Yorgun kış günleri bitmişken sonunda özellikle Aydın’ın kaçacak delik arattıran sıcaklarıyla yüz yüze geldik malum bilirsiniz. Güzelim Türkiyemin dört bir yanına akın akın gelen yabancı turistler de anlayabileceğimiz gibi Ege ve Akdeniz kıyıları bu aylar için yaratılmış birer cennet adeta.onların bilip de canım insanımın bu cennetlerin içinde gidecek yer bulamamaları ise mizah yazılarına konu olacak cinsten.
Foça sabahlara kadar süren yüksek sesli müzikleri ve eğlence mekanlarıyla değil araba girmeyen Arnavut kaldırımlı dar sokaklarıyla kıymetlidir. Taştan duvarlarla örülmüş antik ve mistik evleriyle, tahtadan iskeleleriyle, denizin hemen önüne salınmış bisiklet yollarıyla, yaklaşık otuz dakika da dolaşabileceğiniz beş kapılı kalesinden siren kayalıklarına kadar büyüleyici manzaralarıyla, sandalların maviye kafa tuttuğu yaratıcı isimleriyle, delisiyle ve balığın çerez gibi yendiği bu yerde kedisiyle meşhurdur. Kaç köşe başında kaç basket sahası olduğunu yıllar geçirmiş olmama rağmen bende bilmiyorum. Her yaz düzenlenen geleneksel balıkçılık festivali ve sokak basketbol turnuvaları ise olmazsa olmazıdır. Film setlerine sık sık misafir olan minyatür şehrin insanları da filmlere konu olacak kadar sevgi dolu, anlayışlı, hoşgörülüdür.
Güneş ise doğudan doğup öyle bir allanır ki hem kendisi batmaya utanır hem en inançsız insanı utandırır. Bir gidin bir görün ‘kara taşa’ bir basın derim. Rivayete göre bu taşa bastıysanız her nereye giderseniz gidin Foça’ya tekrar dönmeden ölmezsiniz ve belki de ömrünüzün rüzgarı saçlarınıza dolanmış olarak dönersiniz kim bilir.