Eski ABD Başkanı Barak OBAMA dedi ki “Enerji kaynaklarını kontrol edemeyen bir ulus, kendi geleceğini de kontrol edemez.”
Alex HALEY’in KÖKLER adlı romanından esinlenerek yapılmış, Afrikalı bir ailenin Amerika’da köleleştirilmesi ve yıllar sonra da özgürleştirilmesinin anlatıldığı KÖKLER dizisini ve dizinin sembolü olan Kunta Kinte’yi salya sümük ağlayarak izlediğimiz 80’li yıllar hala belleklerimizdedir.
O siyah derili, mazlum insanlardan birisinin torunu olduğuna inandığımız Condoleezza RİCE, ABD Başkanı Oğul George BUSH’un Ulusal Güvenlik Danışmanıdır. Dışişleri Bakanlığına kadar yükselebilen Rice, Cumhuriyetçilerin şahinler grubundandır. 7 Ağustos 2003 günü yaptığı açıklamayla, 22 İslam ülkesinin sınırlarının değiştirileceğini söyleyip, tüm dünyanın gözünün içine bakarak Büyük Ortadoğu Projesi’ni (BOP) ilan etmiştir. Hatırlayalım biz de İspanya ile birlikte ‘BOP’a eşbaşkan olduk’ diye caka satmıştık.
20 Mart 2003 günü başlayan IRAK işgali ve sonrasında RİCE’ın açıklamasıyla birlikte, 1920’de bize dayatılan SEVR’in, BOP isimli bir torunu oldu dediğimi hatırlıyorum. Bugün de aynı kanaatteyim. Çünkü konu enerjinin kontrolü. İtalyan Başbakanı BERLUSCONİ’nin petrol ve enerji şirketi ENİ’nin yöneticisi Abdurrahim Bin YİZZE, Muammer Kaddafi öldürüldükten sonra Libya’da Petrol Bakanı, yani bir İtalyan petrol şirketi yöneticisi, Libya petrollerinin patronu oldu. Şaşırdınız değil mi? Söyleyecek söz kalmış mı? Her şey enerji için. Bize göre bu atamadan ABD, İngiltere ve Fransa’nın bilgisinin olmaması mümkün değildir. Emperyal ortaklık.
Fransızlara karşı verdikleri bağımsızlık savaşlarının sembol isimleri Ahmet Bin BELLA, Huari BUMEDYEN (1957-1961) ve arkadaşlarının kurdukları Cezayir; Hudut ve sınır değişikliğine uğramadan, akıllı insanların yönetimiyle, İlk İslami Arap baharını atlatmıştır. 1991’de 200 bin Cezayirlinin yaşamını yitirdiği FİS (Cezayir İslami Kurtuluş Cephesi) hareketi zaman içinde püskürtülmüş olup, devlet bütünlüğünü koruyarak çıkmıştır.
Cezayir’in, sömürgeci Fransızlara karşı başlattığı kurtuluş ve bağımsızlık savaşı sürdürülürken, Fransız tarafı olayları günümüz tabiriyle ajite ederek, Birleşmiş Milletleri sık aralıklarla toplantıya çağırıp(özellikle 1957 yılı), savaşan Cezayirli gruplarla ilgili yaptırımlar ve kararlar alınmasını talep etmiştir.
Türkiye’nin, NATO’ya yeni girmiş bir ülke olarak çoğunlukla De Gaulle Fransa’sı lehinde oy kullandığını, oylamanın, sonucu değiştirmeyeceği ortamlarda da çekimser tercihler yaptığını hatırlayanlarımız vardır.
Barbaros Hayrettin’in fethi ile 400 yıl Osmanlı Sancağı altında yaşayan Cezayirlilere uygulanan bu incitici dış siyaset, iki ülke arasında bir husumet yaratmamış ama ne küs ne barışık derler ya, aynen öyle süregelmiş.
Ta ki 1985 yılına kadar. İki ülke arasında 20 yıldan fazla süren kopukluğun giderilmesi için Başbakan Turgut ÖZAL’ın Cezayir’e resmi bir ziyarette bulunduğunu, havaalanına indiğinde yaptığı açıklamada, Türkiye’nin o yıllarda Cezayir’e karşı BM’deki siyasi tavrından dolayı, bu ülke ve insanlarından özür dilemiş olup, ilişkilerin de kısa sürede normalleşme sürecine girdiği görülmüştür.
