Çözüm mü Çözülme mi? Diyarbakırlılar Ne Diyor?
Bu ziyaretimiz esnasında Diyarbakır’da toplumun her kesiminden insanlarla dertleşmek sohbet etmek imkânı bulduk. Akademisyenler, devlet memurları, üniversiteli gençler, esnaf, taksi şoförü, camii cemaati…
Bir kere Diyarbakır’ın gerçek yerlilerinin ortak şikâyeti Diyarbakır’ın kamuoyunda bir Kürt şehri ve bölücü terörün merkeziymiş gibi takdim edilmesidir. “Bu şehir bin küsur yıldır Türk şehridir. Ondan önce de Ashabı Kiram’dan Diyarbakır’ı fetheden Hz. Iyaz Bin Ganm’dan beri bir Müslüman şehridir.
Sur içindeki Hz. Süleyman Camii’nin haziresinde yatan sahabeler bu şehrin ebedi bekçileridir. Tıpkı Diyarbakır’ın her köşesinde medfun Türk büyüklerinin, şehit ve gazilerin mezarlarındaki sonsuzluk nöbetleri gibi.
Bu PKK gibi din ve devlet düşmanı terör örgütlerinin gerçek Diyarbakırlılarla hiçbir alakası olamaz. Bunlar hep dışardan gelen soysuzlardır. 1990’lı yıllarda uygulanan köy boşaltma hadiseleri Diyarbakır ve bölgedeki birçok şehrin teröristlerce işgaline zemin hazırlamıştır. Köyünden, toprağından, malından, davarından koparılıp şehirlere göç etmek zorunda bırakılan yüzbinlerce insan işsiz güçsüz, sahipsiz, aç susuz bir şekilde şehirlerin varoşlarında, barakalarda, naylon çadırlarda yaşamaya mahkûm edilmiştir. Bu sefalet yuvaları PKK’lı teröristler için çok geniş istismar alanları oluşturmuştur.
Köyden göçen birinci nesil teröre ve teröristlere dirense bile bu sefalet yuvalarında doğup büyüyen nesiller PKK’nın dağ ve şehir kadrolarının en önemli kaynağını teşkil etmiştir. Daha sonraki yıllarda iktidarların yanlış politikalar ve yanlış adaylarda ısrarı sebebiyle, belediyeler tek tek devletine bağlı, milletiyle birlikten yana olan siyasetçilerin elinden çıkarak, PKK ve yandaşlarının eline geçmiştir.
Birer hizmet alanı olması gereken bu belediyeler, bölücü örgütün militanlarının istihdam alanına dönüşmüş ve devlet bütçesinin trilyonları bu HDPli belediyeler vasıtasıyla Kandil’e aktarılmış, devletimizin ve milletimizin varlığına kasteden teröristlerin mali kaynağını oluşturmuştur.
Bütün bunlar yetmezmiş gibi meşhur çözüm süreci ve Habur rezaleti bölücü teröristlerin iyice azgınlaşmasına yol açmış, tabiri caizse taşlar bağlanıp köpekler salıverilmiştir. Habur’da bir cinayet işlenmiş, yargı ayaklarına götürülmüş, güvenlik güçleri rencide edilmiştir. Bölücü teröristler otobüslere bindirilerek şehir şehir dolaştırılıp sanki zafer kazanmış kahramanlar(!) gibi karşılanmıştır.
Bilindiği gibi Birinci Cihan Harbinden sonra İstanbul’u işgale gelen yabancı askerleri coşkuyla karşılayan Rum, Ermeni, Yahudi gibi gayrimüslim unsurlar büyük rezaletler çıkarmışlardı. Şair, edip, devlet adamı Süleyman Nazif bu hadiseyi utanç verici bularak 9 Şubat 1919 tarihinde Hadisat gazetesinde “Kara Bir Gün”1 başlıklı bir makale yayınlamıştı. Yazar tutuklanıp kurşuna dizilmekten son anda kurtularak Malta’ya sürgün edilmişti. Bu Habur rezaleti de sadece bölge halkına değil bütün bir Türk milletine “kara bir gün” yaşatmış, Diyarbakır’ın yiğit evladı Süleyman Nazif’in kemiklerini bir kere daha sızlatmıştır.
Bu büyük tavizlerden sonra PKK ve yandaşları gemi azıya alarak bölgedeki bütün şehirleri adeta işgal ediyor, yol kesmeler, kimlik sormalar, kurtarılmış bölgeler ihdası, kanunsuz vergi toplama adı altında haraç ve benzeri zorbalıklarla paralel bir devletin temellerini atıyorlardı. Böylece psikolojik üstünlüğü ele geçirmişlerdi. Çözüm ve açılım sürecinin siyasi mimarları, cahil ve küstah topluluklara karşı devletin gösterdiği her türlü alicenaplığın taviz olarak değerlendirileceğini hesap edememişlerdi.
