Tam da alkışlayacaktım ki…
Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın Birleşmiş Milletler’in 74. Genel Kurul Toplantısındaki konuşmasını bugün kayıtlardan bir daha izledim.
Doğrusu, şöyle demek isterdim:
“Helal olsun. Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanına yakışan da budur. Dünyayı kasıp kavuran küresel haydutların ve hakim güçlerin temsilcilerinin gözlerinin içine bakarak “Dünya 5’ten büyüktür.” deyip dünyanın dört bir tarafındaki zulümleri, haksızlıkları, sömürgeci uygulamaları, küresel soygunları, terörü bir dış politika unsuru olarak kullananları, açlık sınırındaki bir milyara yakın insanın, yoksulluğun pençesinde kıvranan iki milyara yakın insanın çaresizliğini, sayıları milyonları aşan sığınmacıların dramını cesur bir sesle bütün bir dünyaya haykırdığı için bir Türk evladı olarak iftihar ediyorum.”
Ama heyhat! Sevincim kursağımda kaldı. Dünyanın kendilerinden büyük olduğunu söylediğimiz “beş”ten birinin, Çin Halk Cumhuriyeti’nin Doğu Türkistan’daki insanlık dışı uygulamalarından, diğer birinin, Rusya’nın Kırım’ı yeniden işgalinden bir tek kelimeyle olsun bahsedilmedi.
Irak’ın ve Suriye’nin kuzeyindeki Türk varlığının asimilasyoncu siyasetler, DAEŞ ve PKK’nın uzantısı PYD’li teröristler tarafından uğratıldığı katliamlardan, yerlerinden yurtlarından kovulmalarından bir tek kelimeyle olsun bahsedilmedi.
Milletlerarası antlaşmalara ve kendi ülkelerindeki anayasal teminatlara rağmen, Balkan ülkelerinde yaşayan Müslüman-Türk varlığının yok sayılması, buralarda yaşayan soydaşlarımıza Türk kimliği dahi verilmemesi siyasetinden bir tek kelime olsun bahsedilmedi. Bu da bizde haklı olarak sükut-u hayale yol açtı.
Bir kere daha yazmak, söylemek gerekirse “Doğu Türkistan’daki mevcut durum, ne bölgenin kendi tarihindeki herhangi bir örnekle, ne de dünyanın diğer yanlarındaki mevcut meselelerle karşılaştırılabilir durumdadır.
Doğu Türkistan 21. asırda toplama kamplarının yeniden dirilmesine şahit oldu. Hep vurgulamamız gereken bir nokta, 2017 Mart ayında insanların kitlesel olarak hapsedilmesine başlanılan bu toplama kamplarıyla beraber Doğu Türkistan’ın Müslüman-Türk ahalisinin içine düştüğü durumun ne kadar uç, ne kadar akıl almaz bir boyuta ulaşmış olduğu.
Genel kanıya göre Uygur, Kazak, Kırgız, hatta çok daha az sayıda bulunan Tatar ve Özbek gibi grupların %10-12’i şu an toplama kamplarına kapatılmış durumda. Burada şunu da unutmamak gerek. Toplama kamplarına alınan insanlar herhangi bir suçtan mahkûm olmuş, hüküm giymiş kişiler değil. Toplama kampı dediğimiz kavramın mantığı “önleyici tedbir” olarak potansiyel olarak tehlikeli görülen etnik, ırki veya sosyal grupların tecrit edilmesine dayanır. Bugün Doğu Türkistan’da yaşanan da tıpkı kolonyalist devletlerin Afrika ve Asya’da kurdukları kamplarda yürüttükleri politikalar gibi, aynen budur.