Geçmişte devleti idare edenlerin yapmış olduğu hatayı, arkadan gelenlerce telafi ediliyor olması alkışlanacak bir durumdur. Uluslararası ilişkilerde ego yoktur. Karşılıklı çıkarlar vardır. Umarım merhum Adnan Menderes’i ve Turgut Özal’ı her platformda ağızlarından düşürmeyen ve demokrasi sembolü olarak gören şimdiki siyasi sorumlular da gelecekte ülkeyi yöneteceklere özür bırakmadan, Suriye’de aynı yanlıştan dönerler. Yanlış yaparak doğruyu bulmayalım. Çünkü yanlıştan tecrübe olmaz.
Devlet adamlarından beklediğimiz budur. Rus uçağını düşürdük ‘affedersiniz’ diyemedik. “Rus SU-24 uçağını düşürdük özür dilemeyeceğiz, egemenlik hakkımızı kullandık, angajman kurallarını uyguladık. Bir daha olsa yine uygularız” gibi efelenen sözlerle açıklamalarda bulunup, mütecaviz bir Rus saldırına karşılık, hemen ünlü 5’nci maddesinin çalıştırılabilmesi için NATO’ya koşmuştuk.
Bu durumun ekonomik olarak bize neye mal olduğunu yaşadık gördük. Milyarlarca dolar zarara uğratıldık. Domates tarladan otellere gidemedi. Uçaklar gelemedi. Çünkü turist yoktu, Antalyalılar domatesleri asfaltlara döküp protesto etmişlerdi.
Sonra da rahmetli İş adamı Tarık ŞARA, Azerbaycan Devlet Başkanı İlham ALİYEV, Kazakistan Devlet Başkanı Nursultan NAZARBAYEV’in gizli arabuluculuk girişimlerine ihtiyaç duymuştuk.
CIA ajanı olduğu söylenen papaz Andrew Brunson 50 yaşında ve 23 yıldır İzmir’de yaşamaktadır. Bu Amerikan memurlarının hiç tayini çıkmaz mı? İade edilmemesiyle yaptırımlar, derken şimdi ABD ile papaz olduk. Konu papaz veya ‘al papazı ver papazı’ meselesi de değil. Bu buzdağının görünen kısmı… Esas konu, bize Suriye’de maraza çıkarmayın meselesi. İstihbarat görevi yerine getirilirken yakalanan bir istihbaratçıya uygulanan rejim bellidir. Bunu bilenler bilir.
10 Haziran 2000 tarihinde vefat eden Suriye Devlet Başkanı Hafız ESAD’ın cenaze törenine katılan dönemin Cumhurbaşkanı Sayın Ahmet Necdet SEZER’in büyük bir iş başardığını görüyoruz. Terörist başı Abdullah Öcalan’ın 1998 yılına kadar Suriye’de muhafaza edilmesiyle ilgili olarak gergin olan ilişkilerin, yeniden ilerlemeye dönmesi herkesi heyecanlandırmıştı.
2005 yılında ADANA ve ŞAM mutabakatı(ilişkilerin normalleşmesi) kapsamında Sayın Ahmet Necdet SEZER’in Şam’a yapmış olduğu resmi ziyaret, Batı ve Ortadoğu ülkelerinde çok büyük yankı bulmuş,“Sözünün eri Cumhurbaşkanı, sizi seviyoruz, Suriye sizi asla unutmaz, Sezer ikinci vatanında, hoş geldiniz onurlu cumhurbaşkanı” gibi pankartlarla karşılanmıştı.
2011 yılı itibariyle Suriye’ye 1,8 milyar dolarlık ihracatımız vardı. 911 km uzunluğundaki hudut üzerindeki kapılardan düzenli olarak ticaret yapıldığını, insan ve katır sırtı kaçakçılık işlerinin bittiğini, yerine düzenli mal geçişlerinin yapıldığını, hudut taşlarının kaldırıldığını, bayramlarda uygulanan pasabanda geçişler yerine pasaportsuz geçişlerin yapılabilir hale geldiğini, velhasıl iki ülke ve insanları için mükemmel bir ortamın yaratıldığını, dahası İki ülkenin liderleri hızlarını alamayıp, Fettah TAMİNCE’nin Bodrum RİXOS otelinde aile ferleriyle birlikte tatil yapıp, geleceği, hatta iki ülkenin birleşebileceğini konuştuklarını biliyoruz.