Balyoz ve Ergenekon davalarıyla -milletin iradesini bir türlü hazmedemeyen birkaç maceraperest ve 28 Şubat artığı general bahane edilerek- darbecilerle mücadele adı altında daha önceleri bölgemizde bölücü teröre karşı yiğitçe mücadele etmiş subay ve emniyet kadrolarının tutuklanıp ağır hapis talepleriyle yargılanmaları bölgede görev yapan sivil-asker kadroların mücadele azmini büyük ölçüde törpülemiş ve bu kadrolar yarın aynı suçlamalara maruz kalmak endişesiyle teröristlerin üzerine gitmekte tereddüt eder olmuşlardı. Ayrıca siyasi iradenin ve valilerin terör örgütlerine yönelik operasyonlara açılım sürecine zarar gelmesin diye izin vermemeleri daha büyük facialara yol açmıştır.
16 Kasım 2013’te Diyarbakır meydanında yapılan mitingde bazı ahmak siyasetçilerin büyük bir sorumsuzlukla “Kürdistan’ın başkentini selamlıyorum.” sözleriyle başlayıp bölücü terör örgütü elebaşısının mektubunun meydanda okutulması bir yandan başta Öcalan olmak üzere teröristleri halkın gözünde meşrulaştırırken diğer yandan da bölge halkının her türlü maddi-manevi direncini kırmış ve meydan tamamen teröristlere terkedilmişti.
Diyarbakır’daki mitingde Türkiye Cumhuriyeti başbakanının bölücü başının ikizi sayılan Barzani’ye gösterdiği ihtiram, siyasi Kürtçü Şivan Perver’in Türk askerini aşağılayan ve PKK’lı eşkıyaları yücelten “vur gerilla vur” diye yırtınmalarını yine aynı siyaset ve devlet adamlarımızın adeta zevkten dört köşe, ağızları kulaklarında dinlemeleri bardağı taşıran son damla olmuştur. Bunun sonucu olarak da bölge halkı nezdinde devlet otoritesi büyük ölçüde yok olmuş yerine bölücü PKK’nın otoritesi gelmiştir. “
Son birkaç senedir aralıksız yapılan operasyonlarla terör örgütüne büyük kayıplar verdirilmesini Diyarbakırlılar memnuniyetle karşılıyor ve “Teröristler son ferdine kadar silah bırakmadan onlarla pazarlığa oturmak çok yanlıştı. Hele de etnik meselelerin etnik tavizlerle çözülemeyeceğinin bütün dünya tarafından kabul edilmiş olmasına rağmen arka arkaya verilen tavizler çok yanlıştı.
TRT 6 (TRT Şeş) yaptığı yayınlarla bölgedeki birbirini asla anlayamayan muhtelif lehçeleri tek bir dil etrafında birleştirerek yapay bir dil oluşturmaya çalışmaktadır. Yapay bir dil sonunda yapay bir millete dönüşecektir. Devletimiz seksen milyonun vergileriyle böyle bir ayrılıkçı projeyi destekleyemez. Bu yanlıştan derhal vazgeçilmelidir. İsteyen kendi imkanlarıyla kendi lehçesini öğrenip kendi evinde, sokakta konuşabilir. Bu tavizin sonu ana dilde eğitime gider. AİHM bu yöndeki talepleri reddettiği gibi bölgenin çocuklarını Türkçe’nin dışında bir eğitim diliyle yetiştirmek onları cehalet ve yoksulluğun pençesine terk etmek anlamına gelir. Bu da terör örgütüne yeni elemanlar devşirmek için bulunmaz fırsatlar sağlayacaktır.
Bizim bölge insanı olarak talebimiz ekmek ve iş kapılarının açılması, yeni sanayii tesislerinin kurulması, bereketli ovalarımızdan daha yüksek verim ve kaliteli ürün alabilmemiz için zirai desteklerin artırılması ve bu desteklerin tapuya değil bizatihi üreticilere verilerek üretimin teşvik edilmesidir. Her türlü ulaşım hizmetlerinin artırılarak (mesela Yüksek Hızlı Tren)
Bugün terör örgütünün bölge üzerindeki tehdidi kısmen de olsa zayıflamış görünmektedir. Devlet yöneticilerimiz bu geçici sükunete aldanmamalıdır. ‘Su uyur düşman uyumaz’ derler. PKK uluslararası bir projedir. Kürtlerin hakkını savunmakla uzaktan yakından bir alakası yoktur. 35 yıldır devam eden bu kanlı terörden en çok bölge halkı özellikle de Kürtler zarar görmüştür. Evvelemirde bunların Kandil’deki elebaşıları ve yığınakları imha edilmelidir.”
Devam edeceğiz…
Gelecek yazı: Tespitler, Bize Göre Çözümler Ve Veda