O, Kurtuluş Savaşı sırasında 16 Haziran 1919'da Malgaç Baskını ile düşmana ilk darbeyi vurmak suretiyle Aydın yöresinde düşman kuvvetlerinin ilerlemesini durdurmuş olan Türk kahramanı Yörük Ali Efe'nin sütannesi Fatma Nine'nin ve Müderris Şeyh Mehmet Efendi'nin torunu..
O, Balkan Savaşı, Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı dönemlerinde on yılı aşkın bir süre cepheden cepheye koşan; cepheden döndükten sonra 'Bey'lere rağmen 1928 yılında belediye başkanı seçilen ve üst üste iki dönem bu görevi hakkıyla yapan Sultanhisar Belediye Başkanı Kumcuların Hafız Yusuf ile Necibe Molla’nın oğlu..
Bilirsiniz..
Çevremizde sevilen insanlar vardır, saygı duyulan insanlar vardır; bir de hem sevilen hem de saygı duyulan kişiler. Sevilmek ile saygı duyulmayı karıştırmamak lazım. İkisi de gereklidir ama saygı göstermek bazen mecburiyet olabilir. Ben, hem sevilen hem de mecburiyet olmaksızın saygı duyulan bir karakter; maliyeci, iktisatçı, diplomat ve siyasetçi kimlikleriyle öne çıkan Ertuğrul Kumcuoğlu’dan sözediyorum.
“Ertuğrul Kumcuoğlu” ismini hep duyardım ama onu tanıma fırsatını Aydın Milletvekili olarak görev aldığı dönemde yakaladım. Siyaset bilimciler, “Giren bırakmak istemiyor, dışarıda kalınca da kızıyor” diyerek genel manzarayı özetlese de; O, milletvekili iken yeniden aday olmayacağını açıklayan, Meclis dışında kaldığında da memleketi Aydın’ın dertleriyle dertlenmeye devam eden, ülkesinin kalkınması için kafa yoran ender siyasetçilerden biri. O, klasik siyasetçilerden farklı davrandı, sorunlara hep “devlet adamı” gibi yaklaştı.
Bugünlerde, Maliye teknesinin kaptan köşkünde bulunmuş bir emekli müsteşar, büyükelçi ve milletvekili Ertuğrul Kumcuoğlu’nun kaleme alıp, “Müsteşar” adını verdiği kitabı okuyorum. Okudukça ona karşı sevgim, saygım daha da arttı desem inanın abartmış olmam. Kumcuoğlu, akıcı ve sade bir dil kullandığı kitabında yaşam öyküsünden kesitler, aile büyüklerinden “Vay be!” diyeceğiniz anılar ile birlikte 50 yıllık bir Türkiye panoraması sunmuş okuyucuya..
Şimdi babası Hafız Yusuf’un anlattığı bir öyküyü Kumcuoğlu’nun kaleme aldığı Müsteşar adlı kitaptan aktaralım:
“Babam belediye reisidir. Bucak merkezi olan kasabamızda bir de nahiye müdürü vardır. O zaman düğünlerde oyuna kalkan kişilerin başına para yapıştırmak veya başının üstünde para savurmak âdeti vardır. Bu gelenek çerçevesinde iltifat oyun oynayan kişiyedir ama atılan paralar çalgıcıların cebine girer. Babam bakar nahiye müdürü her düğünde cömertçe para savuruyor, onu gören hali vakti yerinde davetliler de ayıp olmasın diye ona uyuyor, çalgıcılar da ihya oluyor. Babam müdür bey sınırlı memur maaşıyla nasıl yapar pek anlayamaz.
Gün gelir, olay aydınlanır. Bir pazartesi günü babam müdürü habersiz ziyarete gider. Bir de bakar ki, bir gün önceki düğünde görevli olan çalgıcılar odada; masanın üstünde de bir miktar para. Meğer müdür beyin çalgıcılarla pazarlığı varmış. Kendisi düğündeki mümkün olduğunca çok para vermeye teşvik edecek ama hasılat da çalgıcılarla onun arasında paylaşılacak! Ziyaretçiler gittikten sonra müdür bey babama döner ve “Yahu Reis Bey” der, “devletin verdiği üç kuruş maaşla bu çark döner mi? Biz de rüşvet almadan ek gelir elde etmenin yolunu böyle bulduk!”
Ama hikâyeler her zaman böyle olumsuz değildir. Nitekim babamın belediye başkanı olduğu dönemde bir gün kapı açılar ve içeri elinde çanta, iyi giyimli, eli yüzü düzgün biri girer. Kendisini tanıtır: Bucak müdürlüğünü teftişe gelmiş Mülkiye müfettişidir. Babam misafirine gerekli ilgiyi ve saygıyı gösterir, sonra da adet olduğu veçhile, “Ne içersiniz?” diye sorar. Misafir az şekerli bir kahve söyler. Kahve gelir ve kahvesini içip bitiren misafir elini yelek cebine atar ve o zamanki rayice göre çıkardığı atmış parayı kahve tabağının kenarına bırakır. Anadolu’da böyle bir hareket çok yadırganır, hatta neredeyse hakaret kabul edilir. Babam duruma çok üzülür ve üzüldüğünü gösterir. Misafiri bunun üzerine, “Bakın Reis Bey” der, “buraya gelirken sizin için iyi şeyler duydum, sohbetinizi de sevdim. Ama ben buraya görevli geldim. Her an her şey olabilir. Sizin hakkınızda da haklı veya haksız bir şikâyet vaki olabilir. Size bir fincan kahve hükmünde de olsa borçlu kalmam görevimi yansız yapmamı engelleyebilir. Ben ne kadar adil ve tarafsız davransam da başka insanlar farklı düşünebilir. Bırak, bugün böyle olsun; buradaki işim bittiğinde, vakit olursa ben senin yemeğini de yerim.” Babam bu öyküyü anlattığında heyecanlanır ve “Cumhuriyet bu gibi evlatlarının omuzlarında yükseldi ve yükselecek,” derdi.
Kumcuoğlu’nun aktardığı iki tip bürokrat örneği, günümüzde de var, bir tarafta “yol bulan,” diğer yanda “rüşvet” olur diye içtiği kahvenin parasını ödeyenler.
Siyaset bilimci Savaş Barkçin, gerçek siyasetin insan olmak ve insan yetiştirmek olduğunu söylüyor. Barkçin, “Gerçek siyaset, fazileti, erdemi, ilmi, bilgiyi, düşünceyi temsil eden insandadır. Günü sabahtan akşama kadar sınırlı ve sorunlu bir siyasi alanda uğraşarak geçirende değil. Ne iş yapıyorsak orada güzeli ve doğruyu yapmaya gayret etmektir gerçek siyaset. Şikâyet ettiğimiz ne varsa ancak bu şekilde kurtulabiliriz” diyor.
Fazileti, erdemi, ilmi, bilgiyi, düşünceyi temsil eden bir siyasetçi olan Kumcuoğlu gibilerin sayılarını artırmalıyız. Aksi halde “yol bulan”lardan kurtulamayacağız.
Bizlere, “50 yıllık yaşam öyküsünün peşinde bir Türkiye panoraması” sunma adına, tarihe not düşerek “Müsteşar”ı kaleme alan Ertuğrul Kumcuoğlu’na çok teşekkür ediyor, Allah’tan sağlık ve uzun ömür diliyorum. Okurlarıma da bu kitabı edinmelerini ve mutlaka okumalarını tavsiye ediyorum.