                                                                         

Koştum, düştüm ağladım yana yakıla,                                                                                

Akan derelerin suyundan içtim kana kana.                                                                                 

Testi yok, tas yok, uzanıverdik akan suya,                                                                

Bizim Kadife kızın tosunu ile yan yana.                                                                    

Yeşil çimenler üzerinde oturdum, eğleştim,                                                         

Kaplumbağaların toslaşmalarını seyrettim.                                                                  

Yüzümü doğduğum topraklara çevirdim.                                                               

Gâvur Tepesinde yaşadım dört mevsim.                                                                                     

Fakir Baykurt'un kaplumbağalarını,                                                                                     

Yaşar Kemal’in İnce Memetini okudum.                                                                 

Gömgök otlar üzerinde uzandım, uyudum,                                                                 

O yüzden “gök görmedik” de hiç değiliz.                                                                            

Yoksuldu ailelerimiz, zorluydu yaşamımız,                                                                     

Varsa da azıcık “ezikliğimiz” belki bundandır.                                                               

Ama yerimizi,                                                                                                               

Hele geldiğimiz yeri,  bilenlerdeniz.                                                                          

Bir de haddimizi…                                                                                                 

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (5)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.