Geçen hafta üniversite hayali kuran gençlerimizin Yüksek Öğretim Kurumları Sınavı vardı. Türkiye’nin 81 ilinde, yurdumuzun dört bir yanında bu yıl ilk defa sınava girecek 3 milyon 200 bin civarı gencimiz sınavlara girdi. 2’nci oturumda ise 2 milyon 19 bin civarında öğrencimiz bu sınav için ter döktü.
Aslında bu sınavlara girmeyi hak etmiş 4 milyon 300 bin gencimiz olduğu ifade ediliyor. Neredeyse hakkı olduğu halde 1 milyon üzerine geçen, lise ve dengi okulları bitirdiği halde bu sınavlara girmeyişleri çok düşündürücü geldi.
2,5 saatlik bir sınav maratonu, heyecanı heba olup gidiyor. Bir yıl boyunca, hatta ortaokul ve lisenin başındaki yıllarda öğrencinin kabiliyet ve becerileri, hangi alanlarda daha çok başarılı olduğu yönlerinin alt yapısı yıllar öncesinden atılmaya başlanıyordu. Bu üniversite sınav hazırlıkları adeta o aile evde bir plan, bir disiplin içinde gencimizin başarı imkanları sağlanıyordu.
Evde, geleceğimiz o gencin istikbali için sıkıyönetim ilan edilmişçesine, eve gelecek misafirler, sosyal aktiviteler hep erteleniyordu.
Çünkü anne baba varını yoğunu evlatlarının okuması, iyi bir meslek sahibi olması noktasında canhıraş çırpınıyorlardı.
Bazıları da okuyamamanın ezikliği içinde " Ben cahil kaldım, ancak ilkokula gidebildim, köylü insanıyız, tarla bahçe, hayvan geçim işleri derken bizim cahil kaldık. Ama ahtım var 3 çocuğum var,3 nü de Allah nasip ederse okuyacağım" diyordu.
Ve bütün Türkiye, bütün gençler, gelecek hedefleri için, istedikleri okul, üniversite ve branşları için aşkla, heyecanla severek umuda doğru koşuyorlardı.
Bütün Türkiye, bütün şehirler, okullar, caddeler gençlerimizin üniversite sınavları için adeta kilitlenmişti.
Aman susun! Sakın ha ses çıkarmayın! Gürültü falan, düğün dernek yapmayın. Bugün genç kardeşlerimizin sınav günü. Onların moral ve motivasyonu çok önemli. Bir yıldır ,bugün için yapılan hazırlıkları, sosyal yaşantıdan esirgenen fedakarlıkları , hele eğitime çok büyük yatırım yapan aileleri bir düşünün...
Ya okulların başarı tablosu?
Okuldan kaç mezun öğrenci üniversiteye kazanmış ona bakın! Öğretmenlerin mutlulukları ölçülebilir mi? O öğrenci bizim öğrencimiz. Onların başarılarıyla gurur duyuyoruz. Hele çevrelerinde başarıları ile diğer gençlere rol model olmaları, hep takdir edilecek eğitim faaliyetlerdir. Böylesine fedakârlık isteyen çileli, zahmetli bu eğitim, bilim yolculuğu, bizim kültürümüzde daima önemsenmiş ve değer verilmiştir.
Yüce kitabımız Kur'an da ilk emir “oku” değil mi? “Bilenle bilmeyen bir olur mu” ilahi mesaj verilmemiş mi? Yüce Peygamberimiz Hz. Muhammed ( S.A.S) nin " Cahil sofu değirmenin eşeği gibidir." Hadisi yok mu? Hz.Ali' nin "Bana bir harf öğretenin kölesi olurum" sözünü bilmeyenimiz var mı? Gönüller sultanı Yunus Emre, “İlim ilim bilmektir / İlim kendini bilmektir / Sen kendini bilmezsen / Bu nice okumaktır" dememiş mi?
