12 Eylül faşist darbesinden önce Aydın İl Kültür Müdürlüğü görevinde bulunuyordum. O dönemde gerçekten kentlerde mahalleler ve sokaklar bölünmüş vaziyette idi. Benim makamımın bulunduğu yer turistik parkın karşısında ki İl Halk Kütüphane binasının üst katı idi. Burası da sözde ülkücülerin egemenliğinde olan bir semti. Bölünen mahalle ve sokaklarda hâkimiyeti ele geçiren grubun görüşü dışında olan karşı düşüncedeki insanların o gibi yerlere girmeleri hem zor hem de tehlikeli idi. Benim dairemde ülkücülerin hâkimiyetindeki yerde bulunuyordu. Bu nedenle hemen hemen her gün benim makam odamın camları kırılır. Kimin kırdığını veya hangi görüşte olanlar tarafından kırıldığını tahmin ederdik ama bunun hesabını soramazdık.
Ülke tam anarşik bir ortama sürüklenmiş, her gün üç dört vatan evlatları bir hiç yüzünden öldürülmekte idi.
12 Eylül öncesi rahmetli Ecevit iktidardan düşmüş Demirel başkanlığında ikinci Milliyetçi Cephe Hükümeti kurulmuştu. Hemen illere hükümetin görüşüne yakın yeni valiler atandı. Bu valilerin en katısı ve partizan olanı da Aydın Valiliğine atanmıştı. Tabi iktidar ilk önce il müdürlerini değiştirdi. Beni de Erzurum’a sürgün ettiler. O zaman eş durumu ve uygun kadro vermediklerinden Danıştay’a yaptığım müracaatımı haklı bularak beni geri görevime iade etti. Danıştay kararı elimde olarak Aydın’a yeni atanan vali beyin huzuruna gidiyordum. Yolda rastladığım bütün arkadaşlarım bana “Aman dikkat et bu vali çok partizan insanlarla değil normal konuşma hakarete varan cümleler kullanıyor dikkatli ol” diye uyardılar.
Sabah erkenden valinin özel kaleminden izin alarak huzura çıktım. Vali uzun boylu bana göre biraz çirkince birisi. Yüzüme dikkatli baktıktan sonra ben hemen konuya girdim.
- Sayın valim ben Aydın’da kültür müdürü iken yasal olmayan bir durumla sürgün edildim. Danıştay’a yasal müracaatım sonunda tekrar görevime döndüm. Diyerek kararnamemi önüne bıraktım. Vali bir kararnameye birde bana bakarak,
- Demek Danıştay kararı ile gelen sendin. Senin gibi hakkını arayan insanları çok severim afferim sana helal olsun hemen git görevine başla. Yalnız görevine başlama yazını hemen yaz, göreve başlama yazını Danıştay’a göndereceğim.
Valiye teşekkür ederek doğruca makama gittim. Giderken de arkadaşlar vali hakkında önyargılı düşünüyorlar adamcağız beni ne güzel karşıladı diye içimden valiye methiler söylüyordum. Makama vardım aradan beş dakika ya geçti ya geçmedi, sekreter hanım valilik özel kalemi arıyor diyerek telefonu bağladı. Özel kalemdeki görevli “Müdür Bey Vali Bey görüşecek” diye vali beyi bağladı.
- Müdür bey görevinize başladınız mı?
- Başladım efendim.
- Hayırlı olsun hemen göreve başlama yazını yaz bana gönder Danıştay’a göndereceğim deyip telefonu kapattı. İçime bir şüphe düşmüştü. Vali neden bu kadar acele edip benim göreve başlama yazımı istiyor. Yoksa bu iyi niyet ve davranışlar sahtemiydi diye düşünmeye başladım. Göreve başlama yazımı da yazıp gönderdim.
Aradan on beş dakika geçmeden özel kalemden ve milli eğitim müdürlüğünden birer kişi ile bir polis odama gelerek “Müdür Bey tayininiz çıktı buyurun bu da atama kararnameniz” dediler. Anlayacağınız benim ikinci tayin kararnamemde valinin sumeninin altında hazır bekliyormuş.
