(Hidayet Karakuş, Hüseyin Yurttaş, Mehmet Genç, Türkan Saylan Konferans Salonu, 26 Ekim 2016) ·
Kırmızı çizmelerinizle yürürken önünüzdeki su birikintisine şap diye basarak yürümeye devam edemiyorsanız çocukluğunuz bitti, işiniz anılara kaldı demektir.
İşiniz anılar kaldıysa, geçmiş olsun, son menzile doğru emin adımlarla gidiyorsunuz.
Aydın’ın yüz aklarından Dr, Hidayet Sayın’ın söylemiyle: “Anılar yaşlıların bastonudur” İşin yoksa, bastonuna yaslan, başla kendince mırıldanmaya:
“Bakakalırım giden geminin ardından;
Atamam kendimi denize, dünya güzel;
Serde erkeklik var, ağlayamam...”
Andre Gide, “Anı yazmak, ölümün elinden bir şeyler kurtarmaya benzer” dese de, bir anımı paylaşmak istiyorum.
Yıl 1966, Aydın’da, Güzelhisar İlkokulu 5/B sınıfı öğrencisiyim. Öğretmenimiz ufak tefek, sevimli bir adam. Ben büyüdükçe öğretmenim benden daha çok büyüdü; hızını alamamış olacak ki, ünü yurt dışına varıp dayandı.
Siz, O’nu belki ‘kırmızı Javalı öğretmen’ olarak tanırsınız.
Öğretmenimizin ele avuca sığmaz oğlu, Ahmet Şahin de bizim sınıftaydı. Öğretmeniz O’na nedense “Bülent” derdi, biz de öyle…(Lâf aramızda, dayak yeme yarışmasında birinciliği Bülent’e kaptırdım. Öğretmenim neden ‘Dayak Birincisi’ adlı kitap yazdığını şimdi anladınız mı?
Bir bahar günüydü, Bülent öğle arasındayken “5-B, içeri girmesin, burada sıraya girin, öğretmen öyle dedi” duyurusu hepimizi sevindirdi. Zil çaldı, tüm sınıflar içeri girdi, bizim sınıf hariç…
“Beni izleyin’ diyen öğretmenimizin arkasından başladık yürümeye. Kırmızı Minare’den aşağı doğru 4-5 sokak indik. Menderes Bulvarı’ndan Eski Emniyet yoluna sapıverdiğimiz caddenin adı o günlerde “Torlak Caddesi” idi. [Anımsatma: Torlak adını halk koymuştu, bu isim eski tapularda hala geçiyor olmalı. Daha sonra belediye meclis kararıyla ‘Albay Şefik Caddesi’ oldu. Korkusuz Aydınlı, Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal Şeyh Bedrettin’in iki önemli müridi idi. ‘Ortaklar’ ilçemizin isim babası olan Börklüce, Mustafa (Tariş’in ilk kez burada kurulduğundan, halkın malı ‘ortaklaşa’ değerlendirildi. Bu yüzden buraya ‘ORTAKLAR’ denildi diyenlere bir çift sözüm var, ‘Siz onu benim külahıma anlatın,
(Aydınlı) Börklüce Mustafa, Karaburun civarında iki kez üst üste Osmanlı ordusunu perişan ettiği yetmiyormuş gibi, devrin İzmir valisini esir almıştı. Sonunda yakayı ele verip deve sırtında gezdirildikten sonra Selçuk’ta (Ayasluk) bir kavak dalında, yağlı ipin ucunda son nefesini verdi)
Torlak Caddesi’nde neler mi anımsıyorum: Labirent gibi yollar, çıkmaz sokakların dışında,camız sürüleri, deve damları, demirci, marangoz, en çok da testici dükkanları derken…
Aaa o da ne? Yolda minicik, sevimli bir uçak!
İlkokul mezunu bir usta (demirci miydi, marangoz mu?) uçak yapıyordu, usta öğretmenimizi görünce işini bırakıp öğretmenimizin yanına geldi. Neden buraya getirildiğimizi şimdi anladık.
Ne demiştik? “Dersimiz Hayat Bilgisi, Konumuz: Uçak”
Diğer sınıfların öğrencileri kitaptan okuduğu kadar uçağı öğrenirken biz, pervane, gövde, kuyruk, dümenin ne işe yaradığını, görerek,dokunarak öğreniyorduk.
Tarla ilaçlanmasında kullanılan bu uçağı Aydın semalarında uçarken gören şanslı çocuklardan biriyim.
Bir süre sonra öğretmeniz bir gazeteden kestiği haberi panoya astı. Resimde ne mi vardı? Bizim gördüğümüz mini uçak, ama zincirlenmiş…
Sonra bizi karşılayan o sevimli usta,ama elleri kelepçeli…
Sonradan öğrenecektik, ustanın ilgili devlet kurumundan uçma izni, uçağa ruhsat alması gerekirmiş. Bürokrasiyi nereden bilsin bizim usta?
Yazmaz olur muyum, işte yazıyorum:
1956 -1978 yılları arasında, ömrünün yirmi iki yılını Aydın’da geçiren, (26. 08. 2017 günü İzmir’de yitirdiğimiz) elleri öpülesi Muzaffer İzgü’ydü
(Not: Baştaki resim,öğretmenimin de izledi ‘Çocuk Gözünde M. İzgü’ adlı panelden bir anıdır)