İçimizde İbrahim Tatlıses’ in Güney Doğu Şanlıurfa şivesi ile okuduğu; Şu Fırat’ın suyu akar serindir oy oy..
“Yarimi götürdüm anam,
Kanlı zalimdir ölem, ölem
Kanlı zalimdir, nasıl gülem oy oy
Daha gün görmemiş taze gelindir.
Söyletmeyin beni anam
Yaram derindir, ölem ölem
Yaram derindir, nasıl gülem oy oy”
Bu türküyü hiç dinlemeyen, duygulanmayan olmadığını düşünüyorum. Yürek yakan, acıklı bir hikâyeyi seslendiren bir halk türkümüzdür. Hikâyesi elbette Fırat ile çok çok ilgili.
İşte Türkiye’ den çıkan Fırat Nehri, burunlarımızın direklerini sızlatacak binlerce acı tatlı hatıralarla Suriye ve Irak’ tan geçerek sonra kardeş Dicle ile birleşerek Şattülarap adıyla Basra Körfezine dökülüyor.
Osmanlı’dan sonra bir türlü huzur bulmadı bu topraklar. Oysa İslam Halifesi Hz. Ömer(R.A), “Fırat’ın kenarında bir kurt bir koyunu kaparsa, bunun hesabı Ömer’ den sorulur” der. Şimdi nerede o Hz. Ömer’ in adaleti? Millet olarak hepimiz, tüm insanlık Hz. Ömer’in adaletini ne kadar özlediğimizi bilemezsiniz. Adalet arıyoruz her yerde, Fırat’ın suladığı topraklarda.
Kurtuluş Savaşı’nda Misak-ı Milli hudutlarında olan Musul, Kerkük, hile ve desiselerle sınır dışında öksüz bırakıldı. Irak topraklarında yaşayan Musul- Kerkük, Terafer Türkmenlerinin çilesini, ıztırabını, öz vatanında parya halini görmeyen bilmeyen var mı? Saddam Hüseyin’ in dillere destan zulüm ve işkenceleri ile asılanlar, kör ve sakat kalanlar ve mahpuslar… Sonuç belli kan, barut, toz-duman ve gözyaşı.
“Yanar Kerkük, Mum kimin yanar Kerkük, Yağ yandı, fitil bitti. Ahrında söndü, Kerkük” diye başlayan Kerkük hoyratını dinleyip de yüreği sızlamayan bir Müslüman Türk var mı? Hele Suriye ve Irak’ ta yaşanan savaşlar ve çatışmalar… Akan kan Müslüman kanı.
Tarihte Bağdat denilince bıyıkları dahi çıkmamış taze fidan bir delikanlı Genç Osman’ın şehadetini bilmeyen yoktur. Kadim kültür ve medeniyetimizin önemli temel taşlarından Bağdat şehri şimdi ne hallerde?
İşte acılar, savaşlar, kan ve gözyaşı. Coğrafya kaderimizdir demişler. 400-500 yıl barış içinde at koşturduğumuz Fırat’ın suladığı kültür coğrafyamız, gönül coğrafyamız bu topraklarda “Fırat Kan Ağlıyor” adlı şiirim ile okuyucularımıza kısa bir seyahat yapmayı düşündüm. Bu şiirimle tarihin huzurunda, vicdanlarla yüzleşmek istedim. Bu güzel şiirle sizleri baş başa bırakıyorum. Kalın sağlıcakla.
FIRAT KAN AĞLIYOR
Ahh… Fırat, canım Fırat,
Gelin saçı gibi berrak akan Fırat.
Türküler yaptım masum bakışına.
Asırlardır barış akan Fırat.
Toprakların kavimleri bin yıldır suladı.
Bereketinle, rahmetin arşa fırladı.
Peygamberler, Evliyalar diyarı,
Yoksa, o güzel suyuna kan mı damladı?
İnsanlığın ilk medeniyetini kuran,
Suyuyla Mezopotamya ‘ ya hayatı katan,
Arap çöllerine güneş gibi doğan,
Muhammed’in şerefi ile Dünyayı saran
İslam da hakkını, huzurunu barışla verdin.
Ne oldu sana Fırat…?
Yoksa göze mi geldin
Nedir bu acılar? Bu çektiklerimiz…
Toz, duman, kan, barut kokusu nefeslerimiz.
Fırat hıçkırıyor,
Fırat kan ağlıyor.
Nice canlar cayır cayır yanıyor…
Ey huzurun ve barışın teminatı!
Ecdadım Osmanlı’nın büyük Türk milleti..!
Adaletini, barışını ben çok özledim…
Yıllarca kan ve gözyaşını katık ettin.
Senin İlahi Kelimetullah’ ına hasretim.
Rüyalarım var…
Asırlarca yaşadığım Caber Kalesi’ n de,
Fırat’ ı atıyla geçerken Şehit düşen,
Atamız Süleyman Şah’ın türbesinde
Rüyalarım var…
Zamanı, mekanı aşan atların nal seslerinde
Kulaklarımda yanık Kerkük türkülerinin nağmeleri…
Rüyalarım var…
Fırat’ın suladığı Şu mübarek toprakları,
Vatan yapan rüyalarım var…
Uyan eyy Fırat! Asırlık derin uykulardan.
Hadi gürle, coş Fırat..!
Hadi çağla, şahlan Fırat..!
Hadi dön ruhuna Fırat!
Sil kan içindeki gözlerimi.
Yıka temiz sularınla beni.
Temizle günahlarımı, arındır bedenimi.
Utanıyorum yüzüne bakmaya…
İhanetimiz çok büyük, kirlettik seni
Huzuru, vicdanımı, geri ver Fırat.
Ne olur aklayıp pakla beni Fırat.