Yazımın başlığına bakıp da gerçekten inanan dindar yurtsever değil mi diye sakın bir yargıya kapılmayın. Elbette yüreğinde vatan ve millet sevgisi olan herkes bu ülkenin aziz ve has evlatlarıdır.
Gerçek dindarların eli öpülür ve saygı duyulur.
Dindar olmuşsun muhafazakâr olmuşsunuz çağa ayak uyduramazsanız çağın getirdiği yeniliğe arkanızı dönerseniz, ne kadar dindar olursanız olun hiçbir değeri olmaz.
Peygamber efendimiz; “İlim Çin’de bile olsa gidip arayıp bulun” diyor.
Anladığım kadarı ile dinde iki türlü kavram var. Birincisi dinci, ikincisi ise dindar olanıdır.
DİNCİ: Dini kullanarak çıkar sağlayan kişiye, din bezirgânı, yobaz deniliyor.
DİNDAR: İnandığı dinin ilkeleri doğrultusunda yaşayan, kimsenin inancına karışmayan dini çıkar aracı olarak kullanmayan ve samimi olarak inanan kişiler.
Din, tarih süreç içinde insanlar arasında bozulan ilişkileri düzeltici, bütünleştirici ve kaynaştırıcı bir rol üslenmiştir.
Tarihin derinliklerinden beri bilhassa Anadolu’muzda ortaya çıkan tanrıça Kibele ve çok tanrılı dinler yazının bulunuşundan önce ortaya çıkarak tek tanrılı dine kadar insanlar arasında bir düzen getirmiştir.
Her ne olursa olsun gerek çok tanrılı dinlerde gerekse tek tanrılı dinlerde insanları barış içinde yaşamaya teşvik etmiştir.
Değerli okurlar aşağıda okuyacağız yazı uzun yıllar imamlık yapan “Allah’ı Arayan İmam” ve “Labirentten Çıkış” adlı kitapların yazarı Mehmet Tekeci, cemaatler, tarikatlar ve şeyhlerin içyüzünü Cumhuriyet’e anlattı.
10 yıl boyunca tarikat ve cemaatler içerisinde yer alan ve şeyh yardımcılığına kadar yükselen Tekeci, “Bütün şeyhler, tarikatlar, cemaatler sahtedir. Buralarda tecavüz ve taciz vardır. Tacizin ana kaynağı sadece tarikatlar değil, kuran kursları, yurtlar ve cemaatlerdir. Bunlar din pazarlayan, namussuz, ahlaksız insanlardır. Ben bunların hepsini gördüm ve yaşadım” dedi. Tekeci, ayrıca mahallelerde açılan “süyan mekteplerinin ne kadar tehlikeli olduğunu, devlet kurumlarının hangi cemaat ve tarikatlara paylaştırıldığını detaylarıyla anlattı.
- Sizi tanıyabilir miyim? En son hangi görevdeyken ayrıldınız?
_1965 yılında Kastamonu’nun Taşköprü ilçesinde doğdum. İlkokulu köyümde, ortaokul ve liseyi Kastamonu İmam Hatip Lisesi’nde okudum. 6 yaşında köy imamında Kuran okumaya başladım. İlkokul bittikten sonra ailem beni ‘gâvur’ okulu diye ortaokula göndermedi. Bir Kuran kursuna gönderdiler. Hayatımın en karanlık ve acı dolu günleridir. Ailemden habersiz parasız yatılı sınavlarına girerek ve din eğitimi de veriliyor diye ailemi imam hatibe gitmeye ikna ederek okumaya başladım. İmam hatip benim için bir kurtuluştu. 29 yıl çeşitli yerlerde din görevlisi olarak görev yaptım ve 2013 yılında siyasi iktidarın dini kullanması ve camilere siyasetin girmesinden rahatsız olarak emekli oldum. Allah’ı Arayan İmam ve Labirentten Çıkış isimli iki kitabın yazarıyım._
- Hangi yıllarda tarikat ve cemaatin içinde yer aldınız? Nerede ve kaç yıl onlarla kaldınız?
_Göreve ilk başladığım 1985 yılında bize tavsiye edilen tek kaynak Ömer Nasuhi Bilmen ’in İlmihal kitabı idi. Diyanet, imam atamalarını ve bütün din işlerini bu kitaba bakarak yapardı. 1995’li yıllara geldiğimizde kafamda ciddi sorular oluşmaya ve cevaplarını bulamamaya başladım. O yüzden bu sorulara cevap bulabilirim düşüncesi ile tarikata girdim. 10 yıl tarikatın içinde kaldım. Mensup olduğum tarikatın şeyhinin ildeki görevlisiydim._
_Ancak aradığım hiçbir şeyin cevabını bulamadım. Tamamen rüyalara dayalı ve adına maneviyat denilen hurafelerden başka bir şey yoktu. Mensup olduğumuz tarikatın şeyhi Kuran ayetlerini bile yanlış okurdu ancak bir hikmeti vardır diye bir şey söyleyemezdik. Daha fazla orada durmamın bir anlamı kalmadığına 2005 yılında karar verdim ve ayrıldım.
