Küçük bir çocuk iken doktorların ameliyat yapışına, hatta hemşirelerin ellerindeki iğneyi hastalarına batırmalarına şaşar ve bundan nasıl etkilenmediklerine hayret ederdim. Öyle ya sokakta ayakları üstüne düşen çocukların ağlayışı bile başkalarının içini acıtırken, bu insanların hiçbir şeyden etkilenmiyormuşçasına işlerini yapmaları sıra dışı bir şeydi. O yüzden bu insanlara çok saygı duyuyordum. Hayatta birkaç kere doktorların eline düşmüş, her seferinde tedavilerinden iyileşerek çıkmıştım. Onlara olan bu güvenim fakülte yıllarımdaki bir olayla sarsılmıştı. Beni basit bir ameliyata alan doktor, ameliyat sırasında, benden öfkeyle, yüzümü buruşturmamı emrediyordu. O zaman bunun bir etkilenmeden kaynaklandığını anlamıştım. Nihayet ömrü boyunca, her gün ameliyat yapanlar da bir insandı ve bizim gibi duyguları vardı…
Hayatta duygularını kontrol etmek, keşke hekimler örneğindeki gibi masum olabilse. İnsanları iyileştirmek isteyen insanların iç güdülerini gemlemeleri, ne kadar saygıdeğer bir fedakarlıktır. Dünya avlarının yoluna tuzak kuran etoburlarla, gök yüzünden her şeyi takip eden yırtıcı kuşlarla doludur…Fakat onlar avlarının etlerine muhtaçtırlar, yaşamak için başka çareleri yoktur. Eğer avlarıyla empati kurarlarsa, bu onların sonu olur. Onlar, acımasız olmaya mecburdurlar.
Bazen insanları anlamakta zorluk çekeriz. Eğer insan, toplumdaki yerini anlamıyorsa, diğer insanların en temel hak ihlallerine tepki göstermiyorsa, orada sıkıntı var, demektir. Çünkü insan kendi soyundan olanları da, başka canlıları da anlayabilecek bir zeka ve ruh yapısına sahiptir. Sosyoloji bilgisi az çok bütün insanlarda vardır. Yani yalnız yaşayamayacağını, bu yüzden topluma ihtiyacı olduğunu, toplumun kendisine duyduğu ihtiyaçtan çok, kendisinin topluma ihtiyacı olduğunu bilir.. İyi ki toplum var ve insanlar birbirleriyle yaşamaya muhtaç olarak yaratılmış.
Günümüzde ülkeler de yalnız yapamayacaklarını anladıklarından- özellikle son yüz elli yıldır- birbirleriyle ittifaklar ve uluslar arası örgütler kuruyorlar. Hepsi daha iyi yaşamak ve daha sağlam toplum yapıları kurmak için. Yazılar yazılıyor, teoriler ileri sürülüyor, programlar yapılıyor, fakat aklımızı allak bullak eden empati eksikliğini anlamakta güçlük çekiyorum. Bence toplumdaki en büyük eksiklik insanların bencilliği ve duyarsızlığıdır. Aslında, devletlerin en fazla yapması gereken şey; insanların körelmiş veya hiç gelişmemiş insanî duyarlılıklarını uyandırmak ve geliştirmek olmalı. Çünkü insanların çoğu işlerine gelmeyen konularda anlamıyor, kafa ve gönül yormuyor. Başkalarının başına gelen felaketler onları etkilemiyor, aynı şeylerin kendi başlarına geleceğine inanmıyorlar. Başkalarına ve topluma yaptıkları her üçkâğıdı bir kazanç olarak görüyor, devletin kendilerine yaptığı her türlü fedakârlığı “zaten hakları” gibi görüyorlar.
Hiç derin deney ve izlemeye gerek yok, birazcık göz gezdirdiğim zaman toplumdaki hastalıkları görmek zor bir şey değil. Elektrik için dışarıdan enerji kaynağı alan yurdumda resmi dairelerde perdeler çekilir, içeride elektrikler açılır, milyonlarca açın olduğu dünya gerçeği ortada dururken milyonlarca ekmek çöpe atılır; buna bir şey diyemem, çünkü herkesin israf etme hakkı(!) var. Devletin enerji üretmek için ne fedakarlıklar yaptığının, gelecekte bizi nelerin beklediğinin; aç insanların neler çektiğinin bu duyarsız insanlarca hiçbir değeri yoktur.
Aslında bu duyarsızlıkları çocukluk dönemlerinde öğrencilerin ders sıralarını kalemle karalayıp, bıçakla kazımalarına kimsenin ses çıkarmamasıyla başlar. Sadece birkaç kişinin göz yummasıyla karşılıksız kalan sakat davranışlar, sonraki dönemlerde adam kayırma, rüşvet, vergi kaçırma … olarak devam eder gider. Yaptıkları yanlışın farkındadırlar, ancak gönülleri köreldiğinden doğru şeyler yapma gibi amaçları kalmamıştır.
Dünyada aynı olayın değişik insan veya toplulukların başına gelmesi farklı tepkilerle karşılanır. Sözgelimi güçlü bir insan veya ülkenin başına gelen bir kaza veya ölüm olayı bütün dünyada yankısını bulurken, güçsüz bir ülkenin başına gelmesi sıradan bir olay gibi karşılanır. Çünkü dünyaya hakim hale gelen ben merkezli emparyal bakış açısı, bütün gelişmelere üstün olanların hukukuna göre bakmaya alıştıklarından, diğerlerinin de insan olduğunu, bir kalbi olduğunu göz ardı ederler.
Dünyaya yön veren devletler, her türlü ilişkiyi kendi çıkarlarınca kurguladıkları için, geri kalmış ülkelerin felaketleri onları hiç ilgilendirmez. Çünkü onlar, empati denen insanı insan yapan asil duygudan mahrumdurlar. Gözleri kör, kulakları sağır, burunları grip, derileri felç olmuştur. Onların kurmuş oldukları acımasız medeniyete kutuplardaki buzlar eriyerek, kirletilmiş okyanusların balinaları bile karaya vurarak isyan etmektedir. Aslı sevgi üzerine kurulu dünyamız duyarsızlıklar, sevgisizlikler ve nefret yüzünden savaşlara ve felaketlere sürüklenmektedir. Çözümü ise birilerinin, kainatta kendisinden başka da yaşayanların olduğunu anlamalarından geçiyor. İşte, gerçek anlamda empatinin kurulması, insanlığı bir çok felaketten kurtaracaktır.