Bizler okulda öğretim yanında eğitildik de.
Geldiğimiz yeri asla unutmadık.
O dağ köyünde, öte mahalledeki ilkokulumuza ayağımızda madenci babası Recep Amcanınkinden kara lastiklerle beş yıl koşturarak gittik. Okul bahçesinde her sabah mıntıka temizliği yaptığımız gibi, kasaba ortaokulunda da devam ettik. Askerlikte de zaten alışıktık biz mıntıka temizliğine…
Kısacası çöp toplarken, çöp atılmaması gerekliliğini öğrendik.
Her pazartesi sabahı masada ellerimizin altına mendilimizi koyup tırnak kontrolü yapılırdı. Her şeyimiz kirlenirdi de bu mendiller apak dururdu ceplerimizde…
**
Ya Okulumuz!
Öteki mahalledeki okulumuza yol olmadığından koşturarak dağ, dere, tepe aşarak kışın sıra ile yaktığımız okulun teneke sobası için elimizde birer adet odun taşırdık. Tam gün eğitim olduğu için çıkınlarımız da yanımızda olur, öğle vakti yağmur yağmaz ise okulun batı tarafındaki kayaların üstüne doluşur, çavdar ekmeği ve çökelekten oluşan dürmelerimizi yerdik. Elektrik yok, akşamları gaz lambasının önüne uzanır ödev yapmaya çalışırdık.
Kışları o uyuz Lalelik ve Eşinek dereleri kudurur, geçit vermez, ailelerimizce bazen dere kıyısında karşıya geçirilirdik.
Tek öğretmeni olan okulumuzun tek salonuna doluşmuş öğrenciler için büyücek beş masa vardı. Her masa bir sınıfa ait olup bizler taburelerimiz ile masanın kenarlarında yerimizi alırdık. Programda sesli ders demek, öğretmenle yapılan ders demekti. Öğretmen sesli dersi olan sınıfla ders işlerdi. Diğer öğrenciler sessizce ders çalışır ya da öğretmenin verdiği ödevleri yapmaya çalışırdı.
En az arka arkaya 2–3 ders olan Tarım-iş dersimiz vardı. Bu dersi olan sınıf ise; kazma, kürek, balta ve balyoz ile tarlayı andıran okul bahçesinde temizlik ve düzenleme çalışmaları yapmak için aralıksız birkaç dersliğine işe koyulurdu. Öğrenciler ve öğretmen için de kat kat zor bir eğitim düzeni olsa da öğrencilerin başarısı sınıfta ve sosyal hayatta dikkat çekiyordu.
Okulun hamallığını, işçiliğini, temizliğini, soba yakmasını, söndürmesini sıra ile biz öğrenciler yapardık. Cumartesi günleri genel temizlikte camları, kapıları, masaları silerdik. O yıllarda köyde yol, su, elektrik yoktu ki okulun da içme ve temizlik suyu dimdik bir yokuşun altındaki Ak Pınardan bizlerin elde kovalarla taşıdığımız sularla karşılanırdı.
"Yerli malı, yurdun malı, herkes bunu kullanmalı" deyip de köyümüz bahçelerinden elma, armut, üzüm, beşbıyıklarımızı ile “Yerli Mallar Haftası” kutlardık. … Nazilli Sümerbank ve Aydın Tekstil kumaşlarından parçalar da serilirdi bir kıyıya…
Anamız donumuzu, fanilamızı ak bezden elde, bazen Mukaddes ananın el makinesinde dikilirdi.
Ya Bayramlar!
Bayramların önemini ve değerini büyüklerimiz çok iyi bilirdi. Bizlere anlatılmış ve de anlamıştık. Bayramları dört gözle beklerdik. Şiirler, piyesler ezberlerdik.
23 Nisan bayramlarında okulun camlarına Sarı Papatya yaprakları ile “Hoş geldin 23 Nisan” yazardık. Cumhuriyet Bayramlarında da bir başka sevinirdik.
Şimdiki gibi, bayramların kuralı, yönetmeliği düşünülmezdi. İtişme, kakışma yoktu.. Bu yüzden bayram kısıtlamalarını anlayamadık. Atatürk anıtına çelenk koymasınlar diyerek anıtta nöbet tutan, bekleyen polis düşünülemezdi bile. Bayram günü gözü, kaşı yarılan yoktu. Bayram günü toplanarak şiir okuyan, piyeste rolü olan çocuklarını izleyerek yüzlerinde gülümseme ile evlerine dönerlerdi.
**
Canı pahasına idealistti öğretmenlerimiz…
Rahmetle andığım Horsunlulu Veli Balcıoğlu öğretmenimiz, bize vatan, millet bayrak sevgisini aşıladı, disiplinli yaşamayı da öğretti bizlere.
Köşk’lü Çetin Yılmaz hocamız vardı. “Öğretmen dediğin okuyup yazmalı, sazını çalmalı, türküsünü çığırmalı” derdi, sonraları Dalama beldesinde görev yapan hocamızı fikirleri nedeniyle 1970 sonlarında karanlık güçler katlettiler. Büyük Menderes nehrinin soğuk ve çamurlu sularına attıktan sonra kayıplara karışırlar…
Daha sonra Enver Pekel öğretmenimiz köyümüz ile hala yarım asır ayrılığına rağmen bağını koparmadı.
**
Çocuklarımız…
Çocuklarımız Cumhurbaşkanlarımızı sayamıyor. Tarkan’ı biliyor, Fevzi Çakmak’ı bilmiyor. Yörük Ali’yi okumuyor. Elindeki kâğıdı yere, sokağa atıyor. Dün bir üniversiteli konuşuyor, “2-3 yılda bir tek kitap okudum.” diyerek...
Dayanamayıp “Çok yazık!” dediğimde ise, “Bu çağda kitap okunur mu amca” diyerek tersledi adeta... Bazı üniversitelilerimiz Atatürk ile Hüsnü Mübarek’i bir tutuyor.
**
Ya şimdi!
Şimdi defalarca ayar verilmeye çalışılan eğitim-öğretim yozlaşmış,
kimi öğretmen dört gözle, öğrenci gibi çıkış zilini gözlemekte.
Oysa farkındalar mı ki, bir neslin geleceği omuzlarındadır…
Bunun vebalini düşünmemek mümkün mü?
24 KASIM ÖĞRETMENLER GÜNÜ KUTLU OLSUN!