Yapacak bir şey yoktu mecburen bir rapor alarak tekrar Danıştay’a müracaat ettim. Danıştay beni haklı bularak tekrar görevime iade etti.
Tekrar Aydın’a döndüm. Evde hanımı çok endişeli buldum. Ben yokken hanım durmadan telefonla rahatsız edilmiş “eğer komünist beyin tekrar gelir göreve başlarsa vuracağız”diye. Hanım “ne olur göreve başlama acından ölen yok ya işte ben çalışıyorum bununla idare ederiz” bende, ”Hanım sen endişelenme olacak evimizin içinde de olur bak Cumhuriyet Lisesi Öğretmenini evinin içinde vurdular üzülme bir şey olmaz” hanıma söyledim ama kendimde çekinmeye başladım.
Sabahleyin erkenden valinin huzuruna çıktım Vali ile aramızda aynen şu konuşma oldu.
- Sayın Valim ben Danıştay kararı ile tekrar geldim.
- Sen Cehennemin dibine gel sana mektup mu gönderdim gel diye? Seni İsmet Sezgin ve Nahit Menteşe ve ben istemiyorum ikide bir Danıştay karar ile ne gelip duruyorsun.
Artık sabrım kalmamıştı Valiye,
- Sayın Vali burası ne Nahit Menteşe’nin ne İsmet Sezgin’in ne de sizin babanızın çiftliği değil. Burası T.C. bir vilayeti bende buranın yasal kültür müdürüyüm. Eğer siz kabul etmiyorsanız bu söylediklerinizi kararnamemin arkasına yazın çekip gideyim.
Neyse kararnameyi evirip çevirdi imzalayıp havale etti. Arkasındanda bana:
- Sakın bu kapıdan bir daha girme hiç bir şey getirme imzalamam.
- Vali bey evime bazı şahıslar telefon ederek ailemi huzursuz ediyorlar lütfen can ve mal güvenliğimin sağlamasını istiyorum diyerek yazdığım dilekçeyi valiye sundum. Vali bana
- Çocuklar haklı ne ikide bir onların karşına gelip duruyorsun gelmezsen bir şey olmaz.Diye bir Valiye yakışmayacak bir yanıt verdi.
Uzatmayayım şimdi Avukatlık yapan o dönem polis olan İsmail Bey diye özüne sözüne güvenilir bir polis arkadaş bizim güvenliğimizi sağlamakla görevlendirildi. Çok sıkıntı çektik.12 Eylül faşist cunta daha da ileri gitti. Danıştay’dan karar alanlar nerdeyse hain ilan edildi gece evimizde polisler tarafından yasak kitap ve yayınlar arandı. Üstelik sürgün olduğumuz vilayetlerde bile rahat bırakılmadık. 23 yıllık memurluğumda başarı ve takdirnamelerim varken 12 Eylül faşist yönetimi bizleri resen emekli ederek sokağa bıraktı.12 Eylül faşist yönetiminde Aydın Valisi gibilere daha da geniş yetkiler verilerek anamızı ağlattılar.
Benim garibime giden 12 Eylül cuntacılar en fazla solcu ve sosyal demokratları kıyıma uğratırken nerde sağcı ve eyyamcılar varsa onları en önemli görevlere getirdiler. Bizler faşist cunta yönetimi tarafından cezaevlerinde ve darağacında can verirken onlar devletin en önemli yerlerini işgal ettiler. Onların kılına dokunulmadı solcular ve ülkücüler eziyet çekti. İşkence ve zulüm gördü. Ama şimdi bu adamlar ben 12 Eylül anayasa oylamasında o dönem anayasasına hayır mı diyeceğim? Elbet evet diyeceğim diyorlar.
Hani derler ya “Dinime söven Müslüman olsa” diye. Bunlar ikiyüzlü riyakâr adamlar. Tanrı böylelerinden ülkemizi ve ulusumuzu korusun.
Aydın Vilayeti böyle valiler de gördü. Ama bazıları arkalarında hoş seda bırakarak gittiler bazıları da arkalarından beddua alarak gittiler. Önemli olan toplumun duasını almaktır. Çünkü hiçbir makam baki değildir.