- Neden tarikat ve cemaatlerden ayrıldınız?
_Dine ait hiçbir şey yok aslında buralarda. Her tarikatın derneği ya da vakfı var. Onlara bağlı olanlar ciddi bir para kaynağı. Sorgulamadan gidilen bu sadakat anlayışı içinde “Allah rızası için” denilerek sizden ciddi bir kaynak sağlanmakta. Orada özellikle zikir ortamında oluşturulan yapmacık illüzyon daha sonra cazibesini yitiriyor etrafınıza bakmaya başlıyorsunuz. Oradaki ruhsal olarak sömürülüyor, maddi olarak sömürülüyor. Bugün fakir olan, dünyalığı olmayan tek bir tarikat ve cemaat şeyhi yoktur. Tamamı saltanat içinde Karun gibi hayat sürmektedir._
- Yurtlar tehlikeli mi? Kapatılmalı mı?
_Yurtlar ve kurslar çok tehlikelidir ve istisnasız ilk ve orta öğrenim öğrencileri için açılan bütün kurs ve yurtlar kapatılmalıdır. Adana’da yurtta yanarak ölen kız çocuklarımız, Ensar Vakfı’nda tecavüze uğrayan erkek öğrencilerimiz, Fıkıh-Ders ’de tecavüze uğrayan öğrencilerimiz, tarikat şeyhleri tarafından taciz ve tecavüz edilen çocuklarımız ve kadınlarımız sadece fosseptikten sokağa taşan damlacıklardır.
_Duyduğumuz koku budur. Bu vesile ile anaokulu adı altında her mahallede açılan “sübyan mekteplerine” de dikkatinizi çekmek isterim. Buralarda barındırılan küçük çocuklarımız çok büyük tehlike altındadır. Bu çocuklarımız geleceğin cemaat ve tarikatlarına altyapı olarak hazırlanmaktadır. Buralardan mezun olan kız çocuklarımızın mezuniyet törenlerinde genellikle gelinlik giydirilerek beyinlerine gönderilen mesaj çok önemlidir. Ülkemizde durmadan yükselişte olan “çocuk gelinler” olayının temelleri yıllarca ekilen bu tohumların bir izdüşümüdür._
- En son yaşanan olay gibi taciz ve tecavüz olayları yaşanıyor mu?
_Buralarda verilen eğitimlerde öğrenci ile öğretici baş başa kalabilmektedir. Özellikle ezber derslerinde bu daha çok yapılmaktadır. İşte o odada neler olduğunu ve ne yaşandığını çocuk cesaretini toplayıp ya da dayanılmaz noktaya gelip anlattığında öğrenebiliyoruz. Bu zamana kadar tarikat ve cemaatlerde ortaya çıkan olaylar, kurs ve yurtlarda taciz ve tecavüze uğrayan çocukların haberleri aslında buralarda ne kadar karanlık ve ahlaksız işlerin döndüğünü net bir şekilde ortaya koymaktadır._
- Tarikatları nasıl yorumluyorsunuz? Onlar dini kullanıyor mu? Cumhuriyet ve Atatürk düşmanı mı?
_Tarikatlar Kuran ayetlerine takla atlattıran, onlara akla ve hayale gelmeyen anlamlar katarak metafizik kavramlar ve soyut anlatımlarla ispatlanması mümkün olmayan rüyalara dayalı bir din oluşturmuşlardır. Tarikatların iki sermayesi vardır: Sadakat ve cehalettir. Tarikatların yüzde 90’ı Türkiye’yi “dar-ül harp” olarak görmektedir. Yani yarın ellerine fırsat geçtiğinde “savaşılacak devlet” demektir bu. Kısaca cemaat ve tarikatlara göre Türkiye’de mevcut ne varsa ganimettir ve hangi yolla olursa olsun onlara helaldir. Asıl vahim olan budur. Siyasal İslam’ın Atatürk’ün kurup yoktan var ettiği bu ülkenin ne kadar kazanımları varsa teker teker yok etmek, ellerine geçirmek için her hileye başvurmaları bundandır._
- Devlet tarikatlara mı emanet ediliyor?
_Türkiye Cumhuriyeti sıradan bir Ortadoğu ülkesi değildir. 29 Ekim 1923 yılında atılan bu ülkenin temellerini Mustafa Kemal Atatürk sağlam atmıştır. Bu ülke hiçbir zaman bir din devleti olmayacaktır. Bu ülke hiçbir zaman şeyhlerin ve dervişlerin yönettiği bir ülke olmayacaktır. Zira bu ülkenin bütün ayarları Atatürk tarafından “muasır medeniyete göre ayarlanmıştır._
_Tarikatlar arasında görev taksimi 1970’li yıllarda yapılmıştır. Dershane ve özel okullar Fethullahçılara, Kuran kursları ve yatılı yurtlar Süleymancılara, Arapça ve medreseler İsmail ağa cemaatine, hastane ve sağlık sektörü ise Adıyaman cemaatine pay edilmiştir.
Değerli okurlar görüyorsunuz kafası aydınlık bir emekli hocamızın anlattıklarını özet olarak yukarıya çıkardım. Değerlendirmesini sizler yapın.