2011’de bir şey daha olmuştu. Kendi ülkesinde kadınları tek başına sinemaya gidemeyen, AVM’ ye gidemeyen, araba kullanamayan, oy kullanamayan, şahitlikleri bile kabul görmeyen, demokrasinin “D”sinin olmadığı Suudi Arabistan’daki batının çöl soytarısı kral, İsrail, İngiltere ve ABD başta olmak üzere Suriye’de daha fazla demokrasi diye tutturdular. Bölgede yaşadığım için biliyorum. Suriye, Fransa kadar laik, İsveç kadar da özgür bir ülkeydi. Sonuçta Suriye’ye demokrasi getirmek adına ESAD’ı devirmeye karar verdiler ama bu işin Türkiyesiz başarılamayacağını hepsi biliyorlardı.
Katar doğalgazı, Esad sonrası yapılanmayla Türkiye üzerinden Avrupa’ya geçecek. Avrupa, Rus doğalgazı bağımlısı olmaktan kurtarılacak, yerine Katar şekeri yiyecek (!) Türkiye gaz terminali olacak, Rusya en büyük ihracat kalemini kaybedecek ve çökertilecek. Batılı ülkelerin bize sunduğu havuç bu.
Ortada hiçbir şey yok iken, ‘Sen Alevisin, sende demokrasi yok, yakında Şam merkezindeki Emevi Camisinde namaz kılmaya geleceğim’ gibi söylemlerle İŞİD ve EL NUSRA manivelasıyla Suriye’nin yakıldığını hepimiz gördük. 4 milyon mülteci Türkiye’de. 2017 itibariyle Suriyelilerin Türkiye’ye maliyeti 30 milyar dolar. Yanan, yıkılan harabeye dönen tarihi Halep ve Şam başta olmak üzere tahribat çok büyük. Her şeyden önemlisi 700 bin insan öldü. Değer miydi? Bu kadar masum çoluk çocuğun ve insanın hesabını kim verecek?
Savaşın bitiminde sizden çivi bile almayacağız diyen yönetim, Rus ve Çin inşaat şirketleriyle Suriye’nin alt yapı, üst yapı ve imarını görüşüyorlar. Fizibiliteleri yapılmış. 225 milyar dolarlık yatırımdan bahsediliyor.
Neymiş? Yıllar önce Ankara’da görev yapan Rus Büyükelçi Albert ÇERNİŞEV, Çeçenlerle ilgili yaptığı serzenişte “camdan evde oturuyorsanız komşunuza taş atmayacaksın” demişti. Bunu bize öpe öpe öğretecekler.
10-15 yaş aralığındaki Suriyeli mülteci kızları kuma olarak, eş olarak yatağa atan, ağzında dişi olmayan, pis sakallı, 70-80 yaşlarındaki ağaların, şeyhlerin, aşiret reislerinin, ağızlarının salyalarını akıtarak küçücük çocukların bedenlerini sahip olmanın faturasını, Sodom ve Gomorra’da olduğu gibi hep birlikte ödeyeceğiz. İşlenen bu günahları yok edecek dua da yoktur. Üretilse de vicdanlarda hükümsüzdür.
Sonuç olarak:
Artık Suriye’nin dostu ve düşmanını görmemizin zamanı geldi ve geçiyor. Suriye topraklarının 1/3 YPG (PKK-PYD) kontrolünde. Nusaybin demiryolu hattı sınırdır. Sınırın bizim topraklarda kalan 8 metre yüksekliğindeki nöbet kulübesinde Türk Askeri nöbet tutmakta. Suriye topraklarında kalan nöbet kulübesinde de (Kamışlı) 2011 yılına kadar Suriye devletinin askeri beklemekteydi. Şimdi, üzülen üzülsün PKK nöbet tutuyor. Kilis’e kadar durum hep aynı. Huşunuza gitti mi? Devlet ile komşuluktan PYD-PKK ile komşuluğa
350 km. uzunluğundaki IRAK sınırındaki nöbetçiler, Barzanigiller ve korudukları PKK’lılar. Merkezi Irak devletinin tek bir askeri yok. Şimdi FIRAT nehrinin doğusundan Cizre’ye kadar 650 km mesafede de PYD-PKK hüküm sürmekte(toplam 1000 km). 5 bin tır dolusu silah ve mühimmatın proje sahipleri tarafından YPG’ye verildiğini de biliyoruz. Bu açık kaynak bilgileri. Gerçek, emin olun ki iki katıdır. Acaba kimin için kullanacaklar dersiniz.