Bilimin aydınlık ışığında hedeflerine ulaşmak için çırpınan umut yolcusu gençlerin moral hocaları anne baba, akraba okul bahçesinde dualar zincirine yenisini ekliyorlardı. Hem kendi gelecekleri hem de ülkemizin geleceği için bu genç nüfusumuz, nitelikle yetişecek insan kadromuz; ülkemizin imarı, kalkınması ve refahı için milletimizin umudu olacaktı.
Hedeflerimize ne kadar ulaşabildik?
Gerçekten her okuyan öğrenci istediği meslek ve alanda amacına kavuştu mu?
Sorular, sorular, dağ gibi yığılmış sorular...
İlk sınavla, bin bir zahmetle üniversiteye giriyorsun. Sonra bitirdiği okul ile ilgisi olmayan başka iş ve mesleklerle uğrasan 2 milyon civarı genç kitlesi.
Bir de ekonomik sebepler, artan ev kiraları, yurt bulamama, beslenme vb. okul masrafları nedeniyle üniversiteden okulunu bırakan 700 bin civarı gencimizin hazin, yürekler acısı durumu.
Sınava girmek bir dert, kazanmak ayrı bir dert. Bir de okuma mücadelesi. Bu sıkıntıları ancak çocuk okutanlar bilir ve yaşar.
Kusura bakmayın dostlar. Fenerbahçe taraftarları alınmasın. Bu pazar yapılan Fenerbahçe kongresi, kongrede ki tarafların yönetim, iktidar kavgaları bizi ilgilendirmiyor.Hele hele siyasi heyecan, umut ve hayalleri söndüren siyasilerin bir eski genel başkanın Cumhurbaşkanlığına ziyareti ve neler konuştukları da aileleri ve halkımızı hiç mi hiç ilgilendirmiyor.
81 vilayette plansız, programsız açılan üniversiteler. Ve piyasada, rasyonel iş hayatında karşılığı olmayan, hiçbir değeri dahi olmayan bir kâğıt parçası diploma. Hayalleri çalınmış, geleceğe umutsuz bakan mutsuz bir gençlik kütlesi. En verimli çağında, en kıymetli yılları heba olan bir gençlik!
Bir eğitim uzmanı Albert Einstein, “Öğrenmemi engelleyen tek şey, aldığım eğitim olmuştur. Kalkınmaya hizmet etmeyen eğitim harcaması israftır.” diyor.
İnsanın kabiliyetlerini harcayan israf eden sistemin içinde dağ gibi yığılmış işsizler ordusu... Üretmeyen bir ekonomi, sanayide çırak arayan bir sanayici... 50 bin liraya tamirci, kaynakçı usta bulamıyorum feryadı.
Yok olan bir gençliğin yitik umutları, acı çığlıkları! Eskişehir ' de bir çay ocağında çalışan Rıza kardeşime soruyorum. Nereyi bitirdin? Ne bölümünde okudun? “ADÜ'yü bitirdim. İletişim bölümü. İş yok. Ne zamana kadar babadan harçlık alacağım, mecburen çay ocağında çalışıyorum” diyor.
Aydın’da beyaz eşya satan Mert ve Okan kardeşlerle tanıştım, ikisi de işletmeyi bitirmiş. Nasıl işinizden memnun musunuz diye sordum? Bizim tam hedefimiz, amaçladığımız bir işti. Zaten meslek stajımızı babamızın yanında tamamladık. İşimizden memnun ve mutluyuz ifadeleri beni de mutlu etti ama kaç gencimiz bu imkânı yakalayabildi acaba!
Cami çıkışında genç polis kardeşlerimiz ellerinde broşürlerle, kurbanlık alış verişinde dolandırıcılara ve hırsızlara karşı dikkatli olunması konusunda vatandaş uyarıyorlardı.
Üniversite sınavlarına girerek ter döken gençlerimizin umutları, istikballeri ile ilgili sis perdesinde heba olmuş hayalleri düşünmek içimi acıtıyordu ki biran Şeyh Edebali’nin “İnsani yaşat ki devlet yaşasın” sözü aklıma geldi.
Kalın sağlıcakla.