Bu üç kelime de dünya ile alakalıdır. Dünya ise; coğrafi olmaktan ziyade ahlaki içeriği ile konumuzu ilgilendirmektedir. Çünkü coğrafi karşılığı arz ile ifade edilmiştir. ”Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim” şeklindeki bir cümleyle; 63 yıllık hayatını özetleyen o belagat sahibinin bütün ömrü kıyamete kadar insanlık için parıldamaya devam eden bir ışık kaynağıdır. Selam ve salavat ona olsun.
Her sözcüğün bir cildi vardır bir de ruhu vardır. Ruhunda Murad-ı ilahi barınır. Cildi ise emr-i ilahiyi yansıtır. Ruhundan gönüller nasiplenir. Cildi ise bazen canlar yakar. Murad-ı ilahiyi hissetmeyen mühürlenmiş gönüller için bütün sözcükler emri ilahi olmaktan çıkar emri şeytani haline gelir. Canlar da bu yüzden yanar zaten. Fakat kişi onu emr-i ilahi zannetmeye devam eder. Eğer bilseydi Genizden gelen sesler şeytanın eseridir, ben yanılmışım der ve murad-ı ilahiyi hissedinceye kadar belki de susardı. Genizden gelen sesleri hakkıyla duymayıp ondaki büyüklenmenin karşısında rükuya varmaya kalkanlar bilsinler ki kötü yoldadır. Çünkü “kibirliye kibir göstermek sadaka vermek kadar sevaptır.”
Din; ana-babaya, evlada, kardeşe, akrabaya, komşuya, eşe dosta, garibana fukaraya ve dilsiz hayvanlara karşı kişinin alacak ve borçlarını düzenleyen bir “medeni kanundur”. Âdeta “borçlar kanunudur.”
Bu kanunun muhatabı akıl sahibi insandır. Akıl sahibi insan aklını kullanarak ve aklı verene bağlı kalarak; dinin yani borçlar kanununun can yakmadan uygulanmasını sağlayacak mekanizmalar kurar. Bu amaçla kurulan iki tür mekanizma tanıyorum ben de tarih içindeki örneklerine bakarak. Birinin adı siyaset mekanizması yani kısacası devlet, diğerinin adı da Tarikat mekanizması yani dergâh… her ikisine de bizim halkımız birer kapı ilave ederek; dergâh kapısı ve devlet kapısı demiştir.
Devlet kapısına “ulul emr” demiş itaat etmiştir. Fakat hep canının yakılabileceği korkusuyla yaşamıştır. Bu korku yüzünden himmet talep edebileceği bir dergâh kapısının da yanı başında bulunmasını arzu etmiştir.
Devletin siyaseti emri ilahiyi gözetmiş, tabiatı icabı murad-ı ilahiyi merak etmemiştir. Dergâh kapısını kuranlar ise Murad-ı ilahiye uyumlu emri ilahiler konusunda siyaset sultanlarına uyarılarda bulunmuşlardır. Fatihin yanında molla Gürani, Yıldırımın yanında Emir sultan gibi…
Günümüze gelirsek; Cumhuriyet kurulduğundan 2002 yılına gelinceye kadar hem emri ilahiyi hem de muradı ilahiyi koruma ve gözetme görevini tek başına yürütürüm ben iddiasında olan bir tek mekanizma vardır. Devleti kuran akıl; dergâh kapısının çürüdüğünü ve fakire garibana himmet kapısı olmaktan çıktığını ve siyasetten himmet umar hale geldiği iddiasıyla” ben bunları devreden çıkardım” demiştir. Gerekçesinde haklı olduğunu gösteren birçok tarihen doğru tespitler vardır. Her ikisi de çürümüş bu kapıların hem halk, hem de hak nazarında iş göremez hale gelmesi yeni bir modeli gündeme taşımış ve su akacak yeni mecrasını bulmuştur.
Suyun akmak için bulduğu yeni mecra (laik mecra) emri ilahiye uygun görünmese de murad-ı ilahiyle olan bağlantısı devam eden bir mecra özelliğini 2002 yılına kadar korumuştur. Zayıf da olsa…Hiç olmazsa zina suç sayılmıştır, PKK gibi bir şer örgütüne ve onun eli kanlı mahpus liderine paye verilmeye kalkışılmamıştır. Muhammed Hamdi Yazır tefsiri yazdırılmıştır. Milletin itikadıyla oynamaktan kaçınan ve dinde kaos ortamına izin vermeyen Diyanet İşleri Başkanlığı kurulmuş ve iyi de edilmiştir.
2002 den sonra ne siyaset;” emri ilahiyle hareket edeceğim beklentisi” yaymasına rağmen bu vaadinde durabilmiştir. Ne de illegal yaşamaya devam eden himmet kapıları siyasetin acıttığı, incittiği gönüller için bir sığınma evi görüntüsüne ulaşabilmiştir. İncitilen insan yoktur demeye kalkmayın en azından oy vermeyen seçmene ağız boşluğu yapılarak ötekiler muamelesi çekilmiştir. Sakın ha savunmanız; ”bugüne kadar biz ezildik biraz da onlar ezilsin” biçiminde olmasın…
Bu gün siyaset; hâkimiyet hakkını bebek katili ırz düşmanı eroin tacirleriyle müştereken kullanmaktadır. EMRİ İlahi’nin neresine uygundur ve Allah’ın muradı ırz düşmanı eroin tacirlerini iktidar sahibi yapmak mı dır? AKP’ye rey verenler size soruyorum. Siz de vicdanınıza sorun bakalım.
Fatih’in yanındaki Molla Gürani’ye, Yıldırım’ın yanındaki Emir Sultan’a bakıyorsunuz Muradı ilahiyi gözeten dergahların işlevini görüyorsunuz. Lafını sakınmayan adamlardı değil mi? Bu gün Başbakanın karşısında bir tane lafını sakınmadan söyleyebilecek Emir Sultan görebiliyor musunuz? Hayır ancak Jöleli bulut ve “Apo’ya Marmaris de villa tahsis edelim” diyen yalaka Mümtaz Erler görürsünüz. Onlar da parasız yalakalık yapmazlar…
Yani şimdi ne emri ilahi gözetiliyor? ne de Allah’ın muradı merak ediliyor. Tek gözetilen , Şeytan imparatorluğunun payi tahtı Waşington ve ora dan gelecek telefon ile Pennsylvania’dan gönderilen “israil haklıydı onlardan izin alınmalıydı” gibi şeytani fetvalardır.
Hadi söyleyin bakalım Milattan öncesi mi yoksa sonrası mı Allah’ın muradına uygundur? Lütfen Vicdanlarınız uyanık olsun cevap verirken…