ABD askerleri ve Fransız topçusuyla NATO’dan sonra burada da komşu olduk. Çöl soytarısı Suud Kralı öldüğünde, bayrakları 3 gün yarıya indirmiştik. O soytarının bakiyeleri PKK’ya 100 milyon dolar para gönderdi. Bu konu sıranın kime geldiğini göstermiyor mu?
BOP’ un son halkası Türkiye ve İran. Bu İsrail için yaşamsal önemde bir konu. Güçlü Türkiye ve İran onları bozuyor. Öncelikleri Suriye’yi parçalamak ve Lübnan’daki Hizbullah ile temasını kesmek.
İsrail, Hizbullah’ın Lübnan’da bulunması ve yönetimde söz sahibi olmasından son derece rahatsız. 1967 ve 1973 Arap-İsrail savaşlarının yenilmez armadası İsrail’i, 2006 da bir ay süren savaşta perişan etmiş, işgale geldiği Lübnan’dan çıkartmıştır.
Tunus’tan, yaşadığımız topraklara kadar hiçbir devletin hududu değişmeden buraya geldik. Sevr’in 62-64’üncü maddesi, Fırat’ın doğusunda Kürdistan diyor. Suriye’de devam etmekte olan operasyonlarla sınırlar zorlanmaktadır. Suriye’nin üç parçaya bölünmesi için Batılılar var güçleriyle çalışıyorlar.
Peki, çözüm ne?
Şimdi durum muhakemesi yapmanın tam zamanıdır. Durup, sağa ve sola bakacağız. Geride neler bıraktık. Önümüzde bizleri nelerin beklediğini görmeye çalışacağız. Bölgedeki aktörler kimler. Dostlar ve dost bildiklerimiz kimler, düşmanlar kim, Biz nereden nereye geldik, nereye gittiğimizi tartışmanın yapılabileceği son virajdayız.
Öncekiler gibi tarihe bırakmadan, hemen şimdi, Beşşar Esad ile barışmak. Obama kandırdı dediniz, F.Gülen kandırdı dediniz bu toplum size inandı veya öyle gözüktü ve statünüzü korudunuz. Bu seferde BUSH, POWEL, RİCE, BLAİR kandırdı deyin. İtiraz etmeyeceğiz. Olan olmuş. Yeter ki önemli bir komşumuzla barışalım. Çünkü sıra bize geliyor. Amerikalı Wilson’un planı çalışıyor. ‘Kürdistan’ı kurmak için biz elimizden geleni yaptık, ama olmadı. 100 yıl sonra belki bir daha deneyebiliriz’ dedirtip, bu topraklardan göndermek zor değil. Hem de tek mermi atmadan.
Dudaklarınızın arasından çıkacak iki kelimelik yanlış yapmışız demek bile özür olacaktır. Sırtlanlar Kuzey-Doğu Suriye’de zaman kolluyorlar. İdlib diken üstünde. Gene kimyasal ayaklarıyla bir şeyler planlanıyor. Patlatılmak üzere. Yeniden mülteci göçü ve onlarla birlikte enseden insan kesen İslamcılar… Türkiye’de ortalık cehenneme döndürülecek. İşte o zaman yandı gülüm keten helva.
Türkiye, İran, Irak, Suriye ve Lübnan zaman kaybetmeden bir araya gelip, ön yargısız, şartsız, ama, fakat demeden enerjilerini bu birlik için harcamalıdır. Doğacak olan sinerji ile de bölgenin diğer ülkelerinde pozitif rüzgarlar estirebilecektir. Mutlaka karşılık bulacaktır.
Şam, hac yolu üzerinde bulunuyordu. Gidişte ve dönüşte Emevi Camisinde namaz kılmak sıradandı. Meraklılarına bir çift sözüm olacaktır. Barış sonrası Suriye’ye dost olarak gidip, Emevi Camisinde istediğiniz kadar ibadet yapabilmeniz dileklerimle.
Yazımı modern Hindistan’ın kurucusu Mahatma GANDİ’NİN evrensel bir sözüyle bitirmek istiyorum. “Dünya herkesin ihtiyacına yetecek kadarını sağlar, fakat herkesin hırsını karşılamaya yetecek olanı değil.”