Büyük mücadele adamı, Türk-İslam Ülkücüsü Ali Karcı’ya veda ederken - 3

Efendi BARUTÇU

“Son gün olmasın dostum, çelengim, top arabam;
Alıp beni götürsün, tam dört inanmış adam...”

02 Ağustos 2020 tarihinde ebedi aleme yolcu ettiğimiz Ali Karcı Ağabey’in tabutunu cenaze arabasına taşırken bir anda “gençlik yıllarında birlikte çok büyük mücadeleler verdikleri” Necip Fazıl Kısakürek’in yukarıda mısralarını hatırladım. Ali Karcı da son yolculuğuna uğurlanırken ne çelengi ne de top arabası vardı. Esasen mizacı itibarı ile üstadı gibi o da bu tür şeylerden hoşlanmazdı ve istemezdi.                                       

Cumhuriyetin Korkusuz Savcısı:

Ali Karcı 1967’ de İstanbul Hukuk Fakültesinden mezun olduktan sonra Kahramanmaraş’a gelir ve orada avukatlık stajına başlar. Staj süresince Kahramanmaraş Lisesinde ve Türkoğlu ilçesi Ortaokulunda dışarıdan derslere girer. Ben kendisini o yıllarda Kahramanmaraş Lisesi öğrencisi iken Türk Ocağında tanışmıştım. Kendisi daha sonra Kahramanmaraş Genç Ülkücüler Teşkilatının ve CKMP (1969 Adana Kurultayında MHP ismini alacaktır.) kuruluşuna öncülük etmişti.

Avukat stajını bitirdikten sonra Said Emirmahmutoğlu’nun Belediye Başkanlığı döneminde 1 yıla yakın Maraş Belediyesi Zabıta Müdürlüğü yapar. Bir gün yanına zabıta memurlarını alarak 35- 40 yıllık bakkal babasının bakkal dükkanını teftişe gider. Dükkânı kardeşi Mehmet idare etmektedir. Bazı eksikler bulur ve kardeşine dönerek yarın belediyeye gel ve 10 lira cezanı yatır der. Oradan ayrıldıklarında yanındaki memurlar Müdür Bey aslında ceza kesecek bir durum yoktu dediklerinde “Olsun! Biz testiyi kırmadan tokatı vuralım ki hata yapmasınlar, dükkânı temiz tutsunlar.” der.

Daha sonra yedek subay olarak askere gider. Askerlik dönüşü ilk görev yeri olan Ağrı Patnos ilçesinde göreve başlar. 1975 yılında Bitlis’in Ahlat ilçesinde Ensari ailesinden öğretmen İlhan Hanım ile evlenir. Ahlat Ali Karcı için Türklüğün Anadolu’da ilk mayalandığı yer, “İslam’ın Kaidesi, Türkiye’nin Kapısı”dır. Ne güzel tesadüftür ki son nefesini verip, ruhunu alemlerin rabbine teslim ederken de niye meftun olduğu Ahlat’tadır! Bir dostunun tabiriyle Türklüğün ilk yurdunda evlenmiş ve son nefesini yine Türklerin ilk vatanında vermiştir.

Kısa bir süre sonra da tayini Antalya’nın Gazipaşa ilçesine çıkar. Gazipaşa da görev yaptığı sırada aşırı solcular militanlar tarafından evine 3 defa dinamit atılır. Sonuncusu alt kattaki bir solcunun balkonuna düşer. Bir başka gün motosikletli şahıslar kasıtlı olarak çarparak ağır yara almasına sebep olurlar.

Yine bir başka gün, adliyeden çıkıp evine giderken aşırı solcu militanların evinin yakınındaki inşaattan kopardıkları demir çubuk ve odunlarla saldırırlar. Eşi İlhan hanım diyor ki,” O yıllarda Ali’nin yegane silahı Ayet-el Kürsi idi. Sabah evden çıkarken Ayet-el Kürsi’yi okur, akşam eve dönerken yine Ayet-el Kürsi’yi okurdu. Saldırıdan sonra rapor almak üzere Doktora gittiğimizde, Doktor ve biz hayretler içerisinde kalmıştık. Vücuduna o kadar ağır darbeler almasına rağmen en ufak bir morartı yoktu. Dolayısıyla raporda alamamıştık.”

Birinci evladı Aslıhan Karcı (Göz Hekimi) doğar. Gazipaşa’dan sonra tayini Balıkesir’in Kepsut ilçesine Cumhuriyet savcısı olarak çıkar. O yıllarda ne yazık ki yargı mesleğinde sol ve aşırı solcu kadrolar daha ağırlıktadır. Dolayısı ile burada da Ali Karcı’yı bela ve musibetler beklemektedir.

Kahramanmaraş Ülkü Ocağı eski Başkanlarından Ahmet Bağcı anlatıyor:

“Ali Karcı, Balıkesir Kepsut’a Cumhuriyet Savcısı olarak tayin edildiğinde akşam ilk gittiği yer Kepsut Ülkü Ocağı’dır. Fakat ocak kapalıdır. Hafif bir omuz darbesiyle kapıyı açar, uzanır, içeride yatar. Sabah gençler ocağa geldiklerinde içeride tanımadıkları bir adam yatmaktadır. “Kimsin, necisin?” diye sorarlar. O da “Ben bir garip yolcuyum, kimim kimsem yok. Cebimde param da yok. Geceyi burada geçirmek istedim.” der. Gençler “Ya git başımızdan! Yatacak başka yer bulamadın mı?” diye savuştururlar. Oradan gider, savcılık makamına oturur. Polise, Ülkü Ocağı’ndaki gençleri toplayın, buraya getirin diye talimat verir. Gençleri toplayıp savcılık makamına götürürler. Bir bakarlar ki karşılarında sabah kızdıkları şahıs oturmaktadır. Gençler çok tedirgindir. Ali Karcı ise gülerek “Oturun gençler. Ben Cumhuriyet Savcısıyım ve ülkücüyüm. Sizler Türkiye’nin geleceğisiniz. Ocağınız kapalı kalmasın ve sakın bir daha Ocağınızı boş bırakmayın.” der. Gençlere çay ikram eder ve gençlerin gönüllerini alarak gönderir.”

