Bizlere, doğduğumuz günlerden itibaren; insanoğluna ise yaradılıştan itibaren bir eğitim sistemi sunuluyor. Doğruluğu ve faydası, herkese göre farklı değerlendirilen bir sisteme zorlanıyoruz.
İlk insanın eğitimi hayatın içinde ve ihtiyaçlarına göre şekillenirken, günümüzde bize dikte edilen ve bizim ihtiyaçlarımızdan çok, dünyayı yönetenlerin buyruklarına göre şekilleniyor.
Eğitimden çok her şeye benzeyen yaşadığımız sistemin içinde çocuklarımıza bir bakalım isterseniz. Okul öncesi eğitim + günümüzün 12 yıllık mecburi eğitimi sonrasında 18 yaşına ulaşmış bir ergen neredeyse ömründe, bir tahtaya çivi çakmamış. Bu süre zarfında hiç bir şey üretmemiş. On kuruş kazanmamış. Hâsılı bir baltaya sap olamamış çocuklarımız.
Hiç bir şey üretmemiş olmasına rağmen, verilen eğitim ve öğretiler sayesinde sadece marka şeyler tüketmesi beynine kazılmış. Hayat şartlarından bihaber, kendisine sunulan şartlar içinde el bebek gül bebek verilen bilgileri ezberlediklerinde başarılı oldukları beyinlerine kazınmış. Dikte edilen şekilde yaşayıp geldikleri için, hiçbir eksiklik ve yanlışlık duymadıkları için mutlu gibiler.
Oysaki hayata başladıklarında, yüzde 80’i başarısız, mutsuz ve istedikleri işlerde çalışmayan, huzursuz, saldırgan, her an patlamaya hazır toplumlar oluşturmuşuz.
Her an patlamaya hazır dedim ama Patlama şekilleri de sistemler tarafından öğretilmiş. Sisteme zarar vermeden patlayacaksınız. Sistemin önerdiği (emrettiği) sivil toplum kuruluşlarından birine ya da birkaçına üye olacaksınız. Sistemin kuruluşuna izin verdiği partilerden ya da sendikalardan birine üye olacaksınız. Sonuç olarak patlamalarınız ve tepkileriniz bu sistemlerin izin verdiği kadar ve şekilde olacak.
Verilen eğitim ve öğretiler sonucu dünyanın her yerinde edilgen ve bu edilgenliğe mecbur edilmiş toplumlar sistemin birer tüketim aracı durumundalar.
Kendilerine sistem içinde denilmiş ki; ülkelerin kurtuluşu, sizlerin iş sahibi olabilmeniz, tüketimin artması ile mümkün o halde tüketin. “Medeni insan hayat şartları ve refahı düzgün çok harcayan insandır.” Bu sözün, yarısı doğrudur. Çünkü şerlerin içinde, ehveni şer en tehlikeli olanıdır. Sizin hoşunuza giden tarafı “hayat şartları ve refahı düzgün” insan olmak kısmıdır. Oysaki Çok harcayan insan olabilmek için, ihtiyacımız olan, pazarlana bilen, çok iyi ve kaliteli şeyler üretmek gerekli değil mi? Üretmeden tüketebilmek mümkün müdür. Bunu yapabilenler sadece dünyayı yönetenler değil midir?
Onlarda bir şeyler üretmişler. Hem de en önemli şeyi üretmişler. İnsanlığı istedikleri gibi yönetmeyi üretmişler.
Dünyayı yönetenlerin tahsillerine bakınız, hangisi mecburi eğitimden geçmişlerdir? Çok para kazananlara bakınız, hangisi Üniversite mezunudurlar? Dünyayı değiştiren Bilim adamlarına bakınız, hangisi, bir üniversite mezunudur?
Şimdi gelelim çözüme; Bize öğretilenlerin ve verilen mecburi eğitimin dışına çıkmak zorundayız. AB’nin istediği diplomalı sayısının çokluğu ülkemizin yararına değildir. Bizim sıra dışı eğitime ve öğretime ihtiyacımız var. Okullarımız, hayata değil, sınavlara hazırlıyor gençlerimizi. Bu doğru değildir.
Katılırsınız katılmazsınız, o sizlerin bileceği iş. Bir ustanın yanında iyi bir mühendis yetişebilir. Bir Gıdacının yanında iyi bir gıda mühendisi yetişebilir. Bir doktorun yanında çok daha iyi bir doktor yetişebilir. Bir aşçının yanında çok iyi aşçılar yetişebilir. Hayatın içinde iyi şeyler üretenlerin teorik bilgileri ilave kurslarla takviye edilerek tamamlanabilir.
Tüketim artsın, ekonomimize hareket gelsin, düzelsin, diye düşürülen vergi oranları, muhakkak geçici bir rahatlık sağlayacaktır. Ancak asıl sorun, bu ülkenin Yüzde sekseni gıda ihtiyaçlarını karşılayamazken, lüks tüketim araçlarının satışını artırmaya kalkmak ülkelerin ekonomisini canlandırmaz. Ülkelerin kalkınmışlığı, insanlarının en zaruri ihtiyaçlarını kolay elde etmeleri ile ölçülmelidir. Her yaptığımızın, yaşadığımızın, doğruluğunu sorgulamamız dileğim ve saygılarımla.