Çürüdük...!
Koktuk, kirlendik, bozulduk be birader...!
Çürüyen, portakal kasası değil.
Çürüyen, pazardaki satılmayan elmalar değil.
Tarladaki satılamayan karpuz, kavun, domates değil.
Çürüyen, insan be dostum.
Çürüyen, biziz be kardeşim.
Yıkılan yuvalar, bozulan, dağılan bizim ailemiz...!
Yitirdiğimiz ahlâk değerleri...
Toplumu ayakta tutan temel değerleri...
Esnaflıkta, ticarette, eğitimde, dinde, hukukta, sosyal ilişkilerde;
Komşuluk ilişkileri,
Ailede karı-koca davranışları...
Okulda:
Öğretmen-öğrenci ilişkileri,
Anne-baba-evlat ilişkileri...
Esnaflıkta:
Müşteri-esnaf ilişkileri...
Günümüz sloganı: "TERÖRSÜZ TÜRKİYE" imiş.
Peki ya gıda terörü?
Hileli, tahsisli mal satan marketler...
Süt, peynir, tereyağında meslek sırrı gibi hile yapanlar...
Her gün baskınlar, her gün kontrol ve yasal cezalar...
Yüzlerce örnek, binlerce örnek; saymakla bitmez.
O kesilen cezalar, Türkiye'nin dört bir yanına yayılmış marketler zincirinin bir tanesinin iki saatlik cirosu bile değil.
Kim tınlar vergi memurunu?
Kim takar üzeri bakanlık üniformalı denetleme elemanlarını?
Halep oradaysa, arşın burada.
Cami ne kadar büyük olursa, imam yine bildiğini okuyor.
İşte;
Adı liberal denilen, bazen de serbest pazar ekonomisi diye sunulan bir soygun düzeninde, vatandaşımız sürekli soyuluyor.
Vur birine, al ötekine...
Genel tablo pek değişmiyor.
Vatandaşımız, şu mübarek Ramazan ayında bütçesine en uygun indirim yapılan ürünleri araştırıyor.
Özellikle et ve süt mamullerinde üç-beş lira daha uyguna almak için market market dolaşıyor.
Hele şu Ramazan ayı fahiş fiyat fırsatçılığı var ya...!
Elektriğe, doğalgaza, akaryakıta zam geldi...
İşyeri kiralarına yetişemiyoruz, mal sahipleri para istiyor...
Yetmez, una zam geldi.
Yetmez, asgari ücrete çalışacak usta, eleman, çırak bulamıyoruz.
“Bu mesleği babamdan devraldım ama benden sonra devam ettirecek evlat yok.”
Yeni nesilden kimse, 70 derece sıcağın karşısında, kan ter içinde bu fırıncılığı yapmaya yanaşmıyor.
Benim yaşım da neredeyse 70’e dayandı, diyor ustamız.
Ah... ah... dostlar;
Sadece çürümemişiz, hem kirlenmiş hem de zehirlenmişiz...!
Bir gün Şaman’a sormuşlar:
"Zehir nedir?"
O da şöyle cevap vermiş:
"İhtiyacınızdan fazla olan her şey zehirdir.
Bu, güç olabilir, tembellik, yiyecek, ego, hırs, kendini beğenmişlik, öfke ya da herhangi bir şey..."
Bütün arzular, bütün istekler, bu farkındalıkla başlıyor.
Büyük mütefekkir, yazar ve fikir adamı Nurettin Topçu da şöyle diyor:
"Menfaatler, nefislerimizin tatlı yemişleridir. İnsan yedikçe yiyesi gelir...!"
Makam, mevkilerde sarhoşluk ve kirlenme üzerine de bir üstat demiş ki:
"Sanma ki hükümdardan ihsan gören kâr eder...
Şahane teveccühler bizi riyakâr eder...!"
Ne diyelim... Çürümeyen, kirlenmeye ne kaldı?
Zaman... her şey zaman...!
Tarih, olaylar, geçen zaman; adeta dersler alınacak bir hayat laboratuvarı...
Zaman gelir gider.
Zaman öpünce geçer.
Zaman, kimleri öldürmedi ki...?
Hangi sultan, hangi kral, hangi padişah, hangi zengine kaldı dünya?
Ama umut var dostlar...!
Hatay’da, Antalya’da bir markete borcu olan 400’ün üzerindeki depremzede vatandaşın 1 milyon 400 bin TL’lik borcunu ödeyen iyiliksever, ismini gizli tutan kahraman insanlar da var...!
Diğer tarafta, sosyal medyada iftar sofrasında oturup onu fotoğrafla reklam edenler kırılıp giderken, işte bu güzel örnekler içimizi ısıtıyor...
Ramazan, sadece bedenen aç kalmanın ötesinde, ruhen ve manen temizlenmek, rahmet ve bereketi paylaşmak değil midir?
Bir başka güzellik daha...
81 yaşında varlıklı bir hayırsever, Orhan Kandemir...
Tam 65 dairesini, 65 yetim çocuğa bağışlıyor...
Ne diyeyim, çok duygulandım.
Toplumun sosyal yapısını çökerten, çürüten çok kötü örnekler olduğu gibi, bizi ferahlatan, geleceğe umutla bakmamızı sağlayan güzel örnekler de var.
Keşke...
Hep iyilikte, hayırda, güzel amellerde yarışabilsek...!
Kalın sağlıcakla...