Ancak toplama kampları Doğu Türkistan’daki zulmün tek unsuru değil. Hatta en ağır olanı bile değil. Doğu Türkistan’da hüküm giyen ve Çin yasalarına göre suçlu bulunan insanlar doğrudan hapishanelere yollanmakta. 2017 istatistiklerine göre, Sincan Uygur Özerk Bölgesi, Çin’in toplam nüfusunun yaklaşık %1.5’ini oluştururken, bölgede hapsedilenler bütün Çin’de hapsedilenlerin %21’ini oluşturuyor. Aslında bu istatistik bile tek başına Doğu Türkistan’da nasıl bir politika yürütülmekte olduğunu göstermeye yetiyor. Toplama kamplarına alınanlar dışında son birkaç yılda en azından birkaç yüz bin kişinin de doğrudan hapishanelere gönderildiğini düşünüyoruz.
Ama tecrit yöntemleri bununla da sınırlı değil. Bunun dışında fabrikalarda zorla çalıştırılan insanlar da var. Bu fabrikalar bazen toplama kampı bünyesinde oluyor, bazen de toplama kamplarından “mezun olan” kişiler zorla çalıştırılmak üzere başka yerlerdeki fabrikalara gönderiliyor.
Çin devleti Uygurların, Kazakların evlerine bir milyondan fazla parti üyesi ve güvenlik görevlisini gönderiyor. “Kardeş aile” adı altında. Bu kişiler ayın belli günlerinde Uygurlar ve diğer gruplarla beraber konaklayarak, her türlü aile mahremiyetini yok ederek doğrudan bir gözetim sağlıyorlar.
Kısaca toplama kamplarına alınma sebeplerine bakacak olursak eğer, yurtdışıyla bağlantının en yaygın sebep, ya da daha doğru ifadesiyle bahane olduğunu söyleyebiliriz. Yurtdışında okumuş, yaşamış, ülke içinde yabancılarla ahbaplık etmiş, yurtdışında, özellikle başta Türkiye olmak üzere Çin tarafından tehlikeli ilan edilen 26 ülkede, akrabaları bulunanlar, hatta çoğu zaman sadece yurtdışıyla telefonda görüşen nerdeyse herkes kampa kapatılmış durumda. Bu yüzden yurtdışındakilerin Doğu Türkistan’daki yakınlarıyla iletişimi de tamamen kesildi diyebiliriz.
Bunun ardından dini sebepler geliyor. Namaz kılmak (özellikle camiye girip çıkanlar), Ramazan’da sahura kalkıp ışık yakmak, sakallı veya başörtülü olmak kampa kapatılmak için yeter de artar. Özellikle imamlar çok şiddetli bir şekilde bastırılmış durumda. Ancak onlar kamptan da ziyade doğrudan hapse gönderiliyor. Genel olarak hapis cezasına çarptırılanlarda dinle ilgili sebepler çok öne çıkıyor. Not etmek gerek ki, kampta olanlar için küçük de olsa çıkma umudu var, ama hapiste olanlar için vaziyet çok daha umutsuz. Bunun dışında çok sert hedeflenen bir grup toplumun ileri gelenleri. Akademisyen, gazeteci, yazar, aydın, iş adamı, kim varsa tutuklanmış durumda. Bir diğer yaygın kategori telefon ve internet kullanımıyla ilgili. Telefonunda whatsup, facebook çıktığı için, ya da sakıncalı görülen bir siteye girdiği için toplama kampına alınan on binlerce insan var.”
Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı’nın BM Genel Kurulu’ndaki son konuşmasında Myanmar’daki gördükleri zulüm ve katliamlar sebebiyle ülke içindeki nüfusları 1 milyon 90 bine düşen Müslüman Rohingyalılardan her seferinde olduğu gibi birkaç milyonluk Filistinli Müslümanlardan altını çizerek bahsedip Doğu Türkistan’daki Çin mezalimi karşısında bir tek kelime dahi etmemesinin sebebi ne olabilir?
Bazı çevreler, “kardeşim 1.5 milyarlık Çin’i karşımıza mı alalım?” diyorlar. Filistin meselesi için İsrail, A.B.D. ve bütün Batı dünyasına meydan okuyarak nasıl karşımıza alıyorsak, Çin Halk Cumhuriyeti’nden gelecek 3-5 milyar dolar veya 20-30 bin turist için Doğu Türkistan Türklüğü’nün çığlıklarını duymamazlıktan gelip feryatlarına kulaklarımızı tıkamak, bırakınız Türklüğü Müslümanlığı, insanlıkla da bağdaşmayan bir husus olmaz mı?
Filistin dramı, bize göre samimi bir Müslüman olan Mursi’nin dramatik sonu elbette bizim de derin üzüntümüze sebep olmaktadır. Çünkü biz “dünyanın neresinde bir Türk zulme ve haksızlığa uğruyorsa, dünyanın neresinde bir Müslüman zulme ve haksızlığa uğruyorsa, dünyanın neresinde bir insan zulme ve haksızlığa uğruyorsa” Türk Milleti olarak bütün mazlumların yanında olmamız gerektiğine inanırız.
Yüce Türk milleti tarihin her devrinde mazlumun yanında yer almış, ayrım gözetmeksizin kendisinden imdat isteyen her millete elini uzatmıştır. Tarihin kaydettiği en eski milletlerden birisi olan Türk milleti yardımseverliği yönüyle de yine müstesna bir yapıya sahiptir. Gerektiğinde asker, gerektiğinde para yardımı ile, gerektiğinde topraklarının en mutena yerlerini muhacirlere açarak, gerektiğinde lokmalarını paylaşarak tüm dünyaya örnek olmuştur.
Bakınız şanı yüce peygamberimiz bir hadislerinde şöyle buyuruyor: “Birbirine karşı muhabbet ve merhamette, müminler, bir vücut gibidir. Vücudun bir yeri rahatsız olunca, bütün vücut, rahatsız, uykusuz kalıp, onun tedavisi ile meşgul olduğu gibi, müslümanlar da birbirlerine yardıma koşmalıdır!” (Buhari) Yine bir başka hadislerinde “Müslümanların dertleri ile ilgilenmeyen, onlardan değildir.” [Hakim] buyurmaktadırlar.
Acaba dünyadaki Müslümanlar, Türk olan Müslümanlar, Türk olmayan Müslümanlar diye iki ayrı kategoriye mi ayrılmıştır? Birisi için yeri göğü inletirken, diğeri için derin bir sükut içinde olmanın bununla bir alakası var mıdır?
Şunu kesin olarak kabul etmemiz lazım ki günümüzde de Çin Halk Cumhuriyeti’nin Doğu Türkistan’da başlayan ve gelecekte bütün Türk Dünyasını tehdide dönüşecek asimilasyoncu siyasetine seyirci kalmakla Çin’in nihai emellerine set çekemeyiz.
Bilge Kağan’ın asırlar öncesinde Orhun Abideleri’nde taşlara kazınmış ve gelecek asırlara seslenen “Ey Türk Beyleri, Çin’in ipeğine, altınına gümüşüne, güler yüzüne, hilesine, güzel kızlarına kandınız. Sonunda yok oldunuz.” sözleri günümüz devlet ve adamlarının da kulağına küpe olmalıdır.
Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Doğu Türkistan Türklüğünün maruz kaldığı insanlık dışı uygulamaları adeta görmemezlikten gelirken, BM Genel Kurulu Salonunda -halen Çin zindanlarında tutuklu bulunan Prof. İlham Tohti’nin kızı- Uygur Hareketi Dış İlişkiler Direktörü Cevher İlham’ın:
“Çinliler İslam’ı tedavi edilmesi gereken bir hastalık olarak görüyorlar. Pekin, 'Aşırılığa karşı savaşıyoruz' diyor, Allah'a inanmak aşırılık değildir.” diye haykırışı karşısında inşallah BM Genel Kurulu Salonundaki Türkiye Delegasyonunun yüzleri kızarmamıştır.
İnsan sormadan edemiyor. Acaba Filistinlilerin, Mursi’nin, Myanmarlı Müslümanların dini ve Allah’ı ile Doğu Türkistanlı Müslümanların dini ve Allah’ı aynı din ve aynı Allah değil mi?
Devam edeceğiz… (Kızıl Çin Ne Yapmak İstiyor?)