Yazıcıoğlu ile Aydın Lisesinde 1961 yılında öğrenci iken başlayan arkadaşlığımız, kesintisiz olarak ölümüne dek sürdü. Dostluğumuz kırk beş yıl sevgi, saygı, muhabbet dolu beraberlikle geçti. Askerliğimizi de beraber yaptık. Ben mülkiye mezunu bir iş adamı, Yazıcıoğlu ise Ankara Hukuk Fakültesinden yetişmiş hızlı bir kaymakam. Hep Türkiye’nin temel meseleleri üzerine kafa yorardık. Biz 68 kuşağıyız. Türkiye’nin büyük çalkantılar geçirdiği yılları beraber yaşadık; acılarını gördük. Bu açıdan çileli bir nesiliz. Bu kuşağın belirgin özelliği ülkesini her türlü şahsi hesapların üzerinde düşünmesi; hesap adamı değil, dava adamı olmasıdır.
İşte böyle bir dönemde, Yazıcıoğlu’nun Kaymakamlık dönemi başlamıştır. O hızlı, atılgan, dinamik; statükodan ve bürokrasiden sıkılan; buna rağmen bir şeyler yapmak gerektiğine inanan bir idareciydi. Bahçe, Hamur, Kalkandere, Karasu, Kırıkhan, Alaca kaymakamlık görevleri, sıra dışı kaymakamlık sürecinde geçmiştir. Bu süreçte fikirlerini ve ideallerini uygulama fırsatlarını kendisi yaratmıştır. Çok hızlı karar alır ve uygulardı. Aldığı kararlar ve uygulamaları mevzuata uygun olup, tavizsizdir. Eşit, adil, etkin bir idarecilik yapmıştır. Hizmet ettiği her yerde iz bırakmıştır. Cumhuriyet Türkiye’sinin seçkin idarecilerinden biri olmuştur. Yaptığı işlerde hep samimi olmuş; hata ve sevabı ile kendisini sevdirmiştir. Uygulamalarına halkın katılımını sağlayabilmiş ender idarecilerimizdendir.
Yazıcıoğlu’nun en büyük şansı genç idarecilerin önünü açması, anlayışlı, değerli devlet adamı valilerimizle çalışmış olmasıdır. Bu değerli valiler, genç bir kaymakam olan Yazıcıoğlu’nun çılgınca sayılan karar ve uygulamalarını hep anlayışla karşılamışlar; Onu motivasyonunu bozacak idari işlerden ve işlemlerden uzak tutmuşlardır. Yazıcıoğlu, önünü açan bu değerli valilerin, kendisine tanıdıkları bu hoşgörülü imkânı daha çok çalışarak, hep olumlu yönde değerlendirmiştir. İdarecilikte saygın örnekler ortaya koyarak, pek çok konuda öncülük yapmıştır. Hatta son dönemde İçişleri Bakanlığı’nın idareci kimliğinde yaptığı ve yapmayı tasarladığı “idari reformun” Yazıcıoğlu’nun sergilediği yönetici modeline uygun şekilde hayata geçirilmeye başlandığını söyleyebiliriz.
Yazıcıoğlu dinamik, etkin, yetkin sorumlu, halka inen, devleti sevdiren, adil, sevecen, çalışkan, yatırımcı, bulunduğu il ve ilçenin uyuyan potansiyel kaynaklarını harekete geçiren, yenilikçi, yerli düşünceli, halkına inanan, devletini seven bir idareciydi. Ve bu tür idareci modelinin benimsenmesini sağladı. Yazıcıoğlu bu çerçevede bitmek tükenmek bilmeyen enerjisi ile sevdalısı olduğu ülkesi ve halkı için ömrünü harcadı. Korkusuzdu; rahat nedir bilmedi, şahsını hiç düşünmedi.”Ülkem varsa ben varım” derdi. Haksız olarak makam valiliğine alınıp, Ankara’ya çekildiğinde “mahkeme kadıya mülk olmaz” dedi; merkez valisi olarak hizmete devam etti. Rahmetli babası müftü hocam Mustafa Yazıcıoğlu sık sık “makamı yücelten insandır” derdi; “makam insanı yüceltmez”
Sert idareci sıfatının ona yakışmadığı görüşündeyim. Çünkü Yazıcıoğlu çok ince bir ruh yapısına sahipti; hassas bir insandı. Onu yakından tanıyanlar, ne kadar merhametli bir insan oduğunu çok çabuk anlarlardı. Vakur duruşu O’nu fikirlerinin, düşüncelerinin ciddiyetinden ötürüdür. Kibir ve gurur Yazıcıoğlu’na hiç bulaşmayan niteliklerdir. Kimseyle şahsi bir kavgası yoktu. Uzun yıllar aralıksız süren beraberliğimizde kimsenin aleyhinde konuştuğunu asla duymadım; hatta çok özel konuşmalarımızda bile. Vefalı bir dosttu. Büyük küçük herkesle konuşur gönül alırdı. Belki onun en çok sevmediği şey, dostlukları istismar ederek nüfuz ve maddi çıkar peşinde koşmaktı. Hep böylesi insanlardan hoşlanmadı. Onlardan uzak durmaya çalıştı. Hatta pek çok zaman, kaba taşra politikacılara karşı hep diklenmiştir. Devleti kendi benzetmesiyle “fotobaydaş”, “sürveyan fikret” tasallutundan korumaya çalışan kişilik ve kimlik sahibi bir idareciydi.
Rahmetli Yazıcıoğlu’nu birkaç satırlık bir yazıda anlatmak imkânsızdır.
İfade ettiklerim, bir saygı ve sevginin iki satırlık terennümüdür.
Milletimin başı sağ olsun.
Ruhu şad olsun.