Günümüzde ulusların en önemli meselesi ekonomidir. İhmale gelmez. Ekonomi ve siyaset birbirini etkiler. Gelişmiş ekonomilerde, kalkınmış batı ülkelerinde ekonomi siyasete yön verir. Siyasi kurumlar ekonomik gücün kontrolündedir. Ekonomisi zayıf gelişmekte olan ülkelerde siyaset ekonomiye büyük ölçüde hakimdir. Çünkü devlet gücü elinde tutan, ekonomiye yön verendir. Siyasilerin ve siyasetin ekonominin gidişatından sorumlu olması bu yüzdendir. Ekonomik kararlar bağımsız ekonomik kurullarca değil, hükümetlerce alınır ve uygulanır. O yüzden gelişmekte olan ülkelerde en büyük işveren devlettir. Devlet vatandaşın patronudur. Gelişmiş ülkelerde, patron sermaye tröstleri ve sivil toplum kuruluşlarıdır. Bu kuruluşlar bireyin eğitim, bilgi, beceri ve vizyonuna taliptir. Gelişmekte olan ülkelerde devletin ücret politikası oldurmaz da, öldürmez de. Çalışanlar devamlı ister. Bu yüzden politikacılar devamlı veren el olmak durumundadırlar. Devamlı vaat ederler. Halk onlara inanır. Ancak verilenlerden halk bir müddet sonra memnun olmaz. Çünkü enflasyon vardır. Halk hüsranını yaşar. Bu kısır döngü devam eder gider. İktidarı ele geçiren siyasiler ve yüksek bürokratlar ve bir kısım devlet müteahhitleri ve işbirlikçi yabancı sermaye taşeronları rahat yaşarlar. Halk güzel günler gelecek diye hep bekler. Umut fakirin ekmeği olur.
Gelişmiş ülkeler, gelişmekte olan ülkelerin sermaye açığını uzun vadeli faizli borç vererek gelirlerine gelir katarlar. Bu bilgi, teknoloji, sermaye ve askeri güce sahip ülkeler, gelişmekte olan ülkeleri devamlı baskı altında tutar. Ekonomik krizlerle tehdit eder, kafa tutanlara askeri ve mali cezalar keser. ABD’nin dünya üzerinde 800, ülkemizde askeri üslerinin olduğunu bilmeyen siyasetçi yoktur. Onun için iç siyaset bu gücün gölgesinde şekillenir, bazen kural dışı şeyler olabilir. Genelde bir kısım siyasiler halktan gerçekleri gizler.
Gelişmiş ülkelerin büyük sermaye sahipleri söz dinleyen, itaat eden, güven veren, sadık emir kulları arar. Bunların kim oldukları önemli değildir. Asıl olan işbirliğine razı olmalarıdır.
Siyasiler iktidar için bu yabancı güç odaklarına göz kırparlar. Al gülüm ver gülüm oyunudur bu.
Bu düzeni bizim gibi, geçmişi köklü değerlere sahip ülkeler kırabilir. Şeytan üçgeni, düzenini bozabilir. Bu nasıl olur?
Önce milletin buna karar vermesi, ülkenin ekonomik, kültürel, tarihsel zenginliklerini sahiplenmesi gerekir.
Kalkınma ve refahın fedakârlık meselesi olduğunu, birkaç neslin bedel ödemesi gerektiğinin bilincinde olmakla, mümkün olacağını kabullenmek gerekir. Bu bilincin oluşmasını, dünya ülkelerinde üzerinde batılı düşünce ve kültür emperyalizmini kabullenmiş, sivil toplum kuruluşları ve medya sulandırır. Gelişmekte olan ülkelerde birlik sağlanamaz, entelektüel geçinen aydınlar bölünmüştür, halk bölünmüştür. Devamlı kavga ve kaos ortamı vardır. Birinin yaptığını diğeri bozmaya çalışır. Memnuniyetsizlik, sivil itaatsizlik ve anarşi pompalanır. Özgüven yok edilir. Halk bu kavgada şaşkın ve çaresiz bir tarafa destek verir. Kimse itiraz edemez. Son 30 yılda Asya, Afrika ve Ortadoğu’yu bitiren oyun budur. Bu oyun Asya, Afrika ve Orta doğuda işbirlikçileri sayesinde halkın gözünün içine baka bak oynanır. Türkiye bu oyunu bozacak nadir ülkelerden biridir. Zengin tarihi geçmişi ve birikimi halkın tamamının Müslüman olması sağlam ahlaki ve kültürel yapısı, her şeye rağmen yok edemedikleri bağımsız yaşama iradesi, yetişmiş genç dinamik insan varlığı, her zaman yolunu aydınlatan liderlere sahip olması, zaferlerle ve acılarla dolu geçmişi, geleceğinin parlak olduğunun delilleridir.