Efeler gibiydik hey!
Bizim oralarda kadın-erkek birlikte oturur, sohbetler yapılırdı.Daha önceleri babamın rahmetli ebesi, (babaannesi) köşeye kurulur, sigarasını tellendirdikten sonra, sohbete başlar, herkese kendisini dinletir, sıkça kullandığı bir söz, ” O iş, öyle olacak zaar” der, yani iş olacağına varır manasında kendine özgü bir cümle… Urumeli dedikleri, uzak yer anlamında Kumalar Yaylağından kışla göçlerine, Mazın Dağında yaşadıklarına kadar söz ederdi. Hasan Ağa Kavağının (Çınarının)dalına devecilere yemek için bohça bağladığını anlatırdı.
Osmanlı’nın sön döneminde adeta adalet dağıtan Çakırcalı Mehmet Efe ve Yörük Ali Efe ile ilgili Hikâyeler aktarılır, efelerin bir eren gibi görüldüğüne inanırdık. Çanakkale, Kurtuluş Savaşı, Kadir İbrahim, Çakıcı Hasan, İt Hasan hikâyeleri anlatılır, herkes durgunlaşır. Asker Arif’in hikâyesi, mezarı ile duygulanırdık.
Büyük Halam, Atatürk denildiğinde "ben 10 günlük iken Atatürk vefat etmiş" derdi.
Biz çocuklar kapı girişinde diz çökmüş halde dinlerdik.
Yine de Efeler gibiydik.
***
Eskiden bu yana hayret!Meğer kadına seçme ve seçilme hakkı 80 yıldır verilmemiş de daha yeni verilmiş.80 yaş civarında vefat eden rahmetli ninelerim ve anamseçme hakkını ölene kadar kullandılar. Kâh kocalarının gösterdiği partilere oy verdiler, kâh kocalarına kızdıklarında kafalarına göre canlarının istediği yere bastılar mührü. Hatta kocalarının ardından kıs kıs gülmüşlerdir bile… Efeler gibi… **
Liyakat… Eskiden, böyle bir terim vardı. İşi her yönü ile hak edene verilirdi. Torpil, yandaş, para geçmezdi. Kazanan, hak eden işe, makama ulaşırdı. Herkesin görüşüne saygı duyulur, bitaraf olanın bertaraf edilmesi söz konusu bile olmazdı.
**
Eskiden, Köyde birkaç evde radyo vardı. Akşam haberlerinde ajans denilerek toplanılır, haber dinlenirdi. Haberlerden sonra hep birlikte güncel yorumlar yapılır, herkesin görüşüne saygı duyulurdu. İkide bir uyuklayan Mehmet Dayıyı babası dürter, Oğlum uyuma da iki memleket meselesi öğren derdi. Rahmetli Süleyman İzmirli amca, Kore’de savaşmış, kuzeylilere esir düşer, günlerce kıçlarına sopa ile vurulur. Ondan sonra solcu ve komünist düşmanı olur, Süleyman Demirel hayranıdır. Köyde lakabı da Demirel diye tanınmaktadır. Bir gün rahmetli Osman Ateş amca ile karşılaşırlar. “Demirel oğlum, gel bizim halk partisine” “Amca benim sol ile işim olmaz” “ Ah oğlum! Senin kalbin bile solda…”
***
Eskiden… Parti binasının kirasını karşılamak için sünnetçi tepsisi gibi gezdirilerek, pamuk eller cebe denilerek para toplayan, ezasını çeken, gönülden bağlı, o organik kesime de yazık oluyor…Siyaset sahnesinde ise, SOS, demokratlığa yakışmayan, nemalanan ve mideden bağlı bir kesim oluştu. Sanki bir tek bunlar partili, bir şekilde çekip çevrelenmiş, üstelik bir de bunlardan yöneten bir kesim oluşmuş. Çıkarsız, vaktini, hatta nakdini emeğini verenlerin ötelendiği kırgın bir kesim yaratılmış. Umut, gönlümün ekmeği…
***
Eskiden, biz çocuklar, ekmek üzerine salça, tere yağ sürerek sabah evden çıkar, tee akşam babamızın o davudi sesini duyduğumuzda ya da akşam ezanında dörtnala bir koşuyla mutlaka evde olurduk. Hep birlikte akşam yemeği, bir töre ve aile geleneği sayılırdı. Rahmetli anam, “kırk yıl kıtlık olmuş da akşam öğünü yine kesilmemiş” diyerek bunun önemini vurgulardı.
**
Köse Ahmet, yıllar önce akşam çocuklarını toplar ve seslenir, “Yavrularım bugün hep birlikte, ağız tadı ile bir akşam yemeği yiyelim, yarın bu eve, büyük abinize gelin gelecek, elkızıdır, belki evimizin direği olur, ya da kösteği olur, huzurlu bir öğün olsun şimdilik”dediği anlatılır. Biz çocuklar, pınar başında, çeşme önünde, tepede, yolda kavga eder, yaralanır, ağlar ve sonra da barışırdık. Bugün, köyde bile çocuklar gözetimle dışarıya çıkıyor. Şehirde ise, sokağa çıkmak ne mümkün,Ne günlere kaldık…
Efeler gibiydik…
***
Eskiden, okullarda önlük giyilmesi bile tek parti iktidarı eseri denilirken, bir düşünüyorsunuz ki, varsıl ve yoksul çocuğunu aynı kıyafete büründürmenin eşitliğini duymamak mümkün değil. Bendeniz beş yıl aynı önlük ile okulu bitirdim, sadece son yılda siyahlığı kaybolmuş, iyice kırçıllaştı. Köyde fakir- zengin birlikte çalışır, aynı giyinir, beraberlik içinde olunur. Köye gelen kalaycıya, cenaze evine her aile, sırayla yemek gönderirdi.
***
Eskiden, Gelinlere beyaz gelinlik üzerine al duvak takılırdı. Gelin başı hazırlayan, bilgiç ve kabiliyetli kadınlar vardı. Havva yengemiz, ninemler bu işleri pek bi iyi bilirdi. El uzatacak olanlara “kendi başını bağlayamaz, bir de gelinin başını bağlayacakmış” diyerek laf sokarlardı. Gelin ata bindirilir, yeni evine vardığında damat kucaklayarak indirir, atın üzerinden 3 kez inip binerek karanlığa atı koşturur, yatsı namazında ortaya çıkardı. Bir defasında tombulca gelini kucaklayan damat sıskadır, birlikte yere yuvarlanırlar. Yıllar yılı gülerek anlatılır…
Efeler gibi hey.
***
Eskiden,
Köyde düğün oldu mu herkes bir ay öncesinden parası, hediyesi, giyimi ile hazırlanır, 4-5 gün düğün evinde yenilir, içilir, hem de hizmet edilirdi.“Harman yel ile, düğün el ile” yapılmaz mıydı?” Kız olmayan gelini, gelin atı sırtına bindirmez diyerek anlatılır, kızlara hafifçe bir gözdağı verilirdi. Gelin alma gününde, gelin hanım erkenden seher vakti uyandırılarak, yer, içer, oruca niyetlenirdi. At üstünde gelin ağlarmış gibi kafa sallardı, yoksa baba evinden gidişine sevinmiş diyerek ayıplanırdı. Bekir abi ile evlenen Fatma ablaya Havva yenge ha bire duvak altından mendil uzatır, ağla kızım ağla dediğini, Fatma ablanın da kafa salladığını anımsarım. Emine abla öğle vakti, tee Çıkrıkalan mahallesinden ata bindirilir, yatsı namazında attan indirilir, çişi gelmez, oruçludur üstelik eza mı desek töre mi desek. Bir de gelin erkenden uyanır, çorbayı kaynatır, sofrayı kurar. Gelin elinden çorba beklenirdi. Efeler gibiydik hey!
***
Eskiden… Öylesine namlı gelin atları vardı ki… Bu atlar, davulun tokmağına göre adım atarlar, başını sallarlar, açlık, susuzluk bilmezler, görevlerini bilircesine etraftaki dişi atlara bakmazlar, asker gibi adım atarlar. Soyları böyle, huyları böyle, Dedemin kara atı 30 küsur gelin taşımış. Çoban Mehmet’in ve Ekiz Mehmet Amcanın doru atları da öyle… Dedemin kara atı kaybolur, öldüğünde leşinin üzerinde dolanan akbabalardan bulurlar, bir hafta evde yas tutarlar. Yıllar geçer, halam ve amcam kara atın öldüğü günü ağlayarak anlatırlardı.
***
Uzun kış gecelerinde büyük halamlarda toplanırdık, yılbaşından söz ederdik. Yine de çok mutluyduk. Babalarımız bir köşede yüzük oyunu oynarlardı. Tepside ayva, nar, elma, güz üzümü, beş bıyık meyvelerini yerdik. Halam o müthiş hafızası ile bize “Billur Köşk” masallarından anlatır, kimini kendisine göre yorumlar, bize ders çıkarmamız için öğütler verirdi.
***
Efeler gibiydik.
Biz “Yerli Mallar Haftası” kutlardık. Sümerbank, Tekstil ve Mensucat dokumalarımız, basmalarımız, pazen kumaşlarımız vardı. Şeker fabrikalarımız vardı. Atatürk, İstiklal Savaşı ve bayramların öneminin farkındaydık. 1980 yılına kadar bu ülkenin ufkunun geniş olduğuna inanırdım. Bütçe konuşmalarında izledik, kuru ekmek söylemleri yürek burkucu geldi bendenize…
***
Eski ile bu günün bağını kurmak da çok önemli. Daha dün 24 metre karelik çadırdan 2-3 odalı evlere taşındık. Bu küçük çadırda 5-6 kişi yaşadık. Bugün ise, 3-4 odalı evlere iki kişi bile sığamıyoruz. Eskiden, gönüller genişti. Efeler gibiydik.Gönlümüz dar dostlar, gönül darlığı yaşıyoruz. Gel de şu okuduklarımız ile eskilere imrenme. Eskiler mi daha güzeldi? Yaşadıklarımız mı? Biz ya, töremizi, saygımızı ve sevgimizi kaybettik. Ya da kaybettirdiler…
Oysa,
Efeler gibiydik hey!