Kepsut’ta Cumhuriyet Savcısıyken bir fikir ve inanç meselesinden dolayı Jandarma Komutanı üsteğmenle tartışır, üsteğmen silah çeker, Ali Karcı üsteğmenin elinden silahı alır. Ali Karcı Hakkari’ye, Üsteğmen ise Tunceli Hozat’a sürgün edilir.

Ali Karcı Kepsut’tan ayrılırken adına bir veda yemeği verilir, yemek sonrası evine dönerken Balıkesir’den iki minibüsle taşınan on beş-yirmi kişilik aşırı sol grup ellerinde ağaç ve demir sopalarla saldırırlar. Ali Ağabey ruhsatlı silahını çekip havaya ateş ederek linç edilmekten kurtulur. Bülent Ecevit’in Başbakanlığı dönemidir. O yıllarda CHP aşırı solun her rengini ve bölücüleri ortanın solu şemsiyesi altında barındırmakta ve himaye etmektedir. 1980 öncesinin Ecevitli yılları özellikle Ülkücü Milliyetçiler için ölüme sürgün ve kabus yıllarıdır. Ama Ali Karcı ve onun gibiler merhum Atsız Bey’in:

“Ezilmekten çekilme...Gerilemekten sakın!
İradenle olmalı bütün uzaklar yakın,
Dolu dizgin yaparken ülküne doğru akın,
Ateşe atılmalı denize dalmalısın.”

mısralarını şiar edinmişlerdir.

Adanalı Fuat Toygar isminde bir okuyucudan yazımın ikinci bölümüne bir yorum geldi. Aynen aktarıyorum:

“1979 yılının son ayında Kırşehir Cezaevi’nden Hakkâri Cezaevi’ne sürgün edildikten sonra 4 ay olmuştu. Cezaevi ülkücüler için tehlikeliydi. Biz de gardiyanları rehin aldık. 4 ülkücüydük. Kar yağışından dolayı bahçe kar doluydu. Koğuş penceresinden ‘Savcı sizinle görüşecek.’ dediler. ‘Ben Cumhuriyet Savcısı Ali Karcı’yım. Teslim olun, sizi istediğiniz yere göndereceğim.’ dedi. Biz de ‘Size nasıl güvenelim?’ dedik. Cevaben, ‘Uğruna yıllarınızı verdiğiniz, buralarda çile çektiğiniz dava adına yemin ediyorum.’ dedi. Biz onun da ülkücü olduğunu anladık ve teslim olduk. İki gün sonra bizi Elâzığ Cezaevi’ne gönderdi, sağ olsun. Kabri nur, mekânı cennet olsun.” (Fuat Toygar’ı telefon ile arayıp bu yorumunu tekrar teyit ettirdim.)

1981 yılı Aralık ayında tayini Niğde’ye çıkar ve burada göreve başlar. Niğde de Hukuk Fakültesinden sınıf ve mücadele arkadaşı Avukat Osman Üçer’i bulur.  

Ali Karcı hatıralarının 285. Sayfasında BENİM KARAKTERİM başlıklı bölümde şöyle demektedir: “Ben de bir karakter var. Bana, yakınlarıma, Türk Büyüklerine, İslam Büyüklerine, Peygamberime, diğer Peygamberlere, İslam’a ve İnancıma hakaretamiz bir söz söylendiği zaman bunu söyleyen küçük, büyük, sevdiğim, saydığım, dostum, muhatabım, amir, sivil ve asker makamı ne olursa ve kendisi kim olursa olsun hemen zaman geçirmeden cevap vermem gerektiğine inanırım. O şahsın bu cevap karşısında üzülüp üzülmediğine ve bu cevabı aleyhime ve lehime bir durum meydana gelip gelmemesini hiç düşünmeden cevap verdiğim zaman mutlu olurum.

Sanki kendimi bir borcumu ödemiş veya ödül almış zannederim. Herhangi bir önemli nedenle cevap veremezsem çok üzülür vicdan azabı duyarım… Verdiğim cevaplardan dolayı başıma bir çok belalar geldiği halde bu durumu değiştirmedim, mezara kadar da değişeceğini zannetmiyorum.”

Devam edeceğiz…

Not: Aziz okuyucular, 83 yıllık ömrünü bir meydan muharebesinde gibi mücadeleyle ve Mehmet Akif ahlâkıyla yaşayan Ali Karcı’nın yeni nesillere örnek olacak hayat hikayesini aşağıdaki kitabı okuyarak öğrenebilirsiniz:

https://www.nadirkitap.com/bir-savci-nin-firtinali-hatiralari-yakin-tarihe-isik-tutacak-hatiralar-ali-karci-emekli-savci-kitap16779286.html